Düz yazısının ve dramın birbiriyle ilişkili olarak yabancı gezegenler gibi olması tesadüf değildir. Birbirine çok az benzerlikleri var haberci tehdit ve yiyecek anlamında çok yumuşak ve akıcı bir anlatıma sahip nesir sınırları içinde tüm karakterlerini övüyor hatta bende uzak olmayın derim (belirli karakterlerin olumsuzluklarına rağmen) onları sever, arkadaşları, akrabaları onu tanır. Onlarla aynı yatay düzlemde olmaya karar verdi bu insanlarla kendi akrabası gibi konuşur ya da kenarda durup onları heyecanla izler ve hep bir şeylerin dikkatini dağıtacağından korkar gibi görünür geri planda kalır. Yazarın merceğine düşmez nesir Elçin hep kahramanlarıyla beraberdir
Karakterlerin romantik çırpınışlarını lirik ve psikolojik durumlarını ve cesaret duygularını paylaşıyor. Onun neresinde garip akıcı bir müzik var bu müzik hangi notalarda? “Bitless” grubunun şarkıları, hangi notalarda ise Fransız Paul Moria’nın besteleri bazı notalarda muğamların mutlu tasnifini ve renklerini hatırlatır. Elçin kendi romanlarında, hikâyelerinde, povestlerinde 60’lı yıllara, o yıllarda yaşamış insanların romantik dünyasına ramazan aşikardır Ve o yıllarda gerçek dünyaya pembe gözlük camlarının arkasından bakar. O insanlara gerçeğe, iyiliğe, sadakate, bencil olmayan nezakete Adalete ve ahlaki saflığa inanmak istiyor sadece inanmak istemekle kalmıyor hatta inanıyor.
Başka bir deyişle Elçin nesrinin mayası 60’lı yılların inkılabının samimiyetinde, isyanlar asi saflığında yatıyor kökleri de oradan beslenip boy atıp dallanmış bir ağaca dönüşür. Şunu da not etmeliyim ki Elçin nesrin hatta “Mahmut ile Meryem” romanında görünen bazı fantastik bölümlerin varlığına rağmen son derece gerçekçi bir romandır Düz yazısında Elçin azami ölçüde şeffaftır. Bu nesirde alaya, ironiye karamsarlığa, koyu renklere yer yoktur. Elçinin yazısı güneşin şafağında parlayan bir Gökkuşağı gibidir.
Halbuki Elçin’in drama unsuru elbette ki “Posta Şubesinde Hayal” ve “Kızıl” piyeslerini çıkarmak şartıyla tamamen başkadır. Onun bütün draması yeniden yapılanma (perestroyka) dönemine, doksanlı yıllara yansımıştır. Doğrusu bu ifadeyi Azerbaycan edebiyatının bir sıra temsilcileri konusunda ele almak mümkündür. Lakin Elçin diğerlerinden şöyle ayrılır, onun piyeslerinde 90’lı yılların ayrı ayrı durumları güzel şekilde şekillendirip esere alınmaz; devir, zamanın özü sembolik tarzda gösterilir. Sanki 90’lı yıllar ona 60’lı yıllardan tanıdık karakterleri muhtemelen farklı bir takvimle tanıtır. Sanatkârın gözündeki gözlüğün pembemsi renkli camları kırılır. Elçin’in karakterleri delirir, ahmaklaşır, gergedanlaşır, robotlaşır. Onlar para, rütbe oyuncaklarına çevrilirler. Aşırı derecede düşüp alçalırlar, itibarsızlaşırlar. Yazarın sevimli kahramanları ise hasta durumda olup kendi romantik alemlerine kapılırlar, ilaçsız durumları ile barışırlar. Elçin’in sanatçılığı için 90’lı yıllara kadar özgün olmayan satirik durum, iğneleme, acı kinaye, karamsarlık notları, koyu boyalar onun piyeslerinde kendine özgü şekilde yer almaya başlar. Elçin’in yazı sayfalarına zamanın kiri çıkar. Düz yazısında hiçbir zaman filozof olmaya can atmayan Elçin kendi draması çerçevesinde filozoflaşır, ciddiliğin zirvesine ulaşır, zaman ve mekân çerçevelerinin dışına çıkar, her tür mantık sınırlarını vurup dağıtır.
Evet, Elçin dramaturjiye, tiyatroya tamamen yeni bir Elçin gibi geliri. Yeni edebi hazine ile yeni düşüncelerle, yeni fikirlerle, yeni güzel marifetlerle gelirdi. Drama ve tiyatro tecrübesine belli surette sahip olarak gelirdi ve büyük nesir deryasını piyes yazarlığı ile karşılardı. Niye ben burada “karşılamak” sözcüğünden faydalandım? Niye 60’lı yılların Elçin’i için özgün edebi, estetik dünyayı 90’lı yılların Elçin’i için özgün estetik yazarlıktan bu kadar farklılaştırdım. Bu yüzden de bu fikrin konular doğurabileceğine inanıyorum. Hiç şüphesiz ki 90’lı yılların Elçin draması hiç de onun nesrindeki karakteristik işaretlerin yeni edebi estetik ölçüde 60’lı yılların ideali ile yaşayan Elçin eğil 90’lı yılların Elçin’i tamamen farklı, tamamen yeni bir Elçin’dir! Ve eğer geniş mukayeseler ve sembolik sınıflamalar düzlemini götürürsek Elçin’in “Edebi düşüncelerine dayansak göreceğiz ki Elçin 90’lı yıllarda ruha Leo Nikolayeviç Tolstoy’dan daha çok Samuel Bekketo yakındır.
Tesadüf değildir ki Elçin Azerbaycan sahnesine tuhaf gelir, absürt piyeslerden elinde kurşun toplayıp gelir!
Elçin’in ilk dram eseri “Posta Şubesinde Hayal” (1970) trajikomedisidir.
Elçin’in 1989-1992’li yıllar arasında birbiri ardına yazdığı bir perdelik piyesleri drama materyalin esas benimsemeyi asıl dramaturg adetlerine sahiplenme, bu alanda üstat olmak girişimlerinin gerçekliğidir.
Elçin’in drama sahnesine gelişi hemen “Ah, Paris Paris” (1992) piyesiyle kayda alınmalıdır. Çünkü bu, artık yazarın drama ile bağlı kalem tecrübesi değil, yazarın dramaya olan iddiasının gerçekliğidir.
Elçin’in tiyatroya gelişi ise yazarın 1995’li yılda “Ben Senin Dayınım” komedisinin Azerbaycan Devlet Rus Dram Tiyatrosundaki sahne boyutunun prömiyeri ile tarihe geçer.
Ve bundan sonra Elçin’in piyeslerinin önü bir bir açılıp Azerbaycan tiyatrolarının sahnesine konar oradan da büyük bir inanç duygusuyla duvarları aşıp Avrupa sahnelerine gider, dünyaya yayılır ve yayılmaktadır.
Bu yüzden de ben Elçin’in dram sanatçılığının, tiyatro faaliyetinin güzelliğini, büyüklüğünü, miktarını özel olarak vurgulamak amaçlı deniyor ki “AÇIN PERDEYİ: ELÇİN GELİYOR!” Tamamen haklıyım…
II.BÖLÜM ROMANCI YÖNÜYLE ELÇİN
USTA BİR ROMANCININ TARİH YORUMU: KAFA ROMANI
Prof. Dr. Bilge Ercilasun
21. yüzyılda Modern Türk edebiyatı oldukça gelişmiştir ve pek çok türde orijinal eserler vermektedir. Türk edebiyatının en çok eser verdiği türün roman olduğu görülüyor. Roman, bütün dünyada 19. yüzyıldan itibaren en çok örnek veren, toplum tarafından en çok ilgi gören bir edebî türdür. Teknolojinin ilerlemesiyle, bu tür daha da yaygınlaşmış ve kolay ulaşılır bir hâle gelmiştir. Roman, bütün toplumun çeşitli meselelerini, duygu ve düşünce dünyasını, ferdî ve sosyal problemlerini ifade edebilen çok yönlü kompleks bir türdür. Eğlendirme ve eğitme amaçlarını da taşıyan roman, insanların en çok okuduğu, ihtiyaç duyduğu bir tür hâline gelmiştir. İnsanlar romanlarda kendilerini bulmakta, pek çok konunun kendilerine tanıdık geldiğini görerek daha çok okumaya heves etmektedirler.
Batı dünyasında roman 18. yüzyıldan itibaren gelişmeye ve pek çok örnek vermeye başlamıştır. 20. yüzyılda Türk dünyasında da aynı gelişme olmuştur. Artık geniş bir coğrafyaya yayılan çeşitli Türk topluluklarında da değişik ve orijinal romanlar yazılmaktadır. Zengin bir geçmişe sahip bulunan Azerbaycan edebiyatı bu konuda başta gelen örneklerden biridir. Azerbaycan edebiyatının Anar ve Elçin gibi büyük ve usta romancıları bulunmakta ve ilgi çekici ve zengin muhtevalı, modern ve orijinal eserler vermektedirler.
СКАЧАТЬ