İslam Tarihi. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İslam Tarihi - Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi страница 26

Название: İslam Tarihi

Автор: Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-04-4

isbn:

СКАЧАТЬ göstermekte iken onlar, İslam dininin ortaya çıkmasını “alelade”likten kurtarmamak, Peygamber Efendimiz’in görevlendirilmesindeki büyük önemi küçümsemek ve İslam dininin ortaya çıkması ile adi bir putperestliğin ortaya çıkması arasında hiçbir fark görmemek sevdasıyla “İslam dini için zeminin hazırlandığını ve Peygamber Efendimiz’in kendisi gelmemiş olsa bile, böyle bir dinin ortaya çıkabileceğini” iddia ediyorlar. Demek ki kendi kendilerini yalanlıyorlar.

      Peşin hükümlerden, bir iddianın dayanağı ve ölçüsü olarak kabul edilmiş olan fikirlerden ve özellikle kötü niyetten arınmış bir şekilde tarih incelenirse zorunlu olarak kabul edilir ki “İslam demek, Hz. Muhammed (s.a.v) demektir.” Ve pek muhtemeldir ki o peygamber gelmeseydi, Araplar hiçbir tarihî varlık gösteremeyecek, kuşatılmış bulunduğu yarımada dışına çıkamayacak ve bedevilikten ileri geçemeyecekti.

      Bu iddiamızı ispat için Arap Yarımadası’nın bugünkü hâlini gösterebiliriz. Peygamber Efendimiz’in ve getirdiği dinin bahşettiği olağanüstü faaliyet ve yücelik sayesinde bedevi Araplar, on sene içinde bütün cihanın fazilet rehberi, ahlak öğreticisi, irfan ve idare meşalesi oldular. Hâlbuki o yüce ruh, o peygamber gözden kaybolduktan sonra Arapların (yani yine eski vatanlarına geri dönen ve orada çoğalan Arapların) çoğu, İslam’ın ortaya çıkmasından evvelki bedevilik ve cahilliklerine geri döndüler. Öyle bir hâlde ki İslam âleminin ve belki bütün cihanın en karanlık noktası, medeniyetin beşiği olan Arap Yarımadası oldu. Vahhabilerin ortaya çıkmasına kadar yarımadanın sahillerinden başka kısımlarında oturan Arapların “dinen” ilkel bir hâlde bulundukları ve İslam ile hemen hemen hiçbir alakaları olmadığı muhakkaktır. Bundan dolayı evvela peygamberliğini, sonra da “kendisinin geliş sebebi ve bununla beraber dinin hakikisi” olduğunu inkâr etmek sevdasıyla Dozy ve benzerlerinin, Arapların yüce bir din yaratmayı gerektirecek sosyal bir yeteneğe eriştikleri hakkındaki tarihî hakikate aykırı iddialarının hiçbir bilimsel kıymeti yoktur. Bu iddiamızı yine tarihî diğer belgelerle ispat edeceğiz.

      2. Musevilik ve İsevilik, Putperestlik, Ruhi ve Sosyal Durum, Din Fikri, Allah, İlahlar ve Cinler

      İslam’ın ortaya çıkmasından evvel Araplar arasında dinlerden “Musevilik”, “İsevilik”, çeşit çeşit “Putperestlik” mevcut olduğu gibi İbrahim dininden kalma bazı fikirler ve ayinler dahi mevcut idi. Eğer Araplarda, putperestlikten daha gelişmiş dinî şekillerin kabulüne “alelade sosyal kurallar” ile yetenek ve hazırlayıcı şartların herhangi bir şekilde güzel izleri mevcut olsaydı, birisi İslam’dan dört ila beş yüz, diğeri bin sene önceden beri mevcut olan İsevilik ve Museviliğin kabulü lazım gelirdi. Hâlbuki Hristiyanlık Arap Yarımadası’na hemen hemen girmemiş, Musevilik ise oralara göç eden İsrailoğulları’yla sınırlı kalmıştı.

      İşte bir kere daha anlaşılıyor ki İslam, Araplarda ortaya çıkan millî gelişme sonucunda meydana gelmiş bir şey olmayıp sırf Hz. Muhammed’in peygamber olarak gelişinin eseridir.

      Dozy ve daha birkaç Batılı âlim, Arapların “Allah-u Teala” adıyla varlığın yaratıcısı, âlem haricinde, mutlak hâkim ve insan gibi şahsiyete sahip yüce bir zat tanıdıklarını ve öncekilerin bu inancının “Halake’i-insane fi suretihi. – Allah insanı kendi suretinde yarattı.” şekliyle İslam’a geçtiğini, başka bir deyişle İslam dininin zaten Araplarda öteden beri mevcut olan bir dinin biraz düzenlenmiş şeklinden başka bir şey olmadığını iddia ediyorlar. Bu iddia bir bakımdan yarı yarıya, diğer bir bakımdan – ve hele çıkarılan netice bakımından – tamamen yanlıştır. İslami bakış açısından olsun, sırf tarihî ve felsefi incelemeler bakımından olsun, son derece önemli olan bu konuyu bilimsel bir bakışla derinleştirmek isteriz.

      Biz, Müslüman olmak bakımından, peygamberlerin dinlerinin hep hak din olduğuna ve hepsinin Allah’ın birliğini ikrar esası üzerine kurulmuş olduğuna inanırız. Delilimiz ise akli ve bilimsel olmayıp yalnız itikadidir. Fakat meseleyi itikat zemininden bilim ve inceleme zeminine çıkarırsak, son zamanların seçkin araştırmacıları ve çok bilgili âlimleri ile ittifak hâlinde iddia ederiz ki:

      “Tarihin şehadeti ve geriye kalan izleri bakımından, eski dinler içerisinde aslında ve başlangıcında gerçek bir ‘İlahi birlik’ fikrini kapsayan ‘İslam dini’nden başka bir din yoktur!”

      Bu söylenenleri tamamen ispata gücümüz yeter.

      Başta Renan olmak üzere birtakım eleştirmenler kavimlerde pek kesin ayırıcı vasıflar görmüşlerdir. Mesela “bir olan Allah’a ibadet” , Sami kavimlerine özgü bir fıtri istidat [yaradılıştan gelen bir yetenek] tabiata ibadeti ve dolayısıyla vahdet-i vücuda itikadı Ariyani kavimlerin bir özelliği saymışlardır. Bu fikir her hakikatten uzak olmamakla beraber bu aşırı şekliyle de bir hakikat sayılamaz. Tarihte, İslam dininden başka, esasında “hakiki bir ilahi birlik” fikrine sahip din göremiyoruz. Mesela inanç bakımından hak ve vahdaniyet [teklik] fikri üzerine kurulmuş olduğunu gördüğümüz Museviliğin tarihî esasları olan “Ahd-i Atik”i güzelce tahlil edersek, ondaki uluhiyet fikrinin şu devreleri geçirdiğini öğrenmiş oluruz:

      Birinci Devrede: Yahudi dini, ilahların çokluğuna ve yalnız bunlardan kendisinin millî mabudu olan “Yahova”nın diğerlerinden daha kuvvetli olduğuna, İkinci Devrede: Diğer mabutların birer gasıp, ifrit, birer “günah putu” olduğuna inanıp; ancak üçüncü devresinde tenzih fikrine biraz daha yaklaşır. Fakat hiçbir vakit “İslam’daki tenzih ve tevhitle mutlak Halik” fikri Yahudilikte ortaya çıkmamış ve hiçbir vakit Yahova millî ve özel bir mabut olmaktan kurtulmamıştır. Maimonies/ Meymonid [Musa bin Meymun] ve diğer Musevi filozafların felsefi fikirlerden alarak Museviliğe ilave ettikleri ve nispeten daha sonra gelen fikirler ise Yahudiliğin esasları sayılamaz.

      Hristiyanlıktaki vahdet ise teslis sebebiyle kuru bir sözden ibarettir. Çok eski dinler içinde, Yahudilikten daha düzenli din olmadığından “Bir Allah” fikri onlarda bu karmakarışık şekilde olursa Araplar gibi seviyesi pek aşağı ve maneviyatı pek eksik bir bedevi kavminin bu konuda hiçbir doğru fikri olamayacağı apaçıktır.

      Şurası da dikkate değer ki en son derin araştırmalar ile sabit olduğuna göre Sami kavimlerde hep mabudu ifade etmek için kullanılan “il, el, bel, ba’l, âlih, Allah” gibi kelimeler, cins isim, müşterek isim olup özel isim değildir. Tevrat’a, halik manasını ifade eden kelime ilk defa “Elûhîm” şeklinde kullanıldığı hâlde iki ayet aşağısında “Yahova” şeklinde kullanılmıştır. Keza Âramî, Asuri, Keldani gibi Sami kavimlerinde bu cins isim ya hep bir özel isimle beraber kullanılmış yahut yalnızca cins isim olarak kullanılmıştır.

      İşte birçok cine, puta, ağaca ibadet eden Araplarda da “Allah-u Teala” bu ilahlar sürüsünün bütününü, daha doğrusu sıfatını ifade eder bir cins isim idi. Şu hâlde kelimelerin benzerliğinden dolayı Araplardaki karmakarışık fikirle İslam’ın son derece yüce ve teşbih [Allah’ı başka varlıklara benzetme] ile tenzih [Allah’ın her türlü noksanlıktan uzak bulunduğuna ve insan sıfatında olmadığına inanma] fikirlerinin eşitlik derecesiyle anlaşılmış olarak öğrettiği Allah-u Vahid’i [bir olan Allah’ı] aynı fikir olarak görmek kadar haksız ve manasız bir şey olamaz.

      Bununla beraber biz, şu bilimsel neticeler ile inancı birleştirerek deriz ki: Tevrat’ta Hz. Musa’nın yegâne yadigârı, ihtimal ki “Elûhîm” ve Yahudi ayinininde bazı ibadetler ile beraber belirsiz ve çarpıtılmış bir “vahdaniyet” fikri olduğu gibi, Araplar nezdinde de Hz. İbrahim dininden artakalan СКАЧАТЬ