Название: Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları
Автор: Артур Конан Дойл
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-42-6
isbn:
“Gördün mü onu?” diye haykırdı Challenger büyük bir sevinçle. “Summerlee, gördün mü onu?”
Meslektaşı, gözlerini kuşun kaybolduğu noktaya dikmişti.
“Ne olduğunu iddia ediyorsun onun?” diye sordu.
“Benim bildiğime göre bir pterodactyl.”
Summerlee alaycı kahkahalar atarak yanıtladı:
“Bir ptero-zırvalık! Olsa olsa bir leylekti bu!”
Challenger o kadar öfkeliydi ki konuşamadı bile. Bunun yerine sadece yükü tekrar sırtına alarak adımlarına devam etti. Bununla beraber Lord John, şimdi yanıma gelmişti ve yüzü her zamankinden daha ciddiydi. Elinde Zeiss marka dürbününü tutuyordu.
“Ağaçlara dalmadan odakladım.” dedi. “Ne olduğunu bildiğimi iddia etmeyeceğim ama bir avcı olarak unvanımı ortaya koymaya hazırım ki hayatımda hiç böyle bir kuş görmedim ben.”
Ve olay böylece kaldı. Gerçekten de bilinmezin eşiğinde miyiz, liderimizin bize söylediği bu kayıp dünyanın uç sınırlarına mı şahit oluyoruz? Size olup biteni olduğu gibi anlatıyorum, siz de ancak benim kadar bilebiliyorsunuz. Bu tek bir rastlantıydı. Çünkü olağanüstü diyebileceğimiz başka hiçbir şey görmedik.
Ve şimdi sevgili okurlarım -tabii, gerçekten herhangi bir okurum varsa- sizi geniş nehirden geçirerek sazlıkların olduğu alana, oradan yeşil tünele ve sonra palmiye ağaçlarının olduğu yokuşa, oradan bambu molasına ve eğrelti ağaçlarının ovasına getirdim. Sonunda varış noktamız tamamıyla önümüzde. İkinci resifi geçtiğimizde önümüzde palmiye ağaçlarıyla dolu düzensiz bir ara ve daha sonra da resimde gördüğüm yüksek, kırmızı kayalıkları görmüştük. İşte, bunu yazarken orada, önümüzde duruyor ve hiç şüphesiz resimdekiyle aynı. En yakın noktası kamp yerimize yaklaşık yedi mil uzaklıkta ve dolanarak göz alabildiğine devam ediyor. Challenger ödül almış bir tavuskuşu gibi kurumlu kurumlu yürümekte; Summerlee ise suskun fakat hâlâ şüpheli. Geçecek bir gün, şüphelerimizin bir kısmını daha yok edecektir mutlaka. Bu arada, kırık bir bambu tarafından kolu delinen Jose dönmekte ısrar ettiği için, bu mektubu ona emanet ediyorum ve umuyorum ki sonunda emin ellere ulaşacaktır. Fırsat buldukça tekrar yazacağım. Buraya yolculuğumuzun kaba bir haritasını iliştiriyorum, belki de hikâyenin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur.
9. BÖLÜM
“Kim Tahmin Edebilirdi ki Bunu?”
Başımıza korkunç bir iş geldi! Kim tahmin edebilirdi ki bunu? Problemlerimize dair bir çözüm göremiyorum. Belki de hayatımız boyunca bu tuhaf, erişilmez bölgede kalmaya mahkûmuz artık. Hâlâ öylesine kafam karışık ki karşımdaki gerçekleri veya önümüzdeki olasılıkları bile düşünmekten âcizim. Allak bullak olmuş zihnim için birisi son derece korkunç, diğeri ise bir gece gibi karanlık gözüküyor. Hiçbir insan kendini bundan daha kötü bir durumda bulmamıştır. Hatta size tam coğrafik konumumuzu açık edip arkadaşlarla bir kurtarma ekibi göndermenizi istemenin bile bir faydası yok. Gönderilseler bile, büyük olasılıkla onlar buraya ulaşamadan kaderimiz çizilmiş olacak.
Gerçek şu ki şu anda herhangi bir insani yardımdan, sanki Ay’daymışçasına uzağız. Eğer bu işten sıyrılabilirsek bunu sadece sahip olduğumuz yeteneklerle yapacağız. Yol arkadaşı olarak üç müstesna adama sahibim; muhteşem zekâya ve sarsılmaz bir cesarete sahip üç insan. Bütün umudumuz burada yatıyor. Bu karanlıkta bir ışık görebiliyorsam eğer, bunu sadece üç yol arkadaşımın metanetli yüzlerine baktığımda görebiliyorum. Ümit ediyorum ki ben de dışarıdan onlar kadar etkilenmemiş gözükebileyim. İç dünyam ise karmakarışık.
Şimdi size elimden geldiğince ve detaylarıyla, bizi bu felakete sürükleyen olaylar zincirini anlatacağım.
Son mektubumu bitirdiğim zaman, Challenger’ın anlattığı o plato olduğu şüphe götürmeyen bölgeyi çevreleyen, dev gibi sarp kayalıklar zincirinden ve bu kayalıktan yedi mil kadar uzakta olduğumuzdan bahsetmiştim. Bunlara yaklaştıkça, bazı yerlerde kayalıkların, profesörün ifade ettiğinden çok daha yüksek olduğunu gözlemlemiştik -bazı bölgelerde en az üç yüz elli metreye ulaşıyordu- ve acayip bir şekilde oyuk oyuk bir görünümdeydiler. Tahminimce bu da bazaltın oluşmasına has bir özellikti. Buna benzer oluşumlar Edinburgh’da Salisbury Kayalıkları’nda da görülebilir. Zirvede müthiş bir bitki örtüsü zenginliği göze çarpıyordu; yamaçlarda çalılıklar ve daha gerilerde birçok yüksek ağaçlık alan uzanıyordu. Görebildiğimiz kadarıyla bir yaşam belirtisi yoktu.
O gece kampımızı hemen kayalıkların dibine kurduk; son derece ıssız ve vahşi bir yerdi. Tepemizdeki yalçın kayalıklar sadece dikey olmakla kalmayıp, daha yukarılarda öne doğru bir eğim almışlardı; bu da tırmanmayı olanak dışı bırakıyordu. Yakınımızda, hikâyenin bir bölümünde daha önce de bahsetmiş olduğum yüksek ve ince kayalığın tepesi gözüküyordu. Daha çok bir çan kulesinin tepesine benziyordu bu; zirvesi, platoyla aynı seviyede olmakla beraber, aralarında büyük bir uçurum bulunmaktaydı. Üzerinde yüksek bir ağaç yetişmişti. Tepe ve zirve oldukça alçak sayılırdı -herhâlde 200 metre kadardı. Profesör Challenger bu ağacı işaret ederek:
“Pterodactyl, işte tam bunun üzerinde tünemişti.” dedi. “Onu vurmadan önce kayanın yarısına kadar tırmanmıştım. Benim gibi iyi bir dağcı, kanımca kayanın tepesine kadar çıkabilir, ancak tabii ki yine de bunu başarmakla platoya daha yaklaşmış olamaz.”
Challenger, pterodactyl’inden konuşurken ben de Summerlee’yi süzmekteydim; diyebilirim ki yüzünde ilk defa inanç belirtileri ve yumuşama okudum. Artık ince dudaklarındaki alaycı gülümseme yok olmuş, tam tersine yüzüne heyecanlı ve şaşkın bir ifade yerleşmişti. Challenger da bunu görmüştü ve zaferinin ilk belirtilerinin zevkini çıkarıyordu.
Can sıkıcı alaycı tavrıyla:
“Tabii, Profesör Summerlee, benim ‘pterodactyl’ derken aslında bir leylekten bahsettiğimi anlıyordur; yalnız tüyleri olmayan, vücudu deriyle kaplı, zarlı kanatlı ve çenelerinde dişleri olan cinsten bir leylek.” dedi.
Sırıttı, göz kırptı, meslektaşı yüzünü çevirip uzaklaşıncaya kadar eğilip baktı.
Sabahleyin kahve ve manyoktan oluşan tutumlu bir kahvaltıdan sonra -azığımızı idareli kullanmak zorundaydık- tepemizdeki platoya en uygun çıkış usulünü belirlemek için bir oturum yaptık.
Challenger, âdeta kürsüdeki bir yüksek yargıç edasıyla başkanlık yaptı. Şimdi onu bir kayanın üzerine oturmuş olarak gözünüzün önüne getirin. Gülünç çocuk şapkası kafasının arkasına kaykılmış, küstah gözleri yarı açık yarı kapalı, göz kapakları ardından bizi hâkimiyeti altına almış ve ağır ağır şu anki durumumuzu belirledikten sonra nasıl hareket edeceğimizi anlatırken, kocaman sakalı bir aşağı bir yukarı oynayıp duruyor.
Hemen altında da üçlü bir grup olan bizi görebilirsiniz. Güneşten yanmış, genç ve açık havada kamp yapmanın etkisiyle enerji dolu ben; ağzından СКАЧАТЬ