Roman zamansız ve mekânsız bir yerin tasviriyle başlıyor. Bu, sanki düşünce dünyasında, zihinde yaratılmış ütopik ve fantastik bir görüntüdür. Bu tasvir insanda, ruhun boşlukta gezinmesi veya insanın rüyada gezinmesi gibi bir duygu yaratıyor. Kesik başı uzaktan seyreden bir ruhun hatırlamaları ile roman başlar.
Bu ruhun başlangıçta hafızası yoktur, hiçbir şey hatırlayamaz. Fakat bir müddet sonra hafızası yavaş yavaş yerine gelir. Ve hafızası yerine geldikçe görünen mekândaki sahneler birbirini takip eder. “Hafızasında yeşermeye başlayan ve hafızasının dışında kalan, kendisinin doğrudan doğruya tanık olmadığı, fakat bir vesileyle görünen ve hemencecik de tanıdığı (Kim, ne, neresi, geçmiş mi yoksa gelecek mi?) sahneler de bunlarat” karışmıştır. “O, görünen mekândaki tüm bu sahneleri görmek” istemez, “ne var ki yerine gelen hafızası şeffaf ve yerçekimsiz varlığının neyi isteyip neyi istemediğine bağlı” değildir.24
Romanda Sisianov’un ruhu, iç dünyası çok tesirli bir şekilde verilmektedir. Bakû’ya girerken taşıdığı gurur, büyüklenişi, ilerisi için yaptığı planlar çok canlı anlatılıyor. Fakat aniden kendisine ateş edilmiş ve Sisianov hayatını kaybetmiştir. O andan itibaren ruhu bedeninden ayrılmış, bedeni uzaktan seyretmeye başlamıştır. Olayları görmekte ama artık müdahale edememektedir.
Romanın bundan sonraki kısmı, Sisianov’un hatırladıklarına göre düzenlenmiştir. Sisianov’un hayatı gözünün önünden geçer ve kendisine tesir eden hadiseler hatırlanır ve anlatılır.
Sisianov’a tesir eden şeylerden biri de kesilen kafalardır. Pugaçev’in idamının giyotinle yapılması ve Pugaçev’in kafasının kesilmesi onu düşündürmüştür. Bir de çocukluğunda gördüğü iki kesik kafanın etkisinden kurtulamamaktadır. Onları daima hatırlar ve onların gözlerini üzerinde hisseder. O iki kesik kafanın alkollü kavanozlar içindeki duruşlarını ve birbirine baktıklarını unutamaz.
Sisianov’un ruhu roman boyunca kafilenin peşindedir. Kendi kafasının bir heyet tarafından Tahran’a götürülüşünü sessizce izler. Böyle bir şeye rızası yoktur ama artık onun neyi isteyip neyi istemediği hiçbir şeyi etkilememektedir. O “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” olarak tanımlanır. Bu varlık yeryüzünde olanlara, dünyada olup bitenlere karışamaz ve engel olacak güçte değildir. Dünya “görünen mekân” diye isimlendirilmiştir. Sisianov, içinde bulunduğu ortamla dünyadaki mekânı karşılaştırır ve birbirlerinden çok farklı olduğunu düşünür. İçinde bulunduğu yerde, dünyadaki ölçülerin ve kavramların hiçbir manası bulunmamaktadır. Bu ayrılık ve farklılık şöyle tasvir ediliyor:
“Zavallı ve cahil insan, çok ne demek, büyük ne demek biliyor musun?
Görünen mekânda bu çokluğu karşılayacak bir rakam ya da sözcük yoktu ve asla da olmayacaktı.
O’nun şeffaf ve yerçekimsiz varlığından geçen tüm düşüncelerde tam bir kesinlik vardı.
A sersem ihtiyar molla, böylesi çokluğa kıyasla, görünen mekân, Abşeron kumsalındaki bir kum taneciğinin sonsuz rakamlara bölünmüş olan parçacığından daha küçüktür.
Fakat kendisi böyle bir bilgiyi nereden edindi?
Bunca büyüklük ve bunca küçüklük ne anlama geliyor?
Bu ne zaman açıklık kazanacak?
Lakin bu şeffaflık ve yerçekimsizlikte zaman da yok…”25
Bu anlatımda azlık çokluk, büyüklük küçüklük, mekân zaman gibi kavramların yalnızca bu dünyaya ait olduğu, öldükten sonra hiçbir anlam ifade etmediği anlatılıyor.
Sisianov’un hatırlamaları devam eder. Bu arada savaş alanlarının çok etkili ve canlı tasvirleri yapılıyor. Sisianov görünen mekânda ne çok vatan var ve bunları savunmak ve bunlara sahip olmak uğruna ne çok savaş yapılıyor ve ne çok kan dökülüyor, diye düşünür.26 Fakat bütün bunlar kendisi için artık anlamsızdır, bunlara müdahale etmek imkânı da bulunmamaktadır. Ayrıca içinde böyle bir istek de duymamaktadır. Şimdi tek istediği, buralardan kaçmaktır. Onun bu arzusu şöyle anlatılıyor:
“Varlığını tamamen sarmış olan duygu, uçup gitmekti, ne var ki görünen mekândaki geçmişe, şimdiye ve geleceğe ait olaylardan kopamıyor, uçup gidemiyordu. Görünen mekân O’nu bırakmıyordu sanki…
Şeffaf ve yerçekimsiz varlığı, görünen mekândan uzak bir sahaya, tertemiz bir kubbeye uçmayı istiyordu ve o kubbenin tertemiz olduğu konusunda şeffaf ve yerçekimsiz varlığında kuşku yoktu. Yalnız duygulardan müteşekkil varlığı, böyle bir sahanın, böyle bir kubbenin varlığını, uçarak bu kubbeye yükselmesi gerektiğini söylüyordu. Yükselecekti elbette, ama bir türlü yükselemiyordu…”27
Romanın sonunda çok canlı ve tesirli bir tabiat tasviri yapılıyor. Artık ilkbahar gelmiş, tüm varlıklar uyanmıştır. Kelebeğin kozasından çıkışı ve uçmaya başlamadan evvel bülbülün onu yutuşu lirik bir şekilde anlatılıyor. Tabiatın acımasız kanunu böylece hükmünü icra etmektedir. Sisianov’un havada uçan ruhu, yani “şeffaf ve yerçekimsiz varlığı”, bütün bunları seyreder. Ama artık bu mekânda kalması mümkün değildir, uçar gider. Bu uçup gitme, tam da bülbülün kelebeği yuttuğu anda gerçekleşmiştir. Böylece yazar tabiatın kanunu ve devamlılığı konusunda bir uyum ve düzen, bir bütünlük olduğunu hatırlatmak istemiştir:
“Yine aynı anda, görünen mekân hızla uzaklaşmaya başladı, uzaklaşarak kayboldu ve O, aslında görünen mekânın uzaklaşmadığını, şeffaf ve yerçekimsiz varlığının, kendisini baştan beri çeken güce doğru yükselmekte olduğunu sonradan anladı. Görünen mekân artık kendisini tutamadı, artık uçuşuna engel olamadı ve O, uçtu gitti…”28
Romanın özelliklerinden biri, ölüm ve hayat olgularına bakışa, felsefi boyut kazandırılmasıdır. Bu felsefî bakış ve düşünüş, Sisianov’un “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” diye tasvir edilen ruhu vasıtasıyla yapılmaktadır. Hayatta da, görünen mekânda da tek gerçek ölümdür ve insan bütün hayatı boyunca sadece ölüme ulaşmak için didinmekte, ölüme doğru koşmaktadır. Onun dışında her şey boş ve anlamsızdır.
“Şeffaf ve yerçekimsiz varlığında, insanoğlunun, görünen mekânda doğduğu andan başlayarak anlamadan ve bilmeden, bilinçaltında yalnızca ölüme ulaşmaya çalıştığına, çünkü insanoğlunu görünen mekândaki boşluktan, birbirini takip eden anılardaki ve sahnelerdeki anlamsız çekişmelerden, anlamsız tutku ve isteklerden, anlamsız mutluluklardan ve yine mutsuzluklardan, anlamsız neşelerden ve acılardan bir tek ölümün kurtarabileceğine dair bir duygu vardı.
Fakat görünen mekân böylesine bir anlamsızlıktan ibaretse, kendisinin orada ne işi vardı ve şimdi de bu yerde (bu yer nereyse artık) böylesine şeffaflık ve yerçekimsizlik dinginliği içinde bulunmasının nedeni neydi?
СКАЧАТЬ
24
Elçin,
25
Elçin,
26
Elçin,
27
Elçin,
28
Elçin,