Название: Ali Akbaş Armağanı
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-43-0
isbn:
Yitirdim köyün yolunu
Yamaçlara ateş yakın.”
Artık o bir kaptan yemek yemenin doyumsuz lezzetini, baba ocağının sıcaklığını hiçbir şeyde bulabilmek mümkün değil. Artık taş duvarların gerisinde bizi kaloriferler değil, sadece dostların sıcak alakası kutlu çerağı taşıyan “Doğuş”ların kıvılcımlarını gönülden gönülde taşıyan sıcaklığı ile ısınıyorum.
Doğuşlar: Bir gün döneceğimiz köyümüzü bulabilmemiz için yamaçlara yakılan ateştir bizim için. Doğru ağabey,
“Hiç sormayın nerde kaldım,
Her yıl bir diyarda kaldım,
Bir ifrit ağına düştüm
Bir kuş gibi darda kaldım…”
Gönülleri birleşenlerin duyguları da, hüzünleri de, ümitleri de müşterek oluyor; bunu mısralarınızı tekrar tekrar okudukça daha iyi anlıyorum. Müşterek sevinçlerimiz mi? Onu da konuşacağız ağabey. Ne demiştiniz “Doğuş”un ilk çıkışında “Söğüt ve Serçe” başlıklı yazınızda: “…Gün olur serçe bir kartal olur, söğütler bir ulu çınar. Allah kerim.”
En kalbi duygularımla şahsınıza, dostlarımıza hürmet ve selamlar ediyorum. Yanılmıyorsam dokuz-on yaşına gelen Taşer büyüğümüze de sevgi ve selamlarımı iletir misiniz ağabey?
Allah’a emanet olunuz.
Ali Ağabeyimden Mektup;
Küçük Şehzadem
Efendim,
Sevimli mektubunda unutulmaktan söz ediyorsun. Ama bir kere seni tanıyıp da unutmak ne mümkün kardeş. Yalnız ben değil yengen bile hatırlıyor misafirliğinizi. Araya giren mesafe ve zaman sevenleri gönül ehlini etkiler mi hiç. Demek on yıl geçmiş Söğütlüdeki sohbetin üstünden. Öyle ya, yeğenin küçük Taşer on yaşına basmış. Ama daha dün gibi geliyor bana. Güldükçe beliren göz kapakların, al al yüzün ve gamzenle canlanıyorsun gözümde. Biz öz kardeş muhabbeti ile anarız seni hep. İnşallah yirmi sekiz ay sonra yiğitliği, sabrı ve çilesiyle bir olgun simayı kucaklayacağız. ”Dut-Biber” çekişmesine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Afşin’e gidip biber, Elbistan’a gidip dut yiyeceğiz.
Neylersin; felek, şeleğini atmak için güçlü omuzlar seçiyor. Nadan değil ehli okusun diye olmalı, her satırı bir düz çizgiyi andıran mektubunu hasretle muhabbetle tekrar tekrar okuduk. Yengen, ben ve Aslan (Biliyorsun biz evde Hamza’ya aslan deriz.) daldık gittik hatıralara. Yani o gece aramızdaydın. Mektubunu okudukça zihnimdeki çocukluk hatıraları, köy duyumları tekrar canlandı; sana olan özlem arttı. Ne samimi üslup o.
Naçizane karalamalarımdan dolayı iltifat ediyorsun. Teşekkür ederim. Ama hiç yaşayanlarla yazanlar bir olur mu can… Asıl şiir, asıl destan arayış içindeki bir neslin dramıdır, çilesidir. Yazdıklarımla bir tek senin, bir saniyeni hoş geçirtebilir ise bahtiyarım Efendim. Yengen ve ben sana ve şahsında bütün arkadaşlarına selam eder, sağlık ve afiyet dileriz.
Yeğenleriniz ;
Taşer, Emre ve Elif ellerinizden öperler ve ben tekrar tekrar gözlerinizden öperim Efendim. Tez elden kavuşma dileklerimde. Allaha emanet olunuz.
Bu gençler , sanki yıllarca cepheden cepheye koşup, haritada yeri bulunamayan esir kamplarında ömür tükettikten sonra ‘ana ben ölmedim!’ deyip çıkıvererek baba ocağına dönen seferberlik gazileri gibiydiler. Mahbeslerden salıverildiklerinde veya vatanlarına döndüklerinde bazılarının ana babaları ahiret yurduna göçtüğü için sığınacakları bir baba evi, aile ocağı bulamayanlar oldu. Bizi baba ocağına döndüğümüzde de Ali Ağabeyim yine ağabeyliğini göstermiş bizi armağanların en güzeli ile bir şiirle karşılamıştı:
“Kademinle coşsun ulu dereler
Dağlar çiçek açsın ilkbahar gelsin
Obadan obaya yayılsın haber
Göğümüze telli turnalar gelsin
Hasret kara saplı Yarpız bıçağı
Yolunu bekliyor baba ocağı
Bu yıl sürülerin döl döküm çağı
Ardınca sürmeli kuzular gelsin
Dağlara çık göğsünü ver rüzgâra
Billur pınarlarda saçını tara
Yayla yollarında geçmişi ara
Ovalar, yaylalar sana dar gelsin
Baba ocağına geldiğin hafta
Kurbanlar keselim Eshâbülkef’te
Özetlensin dertler uzun bir âhta
Bu davete Üçler, Yediler gelsin
Yamaçlar yeşerdi ekinler göcek
Avşar eli yaylalara göçecek
Yol boyunca kılavuz ol başı çek
Ayşeler, Mineler, Sunalar gelsin
Halaya dizilsin emmi kızları
Kızların cemâli sulardan arı
Yıllar var ki gözetliyor yolları
Sevinçle ağlayan analar gelsin
Gel Efendi’m Binboğa’ya çıkalım
Çıkalım da dağda ateş yakalım
Ufukları sarsın kırmızı yalım “
Sönen paslı yüreklere fer gelsin
Zaman değişmiş, ölçüler değişmiş, değer hükümleri değişmiş, öz yurtlarında garip hallere düşmüşlerdi. Ama “ülkü denilen nazlı gelin”e sevdalarında bir azalma olmamıştı. Tıpkı Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibiydiler.
“Beli artık genç değiller, kırışmış alın çizgileri, ağaran şakakları, dökülen saçları, bedenlerini şuradan buradan yoklamaya başlayan romatizma ağrıları ile bir nüfus sayımında Türkiye’nin gençlik ortalamasında yer almaktan çoktan vazgeçtiler.” Şimdi çoğunun saçlarına karlar yağmış durumda; ev, ocak, yurt, yuva, evlat, torun sahibi olmuşlar ve o gençlik yıllarının ölçüsüz kardeşlik ve ülküdaşlık hukukunu hasretle anarak o günleri her hatırlayışlarında derinden bir tahassürle “aaaaah” demektedirler.
Ali ağabey, can ağabey ad gününüz kutlu olsun, evlatlarınızla , torunlarınızla siz çok yaşayasınız.
Çok şükür on kara günler kısmende olsa geride kaldı. Kerkük’te kurşunlar ansızın bizi vurup başsız cesetlerimiz sokaklarda sürüklense de fırsat oraya da gelecektir. Türkistan’ın bereketli ovalarında soydaşlarımız “Pakhta Kölesi” olmaktan kurtulmuş kızıl yılanın 7 başı kurumuştur. Bebeklerin bile beşiklerinde vurularak kana bulanan СКАЧАТЬ