O akşam ve ertesi akşam geri dönmeyen Nefise Nine’yi merak eden köylüler, birbirlerine sormaya başlamışlardı. Nihayet dört gün sonra kadın, merkebin heybesi boş halde köye gelmiş ve ağır bir yükten kurtulmuş gibi derin bir nefes almıştı.
Komşular, köye niçin yalnız geldiğini ve Leyla’yı nereye bıraktığını merak ederek etrafını sarmıştı.
Kadın gülerek anlatıyordu.
“Leyla’yı,” diyordu, “vilayetin en büyüklerinden birinin konağına evlatlık verdim, çocuk şimdi rahata düştü. Zengin bir efendinin bir tek kızı oldu. Fena mı yaptım?” Nefise Nine sözünü ikmal ettikten8 sonra güzel Leyla’dan ayrıldığına hiçbir teessür9 göstermeden evinin kapısını açarak rahat rahat içeri girmişti.
Akdeniz’e hareket etmek üzere olan büyük bir posta vapurunun birinci mevki yolcularına mahsus salonunda bulunanların arasında, kıyafeti gayet düzgün, kırk beş-elli yaşlarında tahmin edilen bir zat ile sarı saçlı, pembe yanaklı, tombul ve iki yaşlarında kadar görünen minimini bir kız bulunuyordu.
İkisi de salonun tenhaca bir tarafına çekilmişlerdi. Çocuk, elinde süslü bir bebekle oynarken Rahmi Bey ruhundan taşan derin sevgiyle onu seyrediyordu; bakışlarıyla onun altın saçlarını, yanaklarını okşuyordu.
Zavallı adam, ömründe ilk defa hissettiği baba sevgisiyle o kadar mesuttu ki sanki dünyanın bütün sonsuz zevkleri bu küçük yavrunun vücudundan teşekkül etmiş10 sanıyordu.
Bir aralık eğildi. “Leyla, kızım, uykun geldi mi?” dedi.
Çocuk neşeli bir yüzle ona baktı ve sokulmak arzusunu göstererek başını koluna dayadı.
Rahmi Bey, onu hemen dizleri üzerine aldı ve kıvırcık parlak saçlarını öperek başını göğsü üzerine bastırdı.
Bu iki kimsesiz hayatın birbirine sarılması pek hoş bir görünüş vücuda getirmişti.
Leyla hakikaten hiç umulmayan bir saadet içinde yaşıyordu. Köyün ıssız, unutulmuş muhitinden, Nefise Nine’nin zalim ve lakayt bakışlarından uzaklaştıran talihi, onu şimdi şefkatli ellere bırakmıştı.
Beyrut’a çıkan yolcular arasında Rahmi Bey ailesi de vardı. Leyla süslü elbisesi, tüylü ve dantelalı başlığıyla eşsiz bir çiçek gibi, Rahmi Bey’in en eski cariyesi ve evinin en kıymetli müdiresi olan Mahinur Kalfa’nın kucağında gidiyordu. Kader bu kızı bir köylüden dünyaya getirmiş, fakat karanlık ve fakir bir hayata layık görmemişti.
Rahmi Bey ve ailesi evvelce kendileri için hazırlanan konağa yerleştiler.
Leyla’nın ilk terbiyesi, Rahmi Bey’in sevgili cariyesi Mahinur Kalfa’ya bırakıldı. Bu kadın, hakikaten çok insan11 ve yüksek ruhluydu.
Rahmi Bey ise cidden kibar, asil, kalbi temiz olup çok sevdiği zevcesinin birdenbire ölmesi nedeniyle sonsuz bir keder içinde yaşıyordu. Fakat Leyla, bu karanlık hayatın yeni ışığı olmuştu.
Çocuk büyük kalfaya nine, Rahmi Bey’e de baba diyordu. Minimini ruhunda onu bu kelimeyi söylemeye zorlayan gizli bir kuvvet vardı. O mutlak anne veya anneciğim demek istiyordu; ama Mahinur Kalfa kendisine nine denmesinden hoşlanarak Leyla’nın öksüzlüğüyle kendi yalnızlığında eski zamanlara ait bir benzeyiş buluyor, günden güne artan bir sevgiyle kalbinin dolduğunu anlıyordu.
Rahmi Bey, bu güzel kıza daha güzel bir isim bulmak istemişse de hiçbirini münasip görmeyerek kulağında pek hoş bir tesir bırakan Leyla’yı tercih etmiş, onu bu isimle çağırmaya karar vermişti.
Güzel Leyla’nın evdeki halinden şikâyeti yok gibiydi. Bütün gün süslü bebekleriyle meşgul olur, onları öper, sever, koynuna alır ve uyuturdu.
Rahmi Bey’in bu sevgili evlatlığı günden güne büyüyor, fıtri12 zekâsı ve bilgisi gittikçe genişliyordu.
Beyrut’ta dört sene oturmuşlardı. Artık bu zamanlar ciddi bir tahsil ve terbiyenin başlangıcı olmuş, ilk terbiyesi bittiği için kalfa onu hocalarına bırakmaya mecbur kalmıştı.
Leyla’da okuyup yazmak ve her şeyi öğrenmek hevesi o kadar çoktu ki… Hocaları, Rahmi Bey’e nihayetsiz takdirlerde bulunurlardı. Musikide de aynı heves ve terakkiyle çalışma istidadı13 görülüyordu. Rahmi Bey onunla son derece iftihar ederek Beyrut’un en muktedir muallimlerini konağına toplamış, manevi evladını onların eline bırakmıştı.
Zaman geçtikçe bu kızda harikulade bir güzelliğin ilk izleri görünmeye başlamıştı. Koyu yeşil ile siyahın karışmasından hâsıl olan gölgeli ve şahane gözleri, bakışlarına baygın ve süzgün bir güzellik veren uzun, kıvrık kirpikleri vardı. Dişleri o kadar beyaz ve düzgündü ki dudaklarının arasında parlak bir sıra inci gibi görünürlerdi.
Güneşin altın ziyalarını andıran saçları ise güzelliğine bir büyüklük ilave ederdi. Rahmi Bey bu saçları okşadıkça, ileride bu kızı itinayla saklamaya mecbur olacağını düşünüyordu.
Bir akşam Beyrut’un en meşhur musikişinasları selamlıkta toplanmışlardı. Şarkılar birbirini takip ediyor, sanatkârların ellerindeki musiki aletleri kederli bir kalbin takatsiz iniltileri gibi titriyor, dinleyicileri müteessir ediyordu.
Bu sırada Rahmi Bey’in dikkatli bakışları Leyla’ya dönmüştü. Musikinin bu masum ruhta hâsıl edeceği tesiri anlamak istiyordu. Çocuk o kadar derin bir zevk içinde dinliyordu ki babasının kendi üzerine çevrilen bakışlarından bile haberi olmuyordu. Selamlıktaki misafirler bu kadar küçük bir kalpte mevcut olan duyguyu hayretle karşılamaktaydılar.
Rahmi Bey bir aralık eğilip eliyle Leyla’nın saçlarını okşamıştı. Bu temas ile tatlı bir uykudan uyanır gibi başını kaldırmış olan Leyla, en masum bakışlarıyla Rahmi Bey’e bakmış sonra başını onun göğsüne dayayarak derin derin içini çekmişti. Gece herkes odalarına çekildikten sonra Leyla yatağına girmiş lakin uyumamıştı. Dinlediği utun yanık sesleri, o mavalların, o içli ahların inleyen akisleri ruhunda derin bir iz bırakmıştı.
Sabahleyin büyük kalfa gelip beyefendinin kendisini istemekte olduğunu söylediği zaman Leyla derhal babasının odasına koştu. Rahmi Bey ayakta duruyor ve elinde sedefli minimini bir ut tutuyordu.
“Kızım,” diyordu, “bunu sana aldım; memnun oldun mu?” O zaman çocuk coştu. Kollarını babasının boynuna doladı ve “Ah!” dedi. “Rüyamda sabaha kadar hep bunu gördüm. Kucağımda böyle süslü minimini bir ut vardı, ne güzel çalıyordum.”
Rahmi Bey gülerek “Piyano derslerinin hariç bir zamanında biraz da Arapça ut öğrenirsin diye düşündüm, herhalde pek fena bir saz değildir,” diye cevap veriyordu.
СКАЧАТЬ
8
Tamamlamak, bitirmek.
9
Üzüntü.
10
Belirmek, oluşmak.
11
Huy ve ahlak bakımından yüksek niteliklere sahip.
12
Doğuştan.
13
Eğilim, uygunluk.