Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları. Артур Конан Дойл
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları - Артур Конан Дойл страница 18

Название: Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları

Автор: Артур Конан Дойл

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-42-6

isbn:

СКАЧАТЬ gayet seri ve kendine has garip, dalgalı, yarı şakacı bir konuşma tarzı var. Dünya hakkında ve özellikle Güney Amerika hakkındaki bilgisi şaşırtıcı ve yolculuğumuzun ortaya çıkarabileceklerine, Profesör Summerlee’nin alaylarına aldırış etmeyecek kadar kalpten bir inancı var. Yumuşak bir sese ve sakin tavırlara sahip ama o ışıldayan mavi gözlerinin ardında korkunç bir gazap ve amansız bir kararlılık pusuda bekliyor sanki; hele hele dizginlenmiş olduğu için bu özellikleri daha da tehlikeli olabilir. Kendisi Brezilya ve Peru’daki maceralarından pek bahsetmemişti ancak varlığının nehrin etrafındaki yerlilerde uyandırdığı heyecanı görmek benim nazarımda değerini daha da yükseltmişti; yerliler, onu şampiyonları ve koruyucuları olarak görüyorlardı. Ona verdikleri isimle, “Kızıl Şef”in kahramanlıkları bir efsane olmuştu yerliler arasında, fakat öğrenebildiğim kadarıyla gerçeklerin kendisi de yeteri kadar şaşırtıcıydı.

      Bu olaylar, Lord John’un birkaç sene önce kendisini, Peru, Brezilya ve Kolombiya’nın belli belirsiz sınırlarını çizdiği, hiçbir yere ait olmayan bir bölgede bulmasıyla başlamıştı. Bu büyük bölge, kauçuk ağacı açısından çok zengindi ve bu durum -aynı Kongo’da olduğu gibi burada da- yerlilerin, belki de sadece İspanyolların zulmü altında Darien’deki gümüş madenlerinde çalıştıkları zamanla karşılaştırabilecekleri cinsten bir kâbus hâline gelmişti. Burayı hâkimiyeti altına alan bir avuç melez haydut, kendilerine destek olan bazı yerlileri de silahlandırarak geri kalanları köleleştirip, onları en insanlık dışı işkencelerle sindirerek kauçuk ağaçlarını toplamaya zorluyordu. Toplanan ağaçlar daha sonra nehir yoluyla Para’ya iletiliyordu. Lord Roxton, ezilen kurbanların saflarında yer almış ve çektiği zorluklara karşın tehditlerden ve hakaretlerden başka hiçbir şey elde edememişti. Bundan sonra köle tüccarlarının elebaşısı Pedro Lopez’e resmen savaş ilan eden Lord, yanına birkaç firari köleyi de katıp silahlandırmış ve bu azılı melez Pedro Lopez’i kendi elleriyle öldürerek kurduğu sistemi tamamen ortadan kaldıracak olan mücadeleyi başlatmıştı.

      Tabii, şimdi bu rahat tavırlı, kadife sesli, kızıl saçlı adamın koca Güney Amerika nehrinin kıyılarında derin bir ilgi uyandırması gayet normaldi. Bununla beraber değişik kişilerde değişik duygular çağrıştırıyordu. Kurtardığı yerlilerin minnettarlık duygularının yanı sıra, onları istismar edenlerin nefretlerine de hedefti. Bu önceki deneyimlerinin yararlı bir sonucu da Brezilya’nın tümünde geçerli olan ve üçte biri Portekizce, üçte ikisi yerli lisanından oluşan, buraya özel Lingoa Geral dilini kusursuz konuşabilmesiydi.

      Lord John Roxton’ın bir Güney Amerika delisi olduğunu daha önce de söylemiştim. Bu muhteşem topraklar hakkında ateşli bir heyecana kapılmadan konuşması imkânsızdı ve bu heyecan öylesine bulaşıcıydı ki ne kadar bilgisiz olsam da benim bile ilgimi çekiyor ve merakımın uyanmasına neden oluyordu. Onun konuşmasındaki o ihtişamı taklit edebilmeyi çok isterdim; acayip olduğu kadar gerçek bir bilgi yumağına sahip olmasını, bunları hayranlık uyandırıcı ölçüde ilginç kılan o kıvrak zekâsını, gördükçe profesörün zayıf suratındaki kuşkucu ve alaycı gülümsemenin nasıl yok olmaya yüz tuttuğunu anlatabilmeyi de öyle. Bize bu muazzam nehrin nasıl bir çabuklukla keşfedildiğinin hikâyesini anlatıyor (çünkü Peru’yu fethedenlerin bir bölümü bütün kıtayı bu sular üzerinden katetmişti) ve aynı zamanda her dem değişken olan kıyıları nedeniyle buranın aslında ne kadar bilinmedik bir yer olduğunu söylüyordu.

      “Şurada ne var?” diye kuzeyi işaret ederek haykırıyordu. “Ağaçlık, bataklık ve balta girmemiş ormanlık alan. Burada ne olduğunu kim bilebilir? Ya öte tarafta, güneyde? Beyaz insanın adım atmadığı, alabildiğine uzanan bataklık bir orman. Etrafımız tamamen bilinmeyenle çevrili, nehrin dar kıyı şeridi dışında kimin ne bilgisi var ki? Böyle bir yerde neyin mümkün olduğunu kim söyleyebilir? Eski kurt Challenger neden haklı olmasın ki?”

      Bunun üzerine Profesör Summerlee’nin yüzüne tekrar o inatçı gülümseyiş yerleşiyor; adam, başını oturduğu yerden, piposunun dumanı ardından, alaycı ve onaylamayan bir sessizlikle sallamaya koyuluyordu.

      Bu iki beyaz yol arkadaşım hakkında şimdilik bu kadar bilgi yeter. Şüphesiz bu hikâye devam ettikçe, karakterleri veya yetersizlikleri, ki elbette bu kendim için de geçerli, gün ışığına çıkacaktır. Daha şimdiden, gelecekteki maceralarımızda belki de hiç küçümsenmeyecek derecede etkili olabilecek birkaç yardımcı edindik kendimize. Bunlardan ilki Zambo adındaki dev bir zenci. Âdeta siyah bir Herkül bu; bir at gibi kuvvetli ve zekâsı da ancak o kadar. Onu Para’da, çalışırken tutuk bir İngilizce öğrendiği buharlı gemi şirketinin tavsiyesi üzerine aramıza katmıştık.

      Aynı şekilde, iki melez olan Gomez ve Manuel’i de nehrin üst kesiminden kızılağaç yükleriyle henüz geldiklerinde Para’da işe almıştık. Birer panter gibi çevik, hareketli ve vahşi görünümlü, sakallı, karayağız iki adamdı bunlar. Her ikisi de hayatlarını, keşfetmek üzere yola çıktığımız nehrin üst kesimlerinde geçirmişti ve Lord John da bu özelliklerinden dolayı onları işe almıştı. Bunlardan Gomez’in bir diğer avantajı da mükemmel derecede İngilizce bilmesiydi. Bu adamlar, ayda on beş dolara şahsi hizmetçilerimiz olarak çalışmaya, yemek pişirmeye, kürek çekmeye veya işe yarayabilecekleri her konuda bize yardım etmeye razıydılar. Bunların yanı sıra, balık avında ve kayık işlerinde Bolivya’daki tüm kıyı kabilelerinin en beceriklisi olan Mojo kızılderililerinden üçünü işe almıştık. Reislerini, aramızda, kabilesine atfen Mojo diye adlandırmıştık, diğer ikisini ise Jose ve Fernando olarak biliyorduk. Eşine rastlanmadık yolculuğa başlamak üzere Manaos’da direktiflerin açıklanmasını bekleyen bu ufak kafile, işte böylece üç beyaz, iki melez, bir zenci ve üç yerliden oluşmaktaydı.

      Nihayet, bıkkınlık verici bir haftadan sonra, beklenen gün ve saat gelip çatmıştı. Sizden, Manaos’a iki saat uzaklıktaki çiftliğin gölgelendirilmiş oturma odasını göz önüne getirmenizi istiyorum şimdi. Dışarıda, neredeyse palmiye ağaçlarının kendisi kadar gerçek gibi gözüken siyah ve belirgin gölgelerin arasında, etrafa yayılmış yakıcı, pirinç sarısı bir güneş. Sakin bir hava. Arıların derinlemesine, pesten uğultusundan sivrisineklerin tiz, hevesli vızıltısına kadar değişik oktavlardan devamlı sürüp giden bir çınlama. Verandanın ötesinde, kaktüslerin oluşturduğu çitle çevrilmiş ve çiçek açan fundalık kümeleriyle süslenmiş, küçük bir bahçe. Bahçenin etrafında, pırıl pırıl ışığın aydınlattığı alanda, kâh o yana kâh bu yana uçuşup duran şahane, mavi kelebekler ve ufacık, cıvıldaşan kuşlar. Bu bahçede, üzerinde mühürlü bir mektubun durduğu yuvarlak, hasırdan bir masanın etrafında oturan bizler. Mektubun üzerinde Profesör Challenger’ın köşeli, hırçın yazısıyla karalamış olduğu kelimeler şöyleydi:

      Lord John Roxton’a ve beraberindeki gruba talimatlar. Tam olarak 15 Temmuz günü saat 12.00’de açılacak.

      Lord John, saatini yanındaki masanın üzerine yerleştirmişti.

      “Yedi dakikamız daha var.” dedi. Sevgili ahbabımız son derece kesin belirtmişti.

      Profesör Summerlee sıska eliyle zarfı kavrarken yüzünde zehirli bir gülümseme belirmişti.

      “Zarfı şimdi veya yedi dakika sonra açmanın ne farkı olabilir ki?” dedi, “Bunların hepsi, maalesef, adı malum yazarın ortaya koyduğu sahtekârlık ve saçmalık sisteminin bir parçası.”

      “Haydi, bırakın, oyunu kurallarına göre oynamalıyız.” dedi Lord John. “Bu, yaşlı kurt Challenger’ın СКАЧАТЬ