Название: İslam Tarihi
Автор: Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-04-4
isbn:
İsrailoğulları’nın kavimler ve âlem hakkındaki fikri pek sınırlı ve hatta onların dünyası Asya Kıtası’nın sadece küçük bir parçasından ibaret olduğundan “genel” saydıkları tufanda Nuh’un gemisindekilerden başka hayvanların ve insanlığın tamamen helak olduğunu, sonra insanların Hz. Nuh’un üç oğlundan ve hayvanların da gemidekilerden üreyip çoğaldığını zannederlerdi.
Küremizde mevcut kara hayvanlarının binlerce çeşide ayrılmış olduğunu ve bunlardan alınacak birer çifti, değil Nuh’un teknesi, hatta bütün Irak’ın içine sığmayacağı göz önüne alınacak olursa İsrailoğulları’nın sınırlı ve yerel bir olayı bütün dünyayı kapsayacak şekilde düşündükleri görülür. Irak’taki dillerin karışıp anlaşılmaz hâle gelmesinden ve Arab-ı Aribe’nin helakinden sonra “Yaktan – Kahtan” adında biri, Arap Yarımadası’na gitmiş ve Araplar onun sülalesinden gelmiştir. Bunun hikâye olduğu şüphesiz ise de her hurafe gibi bir hakikat parçacığına da sahip olması ve bununla bir Keldani göçünün anlatılması uzak bir ihtimal değildir. Kesin olan bir şey varsa o da Arapların, tarihin bildiği zamandan beri şimdiki oturma yeri ve vatanlarında yerleşmiş olduğu ve Ad, Semud, Amalika, Tasm, Cedîs ve Cürhüm-i Emîm, Abil gibi kavimlere ayrılmış bulunduğudur.
Bunların en meşhurları Ad ve Semud kavimleridir. Yemen’in Hadramut bölgesinde yerleşmiş olan Ad Kavmi, yerleştikleri yerin özelliği sebebiyle pek fazla medenileşmiş ve çoğu eski kavmin başaramadığı derecede bir gelişme ve ilerleme seviyesine ulaşarak bugün harabeleri hayrete düşüren ve beğenilen, takdir edilen binalar ve büyük eserler bırakmışlardır. İrem-i Zatü’l-imâd30 Bağ-ı İrem gibi eserleri efsanelerin doğmasına vesile olmuştur. Hicaz’la Suriye arasında yerleşmiş olan Semud Kavmi de Ad Kavmi derecesinde değilse de önemli ilerlemeler gerçekleştirmiştir.
Ad Kavmi’nin kendilerine özel ve “Mesned” adıyla bilinen yazıları olup İbrani, Süryani ve bugünkü Arabî yazıları ile benzerliği yoktur. Bu yazı, Mısırlıların hiyeroglifi ve Çinlilerin yazısı gibi “millî ve mahallî” bir icattır. Yani evvelce mevcut bir yazıdan taklit edilmiş olmayıp gelişme sonucu meydana gelmiştir. Eski Yunanlıların çoban manasını ifade eden “Hiksos” kelimesiyle isimlendirdikleri ve aşağı Mısır’ı istila ederek bir müddet hükûmet kuran kavmin, Amalika olması çok muhtemeldir. İsrailoğulları ile birçok savaşta bulunmuş olan Amalikalar cesaret ve yiğitlikle şöhret bulmuşlardır.
Arab-ı Aribe, bir medeniyetle beraber peygamberlere de sahipti. Hûd Aleyhisselam Ad’a, Salih Aleyhisselam Semud’a gönderilmiş peygamberler idiler. Ad’dan sonra Yemen’de Hamiriler [Himyeriler] ve Benî Kehlan şöhret bulmuş ve Arap medeniyetini devam ettirmiştir.
b. Arab-ı Müstaribe [Araplaşmış Arap]
Hicaz’da yerleşmiş olan Cürhüm Kabilesi, önceleri kayda değer tarihî bir varlık gösterememişlerse de Suriye’den meydana gelen bir hicretten sonra, şöhretleri artmış ve onlarla İbranilerin karışmasından yeni bir kavim meydana gelmiştir.
Bu hicret, Hazreti İbrahim’in oğlu Hazreti İsmail’i annesi Hacer’le, Cürhüm Kabilesi’nin yerleşme yeri içinde Mekke civarına götürmesiyle başlar.
Hazreti İsmail’in orada büyüyüp yetişmesi, Cürhümilerden kız alması ve Hazreti İbrahim’in oğlunu ara sıra ziyarete gelmesi, Arab-ı Aribe’den Cürhüm kabileleriyle İbraniler arasında yakınlık kurulmasına, İbranilerden bazısının Hicaz’a göçmesine ve iki kavmin birbirine karışmasıyla yeni bir kavmin meydana gelmesine sebep olmuştur.
Arap Yarımadası’nın asli halkı olan “Arab-ı Aribe” ile bu karışık kavmi birbirinden ayırmak üzere onlara “Arab-ı Müstaribe” adı verilir. Bunların eski Arapça ile eski İbraniceden meydana gelmiş bir dilleri ortaya çıkmıştır ki en sanatlı ve en noksansız, güzel, aynı zamanda en mükemmel ve geniş dillerden biri olan bu dil, bugün de hemen hemen bütün Arapların edebî ve sosyal dili, bütün İslam’ın dinî lisanıdır. Kur’an-ı Kerim bu lisanla inmiş, Muallakat-ı Seb’a31 bu lisanla yazılmıştır.
Arap tarihlerinin iddiasına göre Arab-ı Müstaribe, külliyetli bir nüfusu ve kabileleri içine almış olup hepsi Hz. İsmail’in sülalesinden gelmedir. Avrupalı eleştirmenler bunun şüpheli bir konu olduğunu ve bir tek adamdan birkaç bin senede milyonlar meydana gelemeyeceğini ileri sürüyorlar. Sonra da Cürhüm Kabilesi fertlerinin ve onların torunlarının bıraktığı nesillerin ne olduğunu soruyorlar.
Gerçekten, bugün Arab-ı Müstaribe ve daha doğrusu şöylece Arap ismi altında toplanan saf ve Arap Yarımadası’nda yerleşik Arapların bir ferdin, yani Hz. İsmail’in torunları saymak mümkün olmadığı gibi; hepsini bir karışık kavim saymak ve hepsinde İbrani kanı bulmak da mümkün değildir. Bu genel noktada biz de Avrupalı eleştirmenler ile aynı fikirdeyiz. Fakat böyle genel bir iddia, zaten Arapların geneli tarafından da öne sürülmemiştir. Mesela “Asr-ı Saadet”te Kureyşlilerle Yemenliler arasında, asalet ve lisan meselesi hakkında ortaya çıkan edebî bir tartışmada, Yemenliler “saf ve İbrani kanıyla karışmış Arap olmadıklarını ve lisanlarının da daha saf olduğunu, bundan dolayı kendilerinin Arap’ın soyluları olduklarını” iddia etmişlerdi. Demek ki Arapların tamamı ve özellikle Arab-ı Aribe’nin ve Hamirilerin [Himyerilerin] asıl vatanı olan Yemen’deki kabilelerin çoğu yalnız İsmail neslinden olduklarını değil, İbranilerle karışmış olduklarını da iddia etmemişlerdir. Fakat iş genelden özele dökülünce Avrupalıların yazdıkları da kuvvetini kaybeder.
3. Adnan ve Kureyş Soyu
Arap ananelerine göre İsrailoğulları olarak ilk şöhret kazanan aile “Âl-i Adnan”dır.
“Âl-i Adnan” adı altında toplanan fertlerin hepsi yalnız Hz. İsmail’in torunları mı idiler?
Bu soruya cevap vermek biraz zordur; fakat zannedildiği kadar değil. Avrupa âlimleri bu soruya imkânsız nazarıyla bakıyorlar ve sürülerle kabilelerin bir veya birkaç adama dayandırılmasını hurafelerden ibaret görüyorlar.
Bize kalırsa Avrupalı eleştirmenler bu konuda haklı değildir. Eski zamanlarda geçen ve “tarih bakımından” tamamen açık olmayan durumlar hakkında bir hüküm verebilmek için zamanımızda, gözümüzün önünde cereyan eden, tecrübe edilmesi ve incelemesi mümkün olan durumları ölçü almak gerekir. İlkel insan hakkında bir fikir edinmek üzere sosyoloji ilminin kabul ettiği yol budur. Bundan dolayı bu mesele hakkında hüküm vermeden önce “tarih tarafından” kaydedilmiş benzer bir olayı inceleyeceğiz.
Fizan’a bağlı olan yerlerden Şâtî vahasında “Âl-i Buseyf” adında bir kabile var. Bunlar Hz. Hasan’ın soyundan gelen şeriflerdir. Bu kabilenin ceddi olan “Buseyf” СКАЧАТЬ
30
Hadramut-San’a arasındaki İrem şehri, mermer sütünları sebebiyle bu adla anılmaktadır.
31
Kâbe duvarına asılan ünlü yedi kasidenin ismi.