İslam Tarihi. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İslam Tarihi - Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi страница 29

Название: İslam Tarihi

Автор: Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-04-4

isbn:

СКАЧАТЬ olan kişilerde, insanlığın geneline ait seviye üstünde anlayış şekilleri yoktur?

      İşte bu görüş noktasından da bakarsak, bütün insanlık tarihinde görülen en büyük harika, Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir.

      4. BÖLÜM

      PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMUNDAN PEYGAMBER OLUŞUNA KADAR

       İslam Ananeleri/Rivayetleri – Peygamberimizin Doğumu – Çocukluk ve Gençlik Devresi – Bahira ve Hurafesi – Seyahat – İbadet ve Tefekkür – Peygamberlerin Önceden Görülen İşaretleri – Evlenme: Hatice – Vahiy ve Resullük

      1. İslam Ananeleri/Rivayetleri

      İslam ananelerinden [rivayetlerinden] biri de peygamberimizin dedelerinin seçkin bir nur sahibi oldukları ve bu nurun babadan çocuklara intikal ettiğidir. Tarih bize, peygamberimizin dedelerinin herkesçe itiraf edilen bir ruhaniyetle şereflendirildiğini bildiriyor. Biz, bu ananelerde akıl ve bilim dışında bir şey göremiyoruz. Hayat ilmi ve insan ilmi, tevarüs [bir özelliğin kalıtım yoluyla birinden diğerine geçmesi] ve atavizm [dedelerin hâllerinin torunlarda görülmesi] gibi kuralları ispat edilmiş bir şekilde meydana koymaktadır. Tarihte eserlerini ve hareketlerini inceleyebildiğimiz önemli ailelerde gerek bedenî özellikler bakımından gerek huy ve ahlak bakımından tevarüs ve atavizm hâllerini açıkça görüyoruz. Aynı kurallar en küçük canlılarda dahi hüküm sürmekte iken “asalet” usulüyle irsî tesirlerin kuvvetli bir hâlde korunması durumunda daha açık ve kesin bir şekilde hüküm süreceğinden şüphe edilemez.

      Peygamberimizin dedelerinden çoğunun bir çeşit ruhani reislik olan “sikaye” ve “rifade”, yani hacılara su ve gıda dağıtımı vazifelerini yerine getirmeleri, onlara dinî bir sıfat vermekte olduğundan Arapların onlara karşı hissettikleri hürmet, manevi idi.

      Peygamberimizin doğumundan evvel meydana gelen bazı hâller hakkında da İslami gelenek ve rivayetlerin kayda geçtiği birçok sağlam şey vardır. Avrupa eleştirmenlerinin bir kısmı bu gelenek ve rivayetleri bazen “hurafe” ve bazen tamamen gerçek dışı görüyorlar.

      Önce şurasını söyleyelim ki neticede birleşseler bile, iman ile bilim arasında elbette bir fark vardır. İman, özellikle irfana ait üstünlükler ve dine ait hikmetler ile süslenmiş olmazsa bir hadiseyi incelemeksizin ve yalnız nihai sebebi olan Cenabıhakk’a bağlayarak kabul eder, “Cenabıhak öyle murat etmiş…” diyerek hadiselerin kanunlarını incelemeye lüzum görmez. Bilim ise bir hadiseyi incelerken bir meçhulü incelemiş olur, onun meydana gelmesinin sebeplerini araştırmaya koyulur. Fakat meydana gelme sebepleri keşfedilmeyen ve hâlbuki meydana geldiği tarihsel olarak inkâr edilemeyen bir hadiseyi bilim namına inkâr doğru olamaz.

      Peygamberimizin doğumundan evvel meydana gelen olayların en önemlisi Ebrehe’nin Mekke’ye hücumudur. Habeşliler,34 Hamirilerin [Himyeriler] zayıflığından istifade ederek Yemen’i ele geçirmişlerdi. Çoktan beri İseviliği kabul etmiş olan Habeşliler, bu dini yaymak maksadıyla San’a’da büyük bir kilise yapmışlar ve Arapları Kâbe yerine bu yeni mabede çevirmeye çalışmışlar; fakat Kâbe baki kaldıkça buna muvaffak olamayacaklarını anlamışlardı.

      Peygamberimizin zatı ana rahmine düştüğü zaman Habeş necaşisi,35 olan Ebrehe, Kâbe’yi yıkmaya ve Hicaz’ı fethetmeye niyet etmişti. Habeş ordusunun önünde bir fil yürüdüğü için Araplar bu olayı “Fil Vakası” diye isimlendirmişlerdir. Necaşi, Mekke’ye kadar gelmişti. Fakat memleketi zapta ve Kâbe’yi tahribe muvaffak olamadan ordusu mahv ve perişan olmuştur. İslami gelenek ve rivayetlere göre, orduyu, ebabil kuşlarının yağdırdığı taş yağmuru mahvetmiştir. Fakat bu gelenek ve rivayet İslam’a mahsus olmayıp bütün Arap’a mahsustur. Çünkü henüz İslam ortaya çıkmadan bu gelenek ve rivayet Kureyşlilerce bilinmekte ve herkes tarafından kabul edilmekte idi.

      Burada, sebeplerini bilim yoluyla incelemekten aciz olduğumuz tarihî bir olay karşısında bulunuyoruz. Habeş ordusunu, Mekkelilerin müdafaa ve müdahalesinin mahvetmediği muhakkaktır. Kaldı ki ordunun yok edildiği de muhakkak olduğu gibi bütün bir kavmi, tarihî zamanlarda “ittifak hâlinde yalan uydurup yalan söylemekle itham” da çok zordur. Bundan dolayı bu geleneğin İslami rivayetler arasına kabulünden ötürü İslam’ı hatalı bulmak doğru olamaz.

      İslami geleneklerde daha birçok rivayet vardır ki bunlar hep mümkün şeyler olmakla beraber bize göre Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şerefini, hayatı ve eserleri ispata yeterli olduğundan bunların münakaşasında bir fayda görmüyoruz. Bu geleneklerin gerçekliği, peygamberimizin kendisinin şerefine fazla bir zerre ilave edemeyeceği gibi gerçek olmaması da bu şereften bir zerre eksiltemez.

      2. Peygamberimizin Doğumu

      Bütün insanların tefekkürce en üstünü, fikir kuvveti ve fikri meydana koymada en genişi, huy ve tabiatça en güzeli, hak ve hakikate en yakını, görünüşte ve manevi açıdan en aydını olan İslam’ın Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Fil yılında, Nisan ayı içinde, Rebiülevvel’in on ikinci pazartesi gecesi sabaha karşı dünyaya gelmiştir.

      Peygamberimizin doğumu hakkında tarihin kaydettiği ve çoğunluk tarafından kabul edilmiş olan rivayet bu ise de bunun üzerinde ittifak edilmemiştir.

      3. Çocukluk ve Gençlik Devresi

      Resulullah Efendimiz Hazretleri henüz dünyaya gelmeden önce babası Abdullah, Medine’de vefat etmişti. Dozy, Abdullah’tan kalan mirasın, iki bin frangı geçtiğini söylüyor. Müslümanlar, Peygamber Efendimiz’in bir banker oğlu bulunduğunu iddia etmedikleri için bunun hiçbir önemi yoktur. Fakat biraz aşağıda Haşimî ailesinden bahsederken: “Fakat ne en asillerdendi ne de en nüfuzlu ve kudretlilerden…” diyor ki bunun tamamen yalan olduğu tarihçe sabittir. Özellikle asalet yönünden… Ne dost ve ne de düşman, Araplardan hiç kimse Âl-i Haşim’in [Haşimoğulları’nın] başka bir aileden daha az asil olduğunu ve asalette onlardan üstün olanın bulunduğunu iddia etmemiştir.

      Arap âdetlerinden olduğu üzere Resulullah Efendimiz, Benü Sa’d Kabilesi’nden Halime adında bir sütanneye verilmiştir. Dört yaşına kadar sütannesinin yanında kaldıktan sonra annesi Hz. Amine’nin yanına alınmıştır. Hz. Amine, Peygamber Hazretleri’ni Medine’ye götürüp dayızadeleri olan Benü Neccar’la görüştürmüştür. Medine’den dönüşleri esnasında Peygamber Efendimiz, henüz altı yaşlarında iken Hz. Amine bu misal âlemini terk etmiştir. Ana ve babadan yetim kalan Hazreti Peygamber, dedeleri Abdulmuttalib’in yanına alınmıştır. Bir sene sonra, peygamberin yüz yaşını aşan dedesi Abdulmuttalib de dünyaya veda etmekle peygamberimiz, amcası Ebu Talib’in yanına gitmiştir.

      İslami gelenek ve rivayetlerden burada iki olayı hatırlatmayı lüzumlu görüyoruz. O da Kureyş’in ricası üzerine gerek Abdulmuttalib ve gerek Ebu Talib’in yağmur duası ettikleri ve her ikisi de duaya henüz çocuk olan Nebi’yi beraberce götürmüş olmalarıdır. Her iki duada Nebi’nin kendisi ile teberrük edildiği Cülhüme’nin rivayetleri ve Ebu Talib’in Hz. Muhammed’in (s.a.v.) methi hakkında söylediği kasideler ile sabittir. İşte bu olaylar da ispat ediyor ki peygamberin ailesi olan Haşimoğulları, Kureyş arasında İbrahim neslinin en doğru kolu ve Arapların en asili idi.

      4. Bahira ve Hurafesi

      Hz. СКАЧАТЬ



<p>34</p>

Habeşistan; bugünkü Etiyopya, Eritre ve Cibuti toprakları (s.n.).

<p>35</p>

Necaşi: O dönemde Habeşistan kralına verilen unvan. (s.n.).