Mısır'ın Kutsal Kedisi. G. A. Henty
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mısır'ın Kutsal Kedisi - G. A. Henty страница 12

Название: Mısır'ın Kutsal Kedisi

Автор: G. A. Henty

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258361452

isbn:

СКАЧАТЬ bir hayatımız yok, olmasını da istemedik gerçi. Tüm bu şaşaa insanları yumuşatıyor olmalı.”

      “Olabilir,” diyerek onayladı Amuba, “ama sen de şunu unutmamalısın ki, daha çok yakın zamana kadar bizler çadırlarda yaşayan, istediği vakit otlak bulmak için dolaşan bir halktık ve yerleşik hayata geçip kentler inşa etmeye başladığımız için yumuşamadık. Mısırlıların yiğit olmadığını kimse söyleyemez, kesinlikle bunu söylemek bize düşmez ama fiziksel beceri olarak bizimle aşık atamazlar. İnsanların bize nasıl bakıp parmakla gösterdiğini görüyor musun Jethro? Daha önce bizim gibi mavi gözlü, sarı saçlı bir ırk gördüklerini sanmıyorum ama kendi aralarında bile esmerliğin farklı tonlarını görmek mümkün. Soylular ve üst sınıflar ayak takımına göre daha açık bir ten rengine sahip.”

      Mısırlılar esirlerin ten rengi karşısında gerçekten de hayrete düşmüştü, duvar süslemelerinde de hâlâ Rebu halkının mavi gözlerini ve sarı saçlarını gösteren resimler bulunmaktadır. Kralın dönüşü üzerine verilen şenlikler günlerce devam etti, sona erdiğinde ise esirler kraliyet düzenine göre dağıtıldı. Bazıları savaşta kendini göstermiş olan komutanlara verildi. Çok sayıda esir rahiplere bırakılırken birçoğu kamu işlerinde çalıştırılmak üzere gönderildi.

      Tuhaf ten rengi ve sarı saçları özel bir ilgi uyandıran Rebulu esirler ise kralın kişisel gözdeleri arasında dağıtıldı. Kızların çoğu kraliçeye ve kraliyet prenseslerine verilirken diğerleri de kralın konseyini oluşturan rahip ve komutanların karılarına bırakıldı. Erkekler çoğunlukla tapınaklarla ilgili hizmetler için rahiplere verildi.

      Amuba, Jethro’yla birlikte büyük tapınaklardan birindeki rahiplerin hizmetine atanan sekiz esirin arasında olduklarını öğrendiğinde çok mutlu oldu. Bunun şansla pek bir ilgisi yoktu aslında çünkü esirler sıraya dizilmiş, aralarında seçme ya da kayırma olmaması adına her bir tapınak için belirlenen sayıyla birlikte sırası gelen ilerlemişti, böylece çeşitli tapınaklara tarafsız bir şekilde dağıtıldılar, Jethro da her zaman Amuba’nın yanında durduğu için doğal olarak aynı tapınağa seçildiler.

      Tapınağa vardıklarında küçük esir grubu yeniden sıraya dizildi, bunun üzerine ciddi ve saygın görünümlü bir adam olan başrahip Ameres onları inceleyerek aralarında gezdi. Eliyle Amuba’ya işaret edip öne çıkmasını istedi. “Bundan böyle,” dedi, “sen benim hizmetçimsin. Davranışlarına dikkat edersen iyi bakılırsın.” Yeniden sırada yürümeye başladı, Amuba başka birini daha seçeceğini anlayınca kendini rahibin önüne atıp dizlerinin üstüne çöktü.

      “Efendim bu cüretimi bağışlayın,” dedi, “ama size yalvarırım yanımda duran şu adamı seçin lütfen. Kendisi çocukluğumdan beri dostum olmuş, savaşta beni kalkanıyla korumuş, kendi babamı kaybettiğimden beri bana babalık yapmıştır. Yalvarırım bizi ayırmayın efendim. Bize ne görev verirseniz verin severek çalışacağımızı göreceksiniz.”

      Rahip ciddiyetle dinledi.

      “Dilediğin gibi olsun,” dedi, “elinden gelirse çevresindekileri mutlu etmek her insanın görevidir, dostun da güçlü kuvvetli bir adam ve dürüst, içten bir yüzü var, benim için gayet uygun olacaktır; o halde ikiniz de peşimden gelin, evime gidelim.”

      Diğer esirler rahibin peşinden giden Amuba ve Jethro’yu selamladı. Rahip bu ifadelerini fark edince delikanlıya dönüp şöyle dedi:

      “Halkın için önemli biri miydin de ayrılmadan önce senden daha büyük olan dostun yerine seni selamladılar?”

      “Ben krallarının oğluyum,” dedi Amuba. “Kendisi sizin birliklerinizle savaşırken öldü, şehrimiz ele geçirilmeseydi ve ülkemiz Mısırlıların egemenliğine girmeseydi tahta ben geçecektim.”

      “Öyle mi?” diye sordu rahip. “Hayatın getirdiği değişiklik ve rastlantılar gerçekten de çok tuhaf. Acaba kralın oğlu olarak neden Thutmose seni özellikle kendisi için ayırmadı?”

      “Sanırım bilmiyordu,” dedi Amuba. “Sizin geleneklerinizi bilmediğimiz için esir dostlarım kralın oğlu olduğum öğrenilirse muhtemelen öldürüleceğimi düşündüler, bu yüzden de saygı belirtisi gösterecek tüm ifadelerden kaçındılar, onlar gibi köle olan birine kral gibi davranmaları oldukça gülünç olurdu.”

      “Belki de en doğrusu,” dedi rahip düşünceli bir şekilde. “Sana zarar verilmezdi çünkü biz savaşta alınan esirlerimizi öldürmeyiz, yine de bir rahibin hizmetçisi olarak yaşamak kralın hizmetkârlığını yapmaktan daha kolay olabilir senin için. Fakat doğduğun zümreyi yine de kimseye söylemesen iyi olur çünkü krala bildirilirse saraya gönderilmen gerekebilir, saray hayatının görkemini ve canlılığını izlemeyi sessiz bir evde hizmetçi olmaya yeğlemiyorsan tabii.”

      “Sizinle kalmayı kesinlikle tercih ederim efendim,” dedi Amuba hevesle. “İsteğimi bağışlayıp köle dostum Jethro’yu seçerek şimdiden merhamet dolu bir kalbiniz olduğunu gösterdiniz, kaderimin umduğumdan daha büyük mutluluk getireceğini şimdiden hissediyorum.”

      “Görüntüye bu kadar çabuk aldanma,” dedi rahip. “Öte yandan burada, Mısır’da, köleler Nübye’nin yabani halkları arasında ya da çölde olduğu gibi muamele görmezler. Hepsi için bir kanun var, burada köle öldüren biri bir Mısırlının canını almış gibi cezalandırılır. Fakat sanırım şunu söyleyebilirim ki, buradaki hayatın çok zor olmayacak; zekisin, dilimizi bu kadar akıcı konuşabilecek kadar yeterli bilgiyi bu kadar kısa sürede edinmiş olmandan belli. Sen de dilimizi konuşabiliyor musun?” diye sordu Jethro’ya.

      “Biraz konuşabiliyorum,” dedi Jethro, “ama Amuba kadar iyi değil. Yaşlı dilim yabancı bir lisana gençlerinki kadar çabuk alışamıyor.”

      “Anlaşılabilecek kadar konuşuyorsun,” dedi rahip, “çok yakında dilimizi kusursuz bir şekilde kavrayacağından eminim. Burası benim evim.”

      Rahip her iki yanından yüksek ve geniş bir duvarın uzandığı görkemli bir geçitten girdi. Geçidin kırk, kırk beş metre ilerisinde büyük bir ev duruyordu, buraya kıyasla Amuba’nın büyüdüğü kraliyet konutu sefil bir kulübe gibi kalırdı. Duvarların çevrelediği yaklaşık iki yüz elli metre karelik boş bir arazi vardı, burası bahçe olarak düzenlenmişti. Etrafı sıra sıra meyve ağaçlarıyla doluydu, bir kısmı üzüm bağı olarak ayrılmıştı, bir sıra palmiye ağacının böldüğü alanda ise sebze bahçesi vardı.

      Evin önünde geniş bir gölet, içinde ise rengârenk boyanmış bir kayık vardı, çeşit çeşit su bitkileri göletin kenarlarını süslüyordu. Zarif palmiyeler yapraklarıyla üstünü kapatıyordu, zambakların geniş, düz yaprakları ise üzerinde yüzüyordu; Amuba’nın tüm dini törenlerde üst sınıftan çok sayıda insanın taşırken gördüğü ve adına nilüfer dendiğini duyduğu beyaz çiçekler ise üzerinde süzülüyordu. İki esir, gördükleri manzaranın güzelliği karşısında şaşkınlık ve hayranlık içinde donakaldı ve şimdiye kadar gördüklerinden daha güzel olan bir bitki örtüsüne bakarken bir anlığına köle olduklarını unuttular. Rahibin yüzünde bir gülümseme belirdi.

      “Mutlak mutluluk hiçbir insana bahşedilmez,” dedi, “ama sanıyorum zamanla burada hiç olmazsa memnuniyeti tadacaksınız.”

      IV

      Rahat СКАЧАТЬ