“Aptal Bakülü Bey! Aynı babadan olan kardeşler iktidar için birbiriyle ölüm kalım savaşına girerken, birbirinin gözünü oyup, birbirini astırırken, o yeryüzündeki tüm Türkleri bir araya getirmeyi düşünüyor. Bakalım dünyanın işleri buna izin verir mi? Türkler hiçbir zaman bir araya gelemez, çünkü dünya yaratılırken, iktidar hırsı da dünyayla beraber yaratılmıştır.
Gözünün teki belererek yuvasından fırlayacakmış gibi duran, diğeri büzülerek küçülen kesik kafa gümüş tepsinin üzerinde dimdik Abbas Mirza’ya bakmaya devam ediyordu. Çadırın mum kokulu ağır havası içinde Abbas Mirza, bu kesik kafayı bir süre sonra Tahran’a göndereceğini, arkasından sabah olacağını ve zihnini işgal eden düşüncelerin silinip gideceğini, mücadelesine devam edeceğini, Güney Kafkasya uğruna Rusya’yla girilen savaşın süreceğini de çok iyi biliyordu.”34
Sisianov’un kesik kafasından etkilenenlerden bir diğeri Hacı Muhtar Beydir. Sisianov’un kafasını görmek ve karşısında bulunduğunu bilmek, onun da asabını bozmuş, sinirlerini oynatmış, farklı ve kötü şeyler düşünmesine, zalim duygulara kapılmasına sebep olmuştur. Hacı Muhtar geleceğin pek de iyi şeyler getirmeyeceğinin farkındadır. Türk Hanlıkları Nadir’den sonra bölünmüşler, birbirleriyle kıyasıya mücadele etmektedirler. Ruslar çok güçlenmişlerdir. Bu bölünen hanlıkları sırasıyla ele geçirirler. “Bu topraklarda o kadar çok kan akıtılmıştır ki artık insanların öldürülmesi sıradanlaşmıştır.” Her şeye rağmen Muhtar Bey torbaya bakınca tüyleri diken diken olur. “Kesik kafanın o torbanın içinden kendisini gözetlemekte olduğunu”35 vehmeder. O kesik kafa onu çok etkilemiş, bu düşünceleri aklına getirmiştir. Dehşete kapılmasına sebep olmuştur. Aklına kötü düşünceler getirmiş, gelenleri öldürmeyi bile düşünmüştür.36
Abbas Mirza’nın ordugâh reisi Kurt Kerim, kafa karşısında tepki gösterenlerden biridir. Ama onun tepkisi fizikseldir. Kurt Kerim kafaya tükürmüş, bunun için de Abbas Mirza ona bir tokat atmış ve kafayı temizlemesini emretmiştir.
Romana baştan sona kadar Sisianov’un hissettikleri hâkimdir. Sisianov kendi kafasına tükürülmesini, görülmesini, seyredilmesini hiç istemez. Ama bütün bunlara mâni olacak bir güçte değildir, olanları çaresizce uzaktan seyretmektedir. Sisianov sadece Abdurrahman Ağa’nın gözlerindeki derin bir kederi fark etmiştir.
“Lala hemen koşturarak yeşil ipek örtüyü kaldırdı. Kafanın gözleri yine O’na dikildi.
Yeşil ipek örtünün altındakinin kafa olduğuna tamamen emindi ve örtüyü kaldırmalarını, kafanın açılmasını hiç mi hiç istemiyordu.
Ne var görünen mekânda hiçbir şey O’nun isteyip istememesine bağlı değildi. Kendisinin görünmeyen varlığının görünen mekânda hiç hükmü yoktu, görünen mekânda O da yoktu zaten.
Şeffaflığı ve yerçekimsizliği, varlığındaki huzur hâli görünen mekâna sığmamaktaydı ve kendisi tamamen farkındaydı elbette. Yine de çadırın içindekilerden biri kafanın suratına tükürünce, yüzünü yana çevirmek istedi, ama böyle bir şey elbette mümkün değildi, çünkü şeffaf ve yerçekimsiz varlığı yalnızca duygulardan ibaretti, bu varlıkta hiçbir hareket yoktu…
Çadırdakilerden biri kafanın suratına tükürünce, yeşil ipek örtüyü kaldıran Lala irkildi ve O, Lala’nın gözlerinin derin katlarına, en dibine sinmiş olan nihayetsiz bir keder gördü, daha sonra aynı gözlerdeki şeytani bir parlama kederi kovdu, ne var ki şeytani parlama şimşek gibi çakarak hemen de kaybolmuş ve Lala’nın gözlerinin dibine sinen keder geri gelmişti yine.”37
Sisianov’un kafası karşısında kendisini kaybetmeyen bir tek kişi vardır, o da Ağabegüm Ağa’dır. Ağabegüm Ağa, babası İbrahim Halil Hanın ve bütün ailesinin Ruslar tarafından katledilmesi üzerine büyük bir yasa bürünmüş ve şu mısraları yazmıştır:
Azizim can Karabağ,
Şeki, Şirvan, Karabağ,
Tahran cennete dönse,
Gitmez baştan Karabağ. 38
Sisianov’un kesik kafası Tahran sarayında bir odada muhafaza edilir. Odaya kimsenin girmesine izin verilmez. Oraya sadece Abdurrahman Ağa girebilmektedir. Ağabegüm Ağa bir gün oraya girer ve yalnız kalmak istediğini söyler. Kafaya bakarak şu yakarışta bulunur:
“-Allahım, dedi, parmağını kesik kafaya doğrulttu: Bu emir kulu. Şuşa felaketinin cezasını bunların hükümdarına ver! Duyuyor musun? Rusya hükümdarı da evlatları ve eşiyle beraber, birbirlerinin gözü önünde kurşunlansın diye hayatımın sonuna kadar dua ederek sana yakaracağım. Ağabeyim Ağa sesini yükseltti, şimdi sesinde yakarıştan ziyade bir buyruk edası vardı: Ve sen bunu yapacaksın! Duyuyor musun? Sen bunu yapacaksın!”39
Romanda Ağabegüm Ağaya söyletilen bu ifadeler, 110 yıl sonra Romanovların Bolşevikler tarafından katledilişini hatırlatmaktadır.40
Roman 26 bölümden oluşuyor. Her bölümün sonunda italik harflerle parantez içinde gösterilmiş olan bir kısım bulunuyor. Bu italik satırlar, Sisianov’a aittir. Olaylar Sisianov’un gözleriyle ve onun bakışıyla veriliyor. Böylece romanın çerçevesi Sisianov’un ruhunun gözlemleriyle çizilmiş olmaktadır. Roman başladığı zaman Sisianov ölmüştür. Roman boyunca, Sisianov’un bakışıyla olaylar anlatılmaya devam eder, bu arada önemli olaylar da geriye dönülerek verilmiştir.
Romanın çekirdek konusu, 19. yüzyılın başında Güney Kafkasya’da cereyan eden olaylar ve yapılan savaşlardır. Nadir Şahın ölümünden sonra 18. yüzyılın ortalarından itibaren bölgede çıkan karışıklıklar ve Azerbaycan hanlıklarının ortaya çıkması ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Romanda felsefî bir bakışın, düşünüşün ve yorumun hâkim olduğu görülüyor. Yazar pek çok meseleyi ele almış, onları sorgulayıcı ve eleştirel bir bakışla ortaya koymuştur. Bunlar hem ferdî hem de sosyal meselelerdir. Bunların başında hayat ve ölüm, Türk devletlerinin bölünmesi meseleleri geliyor. Sisianov’un ölüm ötesinden bakan ruhu vasıtasıyla ölümün gerçekliği, hayatın anlamsızlığı, dünyadaki çekişmelerin boşluğu sorgulanmaktadır. Diğer taraftan Türk devletlerinin birbirleriyle yaptığı amansız çekişmeler, hanlıklara bölünmeleri ve Rusya tarafından yutulmaları meselesi eleştirel bir bakışla ele alınmış ve Türk birliğinin önemi hatırlatılmıştır.
Yazar ölümü ve ölüm ötesini çok canlı ve etkileyici bir şekilde anlatmaktadır. Burada bazı anahtar kelimeleri kullandığı görülüyor. Bunlar arasında “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” ve “görünen mekân” ifadeleri dikkati çekmektedir. “Şeffaf ve yerçekimsiz varlık” ifadesiyle ruhun СКАЧАТЬ
34
Elçin,
35
Elçin,
36
Elçin,
37
Elçin,
38
Elçin,
39
Elçin,
40
Romanda “Ağabegüm” kelimesinin yanlış bir imla ile “Ağabeğim” veya “Ağabeyim” şeklinde yazıldığı görülmektedir. Aynı yanlış ifade, Vikipedi’de de mevcuttur. Doğrusu “Ağabegüm”dür (“Begüm” kelimesi kız çocuklarına konulan eski Türk adlarından biridir).