İslam Tarihi. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İslam Tarihi - Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi страница 21

Название: İslam Tarihi

Автор: Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-04-4

isbn:

СКАЧАТЬ bu evlilik, hürmet ve muhabbet üzerine kurulmuş bir evlilik idi.” diyor.

      Burası tamamen doğrudur. O derece doğru ki Dozy, onu anlatmaya veya yalan yanlış değiştirerek ifade etmeye cesaret edememiştir. Gerçekten Hz. Hatice’nin Resulullah Efendimiz’e hürmetin en son derecesiyle beraber en şiddetli bir aşk ve sevgi ile bağlı bulunduğunu ve o hazretin uğrunda nefsini, ancak aşkın yapabileceği bir suretle, kul ettiğini ne Doğu’da yazılmış bir tarih ve ne de Batı’da yazılmış bir eser inkâr edebiliyor. Fakat Dozy, bu hakikati kendisinin de kabul ettiğini unutarak tarihinin 33. sayfasında:

      “Evliliğinden sonra da Hz. Muhammed (s.a.v.), Hatice’ye tabi olmaktan vazgeçmedi. Hatice, servetinin idaresini korumak yeteneğine sahip oldu. Kocasına muhtaç olduğu şeyleri veyahut kocasına vermek istediği şeyleri verirdi.” diyor!

      Şimdi şu ikinci cümlelerin akla, mantığa, tarihe, her şeye aykırı bir saçmalıklar zinciri olduğunu ispat etmek için uzun uzadıya zihni yormak lazım gelir mi?

screen_113_54_24

      Dozy ya Hatice’nin Resul Hazretleri’ni hürmetle sevdiğine dair olan satırlarında yalan söylüyor yahut da şu son cümlelerinde. Hatice’nin Resul Hazretleri’ne karşı aşk ve hürmeti tarihçe ve aklen sabittir. O hâlde bu ikinci cümleler baştan başa saçmalık olur.

      Âşık, maşukuna mı tabi olur, yoksa maşuk, âşıkına mı? Kocasının dirayet, sadakat ve kutsiyetini takdir edip onu aşk ve hürmetle seven bir kadın mı böyle bir kocaya tabi olur? Yoksa o kadar yüce vasıfların sahibi olan bir erkek mi karısına itaat eder?

      “Aşk” denilen harikayı az çok hissedenler ve tecrübe edenler bilir ki âşık, maşukundan değil malını, hatta canını, şerefini, namusunu bile esirgemez. Şu hâlde nasıl olur da Hz. Peygamber’in aşkı ile yanmış olan Hatice, kuru yürekli, katı hisli, faizci bir kadın gibi, kocasına: “muhtaç olduğu yahut vermek istediği” şeyleri verir?

      Aklımızdan, bilimsel ve mantıklı düşünmekten vazgeçmedikçe hükmetmeye mecburuz ki Dozy’nin şu dayanak ve iftiraları, her türlü akli ve tarihî hakikatlerden soyunmuştur ve sadece uydurmadır. Şimdi de böyle bir saçmalığa neden lüzum gördüğünü ve gözettiği maksadın ne olduğunu inceleyelim.

      Dozy, bu laflarıyla Hazreti Muhammed Efendimiz’in (s.a.v.) manevi kıymet ve meziyetlerini küçültmek istiyor. Onu, parası için aldığı bir kadının, para karşılığında satılmış ve kendisine verilen birkaç para cep harçlığına kanaat eder bir kocası gibi göstermek için bu alçakçasına yalanları söyleyerek kötülük ediyor.

      Okuyucularımızı kesinlikle temin ederiz ki şu satırları yazarken hissettiğimiz teessür, dargınlık ve hiddet çok büyük olmakla beraber asla “İslami taassup” namına değildir, sırf “akli ve bilimsel taassup” namınadır.

      Bir dinin tarafını tutmak dolayısıyla dinî taassubun şevkiyle söylenen yalan, caiz değil ise de belki mazurdur. Fakat hakikat namına hareket eden ve tamamen tarafsız olan “bilim” namına yalan söylemek cidden pek sevilmeyen ve herhâlde mazur görülemeyecek bir hâldir. Bir misal daha getirerek bu bahse son vereceğiz. Dozy, kitabının 35. sayfasında diyor ki:

      “Bununla beraber keskin bir hayale sahipti. Ve genellikle tekrar olunduğu gibi ‘yüce olan şey’ ile değil – Çünkü onun hakikaten büyük ve yüce olan şey hakkında bir fikri yoktu – fakat güzel söz söylemenin ihtişamıyla cezbolunduğunu hissediyordu.”

      Acaba Dozy’ye göre “yüce olan şey” nedir? Hollandalı bir kızın bacağı mı? Bir Hollanda ineğinin yirmi okka süt veren memeleri mi? Büyük ve yüksek binalar mı? Fizik ve kimya aletleri mi? Yoksa aciz bir kadının karnında kan içerek gelişip büyüyen bir insan ferdine ilahi bir yücelik yakıştırması mı? Eğer bunlar değil de “kâinatın ve vacibu’l vücud’un sırları” ise peygamberliğin barınağı olan Efendimiz Hazretleri’nin bunlarla meşgul olduğu bunlarla cezbedilmiş olduğu, en yüce ve en metin bir dinin peygamberi olmasıyla tarihen, aklen ve bugün mevcut olan eserleriyle sabittir.

      Dozy, “Çünkü onun hakikaten büyük ve ‘yüce olan şey’ hakkında bir fikri yoktu.” iddiasını ne ile ispat edebilir? Bir insan, kırk sene arkadaşlık ettiği bir adamın bile vicdanının derinliklerinde neler olduğu konusunda tamamen bilgi sahibi olamıyor. Acaba Dozy, on üç asır evvel yaşamış bir nebinin endişe ve duygulanmalarını nereden biliyor ve nasıl biliyor ki onun vicdanı “hakikaten büyük ve yüce olan şeyi” hissetmiyor, diyebiliyor? Güzel söz söyleme [belagat], güzel söz söylemenin ihtişamı ne demektir? Güzel söz söylemenin konusunun gayesi “hakikaten büyük ve yüce olan şey” değil midir ki Dozy, iddiasının ispatı için güzel söz söylemeyi “yücelik dışında bir şey” olmak üzere gösteriyor ve “Bu karakterde olan adamlardır ki dinî fikirlere en ziyade kolaylıkla meyilli olurlar.” diyor.

      Dozy, hiç de malum ve kabul edilmiş olmayan (ve dinî yüce duygulanmalar ile dinin şeklî taassubunu birbirine karıştırmaktan ibaret olan) şu satırlarıyla yalnız malum olmayan bir şeyi âleme bildirmiş oluyor ki o da kendisinin hasta ve sakat dimağında yücelik hakkında hiçbir doğru ve sağlam fikir bulunmayışıdır.

      Bir taraftan insanlığın yetiştirdiği en büyük simaları, en muhterem dehaları ve onların eserlerini, diğer taraftan ise insan idrakine kolaylıkla sahip olduğu yüceliği dikkat nazarına alırsak, teslim etmek zaruretinde kalırız ki en yüce, en büyük fikirler başta vacibü’l-vücud olarak nihai şeyler hakkında olanlarıdır. Bir nebinin ise meşgul edebileceği şeyler ancak bunlardır. Bizim nebimizin bu husustaki fikirleri, kendisine Allah’ın hediyesi olan Kur’an ile hikmetli hadisleriyle, kesin ve müspet olan hâl tercümesi [hayat hikâyesi] ile malumdur. Ve sabittir ki “en büyük şey olan, en yüce şey olan” Allahu Teala’yı, onun ilahi birliğini, fiillerinin izzetini, sıfatlarının azametini, başka bir fert ile kıyas kabul etmeyecek bir temizlik ve üstünlük ile anlamıştır.

      5. En Doğru Usul

      Zannediyoruz ki bu kadar açıklama, Dozy ve benzerlerinin “bilim ve felsefe” nazarında ne gibi kıymeti olduğunu, yani hiçbir kıymetlerinin olmadığını ispata yeterlidir. Bundan sonra İslam tarihini, olduğu gibi, yani her türlü fazlalık ve süslemelerden arınmış olarak yazacağız. Bizim fikrimize göre İslam’ın yüceliği, tabii bir din ve hurafelerden, efsanelerden arınmış oluşundadır.

      Güzel bir vücudun, pahalı ve çok süslü elbiselerle güzelliği artmaz. Tam aksine örtülmüş olur. İslam, inceleme nazarına ne derece yalın olarak konulursa güzelliği o derece artar. Şurasını muhterem okuyucularımıza hatırlatırız ki: Karşılık vermeyi ve düşünmeyi kolaylaştırmak için Dozy’nin bölümlerle ifade şekline mümkün olduğu kadar biz de riayet edeceğiz. Zaten Dozy’nin eserinde makul ve rağbete değer olan bir taraf varsa o da bölümlerle ifade şeklidir. Bununla beraber belki de bölümler sayı bakımından ona uymayacaktır. Şu kadar ki bölüm başlıklarından, Dozy’nin hangi kısmına karşılık olduğu kolayca anlaşılır.

      1. BÖLÜM

      ARAP YARIMADASI VE ARAP KAVMİ

       Tabiat Şartları 28 – Araplar – Arab-ı Aribe (Asıl Arap) – Arab-ı Müsta’ribe (Araplaşmış Arap) – Adnan ve Kureyş Soyu – Haşimîler СКАЧАТЬ



<p>28</p>

Arap Yarımadası’nın tabiat şartları hakkında muhteşem Üstat Şemseddin Sami Bey merhumun “Kamusu’l A’lâm”ındaki derin bir bilgi ve inceleme ürünü olarak yazılmış bölümü alıyor ve bu vesileyle de muhterem üstadın hatırasını saygıyla anıyoruz.