Название: Ali Akbaş Armağanı
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-43-0
isbn:
Bizde böyle bir deyim var: “Niyetin nereye ise menzilin orasıdır.” Ali Akbaş’ın içindeki büyük Türklük sevdasıyla, sonunda bütün imkânlarını zorladı ve kısa sürede tüm Avrasya’da ün kazanan “Kardeş Kalemler” gibi soylu bir derginin genel yayın yönetmeni oldu. Şimdi, şiirlerinde dile getiremediği bazı şeyleri bu dergi aracılığı ile dünyaya ulaştırıyor. Hiç çekinmeden diyebilirim ki, Kardeş Kalemler ’in Azerbaycan ve diğer Türk yurtlarında, en az Türkiye’deki kadar okuyucusu var.
Ali Akbaş Türkiye sınırlarını çoktan aşmış bir şairdir. Makedonya’da kitabının yayınlanmasını, birbirinden değerli çocuk şiirlerinin, ders kitaplarına alınması, okullarda okutulması, dediklerimizin bir kanıtı olsa gerek. Ali Akbaş şiirlerine yüklediği enerji ile bütün zamanlarda yaşama hakkı kazanmış, bahtiyar bir sanatçıdır. Büyük bir şiir dehasının bu kadar mütevazı olması eşine az rastlanan bir özelliktir. Ama bu ilk bakışta böyledir, haksızlığın boy gösterdiği dönemlerdeki yılmak bilmeyen bir eda ile haykırışları ise ona bir başka özellik kazandırıyor.
Onun dostluğundan söz açsak, “adam gibi adam olduğu” sözleri gönlümüzden dilimize çıkacak. Şairliğinden söz açsak, tarife sığmaz sözler sarf etmek gerekecek. Şiirine, onun kadar titiz davranan birine rastlamazsınız. Nasıl söyleyelim kelimeleri kendine, kendini kelimelerine sevdirene kadar uğraşır, onda bir gizli arı çalışkanlığı ve işine sadakat söz konusudur. Ali Akbaş, doğanın bir parçası olduğuna inandığından, kaleminden çıkanları da doğanın bir parçasına benzetmeye özen gösteren ve en sonunda buna nail olan ve bunu bir alışkanlık hâline getiren, bahtiyar sanatçımızdır.
O bir tevazu timsalidir. Bu yönü ile Azerbaycan’ın çok büyük ama hakkı teslim edilmemiş şairi, adaşı Ali Kerim ile aynı karakteri paylaşıyor. Belki de tevazu, büyük şairlerin hepsi için geçerli bir özelliktir, bilemiyorum. “Derinlik ne kadar fazlaysa o kadar sakindir,” diyorlar. Bu sözü sanki Ali Akbaş’a söylemişler. Şiir festivallerinde defalarca birlikte olduk. Fikir, düşünce ve hüzün dolu şiirlerinin her isteği karşılayacağından emin olduğu için başka şairler gibi salonları coşturmak için asla çaba göstermez.
Ona sözün sihirbazı desek yanlış olmaz. Çiçekten balözü çeken arı misali sözün usaresini çekerek, tüm vezinlerde aynı düzeyde eserler verir. O belki az yazıyor ama “öz” yazdığına şüphe yok. O: “Güzellik gibi, ahlak gibi, metafizik kavramlar gibi, anlatılması zor olan bir şeydir şiir” diyor. Şiiri böyle bir yaklaşımı ile tanımlayan şairden başka ne beklenmeli ki?
Türk Dünyası’nın dertleri, acıları, onun şiirlerinden bin bir feryat ve yürek dağlayan sızılarla, kızıl bir hat gibi geçiyor.
O, daha ilk şiirlerinden itibaren hakikatin farkına varmış bir şairdir, şiirin derinliklerine inip, bir arı gibi öyle ince damarlardan şiir şırası çekiyor ki, onun yazdığı konularda eser verebilirsiniz ama onu taklit etmek imkânsız gözüküyor. O, hangi konuya el atmışsa, o konuya ebedi mührünü de vurmuştur. İşin ilginç yanı odur ki, Ali Akbaş şiirin bütün vezinlerinde kalemini sınava çekmiş ve her defasında da bu sınavdan alnının akı ile çıkmıştır Ali Akbaş’ta hikmetli Doğu şiiri ile modern arayışlı Batı şiirinin öncül sentezi, ilahi bir biçimde buluşur. Klasik Doğu şiiri ile modern Batı şiirinin zengin tecrübesinden yararlanan şair, gazel yazarken de, koşma yazarken de ya da serbest şiirlerinde de aynı zirveyi yakalayabilmiştir. “Fuzuli”, ”Bizim Türküler” , “Erenler Divanı” ve daha onlarca birbirinden farklı biçim, ritim ve farklı ruh hâliyle yazılmış şiirleri bu düşüncemizi kanıtlamak için yeterli olacaktır. Bu eserler seslerin, renklerin, vahilerin, sırlı fısıltıların, bazen çılgın bazen aheste armonisini oluşturmaktadır. Ama ben bu yazımda daha çok hatıralarıma yer ayırdığımdan Ali Akbaş’ın şiirlerini incelemeden, sadece “Göygöl” şiirine değineceğim. Güzel sudan bir damla da içsen, bir derya da içsen, aynı değerdedir. “Göygöl” şiirinde bir şiir hazinesi saklıdır:
Gönlüm göle düşmüş yaban ördeği…
Ne kadar özenmiş hilkatin eli,
Bir depremde doğan yayla güzeli.
Gök mavi, göl mavi, her şey semavi
Arşa çıkar ateşgahın alevi.
Yanılıp Göygöl’ü su sanmasınlar
Bismillah demeden yıkanmasınlar…
Asırlardır sevda çeken gönüller
Ateşgah’da yanar, burada serinler…
Bir sabah Göygöl’de peri kızları
Yıkanırken siper edip sazları,
Üstlerine gelmiş bir deli çoban.
Kır papaklı sırtı heybeli çoban
Bakmış ki gölbaşı peri tüneği
Atmış üstlerine ak kepeneği.
Bir anlık gafletten doğmuş Tepegöz
Oğuzu uykuda boğmuş Tepegöz.
Bir gece yarısı ay suya düşer,
Çöllerde bir ceylan pusuya düşer.
Dikkatle okunduğunda bu şiirde acılı, ağrılı, sancılı bir o kadar da şanlı, şerefli tarihimizin tüm evrelerinin, ince bir dantel gibi örüldüğünü görüyoruz.
Bu şiiri, bir de şunun için öne çıkarıyorum ki, ben bu şiirin ilk mısralarının nasıl oluştuğuna da tanıklık ettim. Yukarıda da anlattığım gibi; bir güz günün de Ali Akbaş’ı, doğada oluşum tarihi bilinen, dağların kucağında karar kılan yedi bacının en güzel gölü olan Göygöl’e götürmüştük. O, sonraları Göygöl’e bu gidişimizi kâğıda böyle dökecekti: “Yıl 1988. Mevsim son bahar. Derin bir hüzün çökmüş yaylalara. Nizami’nin yurdu Gence’yi geride bırakıp Kepez dağına tırmanıyoruz. Kepez dumanlar içinde ve eteğinde bir peri uyukluyor. Dünyanın en sihirli suyu olan Göygöl bu. Biz üç şair… Bahta lanet okuyarak suyun aynasına dalıyoruz” Ve o dalış Ali Akbaş’a “Göygöl” gibi olağanüstü bir şiiri yazdıracaktı. İşin aslı bu ki, 1141 senesinde, Gence’de büyük bir deprem olmuş ve bu deprem nedeniyle Kepez dağının bir bölümü uçup, Aksu ırmağının önünü kesmiş. Göygöl’de böylece oluşmuştur. СКАЧАТЬ