Yaban Gülü. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yaban Gülü - Güzide Sabri страница 7

Название: Yaban Gülü

Автор: Güzide Sabri

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786057605597

isbn:

СКАЧАТЬ Feridun’un Leyla ile bu kadar meşgul oluşunu hiç hoş görmemekle beraber, oğlu gibi ciddi fikirli bir gencin Leyla gibi adi bir ahretliği hiçbir vakit sevmeyeceğine emin bulunuyordu.

      Bir akşam Rahmi Bey gelmiş, yalının her şeyinin ikmal edildiğini ve ertesi gün gideceklerini söylemişti.

      Bu söz Leyla ile Feridun’a bir yıldırım gibi tesir etmiş, ikisini de meyus ve ümitsiz bırakmıştı.

      Ertesi gün Feridun, onları vapura kadar teşyi etmiş,46 Leyla’nın güzel ve beyaz elini sıkarken mütekabil hislerle birbirine veda eden gözler, sonsuz manalar ve yüksek maksatlarla hislerini anlatmaya çalışmışlardı.

      Genç kız vapurun kamarasına çekildiği vakit, tatlı hülyaları arasında kendisine ebedi bir aşk vaat eden o gözlerin artık bütün hayatının mutlak hâkimi olduğunu görmüştü.

      Feridun konağa avdet ettiği47 zaman pek mahzundu. Bir aydan beri Leyla’nın yattığı, oturduğu odaya koştu. Bu odanın havası bir genç kız ruhunu ve onun saçlarından, elbiselerinden ve bütün mevcudiyetinden çıkan temiz bir kokuyu taşıyordu. Fakat her köşede yokluğunu gösteren bir melal,48 ayrılığın bütün acılığını hissettiren bir boşluk vardı.

      Genç adam bu bulutsuz aşkının ilk ayrılık saatlerini burada geçirdi. Üzüntülü bir hasretin başladığını bildiren bu odada onun hayaliyle yaşadı.

      Aradan bir hafta geçtiği halde Feridun gayri kabili tahammül49 bir hisle yalıya gitmek istiyordu. Artık ona uzak kaldığı günden beri ruhunda bir kasvet, gönlünde bir hüzün vardı. Nereye gitse, nereye baksa her şey kendisini sıkıyor, hiçbir şeyle meşgul olamamanın azabıyla pek üzülüyordu. Nihayet meseleyi annesine açmaya ve onu amcasından istemeye karar vermişti. Leyla olmadan yaşamanın artık kabil50 olamayacak bir dereceye gelmiş olduğuna katiyen hükmetmiş, aşkın bütün şiddetiyle manevi mevcudiyetini eline aldığını, mağlup ve esir olarak boyun eğmekten başka çare kalmamış olduğunu anlamıştı.

      Haftanın son gününü pek heyecanlı olarak geçirdi. Saadetine bir mani tasavvur etmediği halde, gizli bir hissin ruhunu tazip etmekte51 olduğunu anlıyordu. Lakayt davranmaya çalıştı. Bu kadar mesut bulunduğu bu zamanlarda böyle birtakım sebepsiz endişelerle fikrini yorduğuna canı sıkılıyordu. Lakin bu gece her şey, hatta yatak bile onu sıkıyordu. Uyuyamayacağını anladığı için kalktı, pencereyi açtı. Şafak, tatlı bir ümit gibi pembe bir gülüşle kâinata neşe saçıyordu. Semanın bu ışıklı rengini Leyla’nın pembe yüzüne benzeten Feridun, onun da böyle zengin ve hiç doyulmayan bir güzelliği olduğunu düşünüyordu. Şimdi hayatının bir aylık safahatı52 birer birer gözünün önünden geçmeye başlamıştı. Onu ilk gördüğü günü hatırlıyordu. Hiç beklemediği, hiç ümit etmediği halde talih kendisine birdenbire gülüvermişti. Evvelce amcasının bir manevi evladı olduğunu bildiği halde bir kere olsun onunla meşgul olmaya lüzum görmedikten maada53 mevcudiyetine bile ehemmiyet vermemişti. Vapurda ilk defa karşı karşıya geldiği günü hiç unutamıyordu. Gözleri bir anda öyle bir perişanlığa uğramıştı ki… Nereye bakacağını şaşırmış, birkaç saniye sersem ve âdeta aptal gibi olmuştu. Karşısında bir vakarla, derin ve nafiz54 bakışlarıyla, narin endamıyla duran bu fevkalade güzelliğin önünde söyleyeceği sözü bile unutmuştu. Amcası, “Kızım Leyla,” derken o az kalsın “Ne söylüyorsunuz, bu mu sizin kızınız? Fakat bu eşsiz vücudu nereden buldunuz? Onu buraya niçin getirdiniz?” diye haykıracaktı. Derin bir baş dönmesiyle sendeleyip bütün kuvvet ve iktidarının eridiğini ve ilk defa bir kadın karşısında zayıf ve bitap kaldığını görmüştü.

      Artık güneş doğuyor, kuşlar neşeyle ötüyordu. Sanki bütün mevcudat55 bu kıymettar aşkının saadetini tebrik etmek istiyordu. Kalbi ümitlerle dolu halde geceki vehimlerin bir kâbus olduğunu düşünüyor, hayat olanca neşesiyle kendisine gülüyordu.

      İtinalı bir dikkatle giyindi. Aynada uzun uzun kendini seyretti. Dudaklarında muzaffer bir tebessüm vardı. Koyu lacivert kostümleri hakikaten kendisine pek yaraşmış, uykusuzluğun yorgunluğu bakışlarına baygın ve hazin bir güzellik vermişti. Sofada annesine rastladı. Hanımefendi biraz hayretle sordu:

      “Nereye bu vakitte?”

      “Yalıya, anneciğim.”

      “Yalıya mı?”

      “Evet. Erken vapura yetişmek istiyorum. Bir emriniz var mı?”

      Süreyya Hanım, onun arkasından hayret ve endişeyle bakıyordu. Hatırından geçen bir düşüncenin ıstırabıyla kaşlarını çattı, ağır ağır odasına yürüdü.

      Feridun yalıya yaklaşırken şiddetli heyecanlarla sarsılıyordu. Kendisini karşılayan yengesi oldu. Orta kattaki büyük salona girdiler. Buranın döşemeleri Suriye’nin en ağır ve en zarif kumaşlarından seçilmiş ve zevki selime56 uygun bir tarzda düzenlenmişti.

      Kalbinin çarpması, genç adamın sözlerini kesecek kadar şiddetliydi. Hem yengesiyle yalnız bulunmak ona bir nevi ağırlık veriyordu. Söz söylerken gözlerini süzmesi, sonra garip edalarla gülüşleri onu fevkalade sıkıyordu. Henüz Leyla’yı görmemişti. Sormaya da cesaret edemedi, bekleyişin azabını bu an kadar duyduğunu hiç hatırlamıyordu. O sırada Pakize Hanım pencerenin panjurunu açmakla meşguldü. Feridun’u yanına çağırdı ve “Bakınız,” dedi.

      Feridun gözlerini bahçeye çevirdi. Rahmi Bey büyük bir fıstık ağacının altına serilen bir halı üzerine uzanmıştı. Yanında da kanepeye yaslanmış bir genç vardı. Feridun yengesine doğru döndü. “Amcam yalnız değil,” dedi. Kadın şuh bir eda ile güldü ve “Biraderim,” diye cevap verdi. Sonra ahenkli bir sesle dışarı doğru uzanarak “Cemal!” diye seslendi. Genç adam döndü.

      “Beye söyle de bize baksın. Yanımda bir misafir var.”

      Rahmi Bey başını kaldırdı. Yeğenini pencerede görünce sevinçle bağırdı. “Vay! Sen misin Feridun? Ne kadar memnun olduğumu bilmezsin, buraya gel de bir bahçe sefası yapalım,” dedi.

      Feridun, amcasının bu daveti üzerine bahçeye doğru yürürken birdenbire durdu. Zira Leyla çiçeklerin arasındaki ince bir yoldan kendisine doğru geliyordu. Kollarının arasında sarı ve pembe güllerden müteşekkil bir büyük buket vardı; yanakları kızarmış, tül örtüsü altında saçları dağılmış halde mütebessim57 ve mesut bir yüzle yaklaşıyordu. Hafif bir titreyişle elini uzattı. Feridun bu eli sıkarken artık takatinin bittiğini hissederek hayatının bütün emellerini bu güzel ellerin altında görüyordu.

      Leyla çiçekleri göğsüne bastırmış, rüzgârla dalgalanan başörtüsünü düzeltmeye çabalıyor, yüzüne dökülen perişan saçlarını toplamaya uğraşıyordu. Feridun onu bu halde, doymayan bir bakışla seyrederken, o “Bütün hafta sizi bekledik,” СКАЧАТЬ



<p>46</p>

Uğurlamak.

<p>47</p>

Dönmek, geri gelmek.

<p>48</p>

Can sıkıntısı.

<p>49</p>

Tahammül edilemez, dayanılmaz, katlanılmaz.

<p>50</p>

Mümkün, olanaklı.

<p>51</p>

Üzmek, azaba sokmak.

<p>52</p>

Safhalar, evreler.

<p>53</p>

– den başka.

<p>54</p>

İçe işleyen.

<p>55</p>

Var olan şeyler, varlıklar.

<p>56</p>

En yüksek beğeni.

<p>57</p>

Gülümseyen, güleç.