Elçine Armağan. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Elçine Armağan - Анонимный автор страница 17

Название: Elçine Armağan

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn:

isbn:

СКАЧАТЬ olarak yer almaz; cansız gibi görünen bu mekânın bir ruhu vardır; geçmişle birlikte bütün hayatı topladığı gibi hayata bakışı şekillendiren etkisiyle canlı bir hüviyet taşır. Aliekber de vak’a zamanı olan 2. Dünya Savaşı yıllarının üstünden 40 yıl geçtikten sonra, 1980’li yıllarda hafızasının tanıklığıyla geçmişi anlattığı anlatma zamanı içinde çocukluğunun geçtiği mahalleyi canlı bir varlık olarak gördüğünü ifade eder:

      “ (…) çünkü sokaklar yalnız binalardan, yalnız asfalttan, taştan ibaret değildi. Bence sokakların da hafızası vardı, insanlar gelir gider, ama sokaklar kalır, sokakların ömrü insanların ömründen çok uzun oluyor, sokaklar yüz yıl, iki yüz, üç yüz yıl yaşıyor. Bu hususta düşününce bazen bana, karınca adında, fil adında, insan adında mahlûk olduğu gibi sokak adında da bir mahlûk varmış gibi geliyor”58

      Sokağın yaşanmışlıklara tanıklık eden canlı bir varlık olarak kabulü beraberinde canlıların unutma özelliğine sahip olduğu realitesini de getirir. Romanın anlatma zamanı içinde Aliekber’in sarf ettiği şu sözler bu duruma dikkat çeker: “Eğer sokağın hafızası varsa, sokak canlıysa, bir şeyleri de unutuyor, hatırlamıyor demektir.59

      Aliekber 11 yaşında ayrılıp kırk yıl boyunca görmediği mahallesi ile ellili yaşların başında karşılaştığında bir yabancılık hissettiği gibi duyguların karşılıklı olduğunu, mahallenin de kendisini yadırgadığını düşünür; içini bir hüzün kaplar. Önündeki yılları aşıp geçmişe baktığında, gelecek mazi hâline geldiğinde aynı yabancılaşmayı hissedeceğini düşünmek hüznü derinleştirir: “Bu sadece kırk yılın ayrılık hüznü değildir. Bu sadece kırk yılın ebedî bir geçmişte kalışının, dönülmezliğinin hüznü değildir. Bu hüzün aynı zamanda geleceğin, daha doğrusu gelecekte kalmış beş yılın, on yılın, hatta kırk elli yılın ebedî bir geçmişte kalacağının şimdiden hissolunan hüznüdür.60

      ALİEKBER’İN HAFIZASINDA OLUMLU İZ BIRAKANLAR

      MAHALLEYİ DAİMA YADIRGAYAN TEBRİZLİ AĞAKERİM: Aliekber’in babasıdır. Oğluna, büyüyünce yazar olacağını hissetmişçesine kalem ehli Mirza Aliekber’in adını vermiştir. Aliekber babası Ağakerim’i daima sıkıntılı, hüzünlü çehresiyle, sevincine bile hüznün karıştığını yansıtan çehresiyle, endişeli bakışlarıyla hatırlar. Ağakerim, daha çocukken babası ile Tebriz taraflarından gelip Bakü’deki petrol madenlerinde çalışmış, baba bir petrol kuyusunda boğulunca Ağakerim çocuk yaşta kendi sorumluluğunu üstlenmiş, Bakü’ye yerleşmiş, ömrü boyunca da bu şehre ve bu halka yabancı olduğunu hissederek yaşamıştır. Son derece uysal bir adamdır. Evlenince iç güveysi olarak karısının evine yerleşen Ağakerim mahallenin diğer erkeklerinin yaptığı gibi tavuk kesemese de, telaffuzu farklı olsa da, konuşmalarına Farsça sözcükler karıştırsa da mahalleli onu yadırgamaz. O da hiçbir sosyal görevini aksatmaz; cenaze ve düğünlere daima katılır. Bakü-Rusya hattında işleyen trende kondüktör olarak çalıştığı için ondan Rusya’ya dair haber sorarlar. Ağakerim sefere çıkınca haftalarca evinden uzak kalır. Tek amacı ailesini geçindirmektir; hasır sepeti ağzına kadar doldurarak eve geldiği zaman çok mutlu olur. Bu hasır sepet aile saadetini, huzurunu temsil etmektedir. Sepetin dolu olması bu bakımdan anlamlıdır. Bakü’den sık sık işi gereği uzaklaşması ve kendisini mahalleliye yabancı hissetmesi nedeniyle yaşadığı mahalleden “sizin mahalle” ifadesiyle bahseder. Babasının mahalleyi ötekileştirmesi Aliekber’i çok üzer: “Bu benim canımı sıkardı, çünkü ben bizim mahallenin aynı zamanda babamın da mahallesi olmasını isterdim.61 Ağakerim’in en büyük derdi çocukluk arkadaşı Fetullah Hatem’in sık sık gazetelerde fotoğrafı basılan meşhur ve sosyalist rejim içinde nüfuzlu biri olması ve bir zamanlar aynı ekmeği bölüştüğü bu çocukluk arkadaşının kendisiyle görüşmeyi dahi reddetmesidir.

      Askerî demiryolcu olarak 1943 yılının sonuna doğru savaşa katılır ve 1944’ün aralık ayında ölüm haberi gelir.

      AĞAKERİM’İN DUYGUSAL EŞİ SUNA: Aliekber’in annesi Suna kocasına karşı saygıda kusur etmez. Onunla aynı sofrada yemek dahi yemez. Önce kocasının yemeğini verir, Ağakerim yemek yerken yanına oturarak zevkle onu seyreder. Evin işlerini aksatmaz. Evde işi bitince vaktini komşularla geçirir.

      MAHALLELİNİN EVLADI GÜLAĞA: Saat tamircisi Gülağa mahallenin sevilen gençlerinden biridir. Küçük yaşta önce babasını, ardından annesini kaybeden Gülağa’yı mahalleli büyütmüştür. Gülağa’nın babası da, anası da, kardeşleri de mahalledir. Gülağa mahallenin kızlarını beğenmemiş ve mahalle dışından bir kızla, Suna ile evlenmiş, Suna’yı hayatının odak noktası yapmış, gece gündüz tüm vaktini Suna ile geçirmeyi tercih etmiştir. Onun bu tavrı başta mahalleliyi gücendirse de zamanla bu çifte alışırlar. Gülağa, savaşta ölür.

      MAHALLEYE GELİN GELEN SUNA: Aliekber’in annesinin adaşı Suna saatçi Gülağa ile evlidir. Aliekber onu gamlı güzelliği ile hatırlar. Suna mahalleye dışardan gelin gelmiştir. Mahalle halkı onu tanıyınca sever ve kabullenir. Mahallelinin alışık olmadığı şekilde Suna ve Gülağa her yere birlikte giderler, gündüz vakti kol kola-el ele dolaşırlar. Evde birlikte zaman geçirirler. Geleneksel çizgiden uzak olan ve eşlerin eşit oldukları ilkesine dayanan bu birliktelik mahalleliyi rahatsız etmez. Hiç alışkın olmadıkları bu modern ilişkiyi yadırgamayışları mahalle sakinlerinin değişime ve yeniye açık olduklarını göstermektedir.

      Gülağa savaşa gidince onun fotoğrafçı Ali tarafından büyütülen fotoğrafı ile avunur. Gülağa’nın gittiği günden itibaren evdeki bütün saatleri kaldırarak zamanı dondurmaya çalışır. Onun saat tamiri yaptığı dükkâna adımını atmaz. Cepheden Gülağa’nın ölüm haberi gelince inanmaz, mahallelinin onun için yas tutmasına izin vermez, akıl dengesini kaybeder ve gözlerden kaybolur.

      EVLAT HASRETİ ÇEKEN KÜBRA: Muhtar’ın eşi Kübra nefes almakta dahi zorlanan, hasta bir kadındır. Çocuğu olmamıştır. Evlat hasreti ile yanar kavrulur. Muhtar evden çıktıktan sonra mahallenin çocuklarını eve çağırıp onlara kendi eliyle yaptığı peraşkileri ikram eder. Balkonundaki çiçekleri sevgiyle sular. Ölümünün yakın olduğunu bilir ve çiçeklerinin ölümünden sonra kendisini özleyeceğini söyler.

      MAHALLEYE SONRADAN GELEN ŞEVKET: Evli bir adama kaçmış, ondan ayrılınca bu mahalleye yerleşmiştir. Tatlı fabrikasında çalışan Şevket, Ziftçi Mirzagil’den satın aldığı iki odalı evde tek başına yaşar. Çevresindekilerle teklifsiz konuşur, şakalaşır. Çok rahat davranır. Sadece Hanım Teyze’den çekinir. Muhtar ile ilişkisi vardır ama bir türlü mutluluğu yakalayamaz. Sonunda mahalleliyi şaşkınlık içinde bırakarak Balakerim ile evlenir. Balakerim’e kendi evinde baakr.

      OĞLUNDAN EZİYET GÖREN EMİNE TEYZE: Faytoncu Hamidullah ile evlidir. Çok istemelerine rağmen çocukları olmayınca adak adarlar. Oğulları İbadullah doğunca da kara dut ağacını adak olarak ekerler. Hamidullah öldükten sonra oğlu İbadullah, babasından para kaldığını iddia ederek Emine Teyze’ye kötü davranır. Artık gözleri görmez olan, mahallelinin, özellikle de Aliekber’in annesi Suna ve Hanım Teyze’nin pişirdikleri ile karnını doyuran annesini tartaklar. Hanım Teyze, İbadullah’ın karşısına dikildiğinde “Biz ana СКАЧАТЬ



<p>58</p>

Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 221-222.

<p>59</p>

Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 222.

<p>60</p>

Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 222.

<p>61</p>

Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 53.