İşin ciddi bir renk aldığını gören kalfa tesirli bir sesle “Leyla… Böyle sözler söyleme. Haydi odana git de rahatına bak. Ben de yorgunluktan bayılıyorum, şimdi yatacağım,” dedi.
Leyla, kalfanın meseleyi kapatmak üzere kendisini başından savmak istediğini anladığı için “Bir yere gitmem,” dedi.
“Canım ne söyleyeyim, bir şey bilmiyorum ki!”
“Her şeyi, her şeyi biliyorsunuz da söylemek istemiyorsunuz.”
“Allah Allah… Bu gece seninle derde çattım. Çok nefes tüketecek halim yok. Yorgunum diyorum, anlıyor musun?”
“Ben her şeyi anlıyorum, anladığım için soruyorum.”
Kadın önüne bakıyor, aynı zamanda titriyordu. Bu kız er geç bu acı hakikati öğrenmeye mahkûmdu. Başını kaldırarak ona baktı, pek müthiş bir sır söyleyecekmiş gibi korkuyordu.
“Peki,” dedi “böyle olduğunu bilsen ne yapacaksın?”
“Hiçbir şey, yalnız mevkiimi bileceğim.”
“Bilirsen ne olacakmış?”
“Ona göre hattıhareketimi23 tayin edeceğim.”
“Nasıl?”
“Şimdiye kadar gösterdiği şefkat, muhabbet, yaptığı fedakârlık için kendisine karşı olan şiddetli muhabbetime bir de şükran hissi ilave edeceğim.”
“Demek yine kendisini evvelki kadar seveceksin?”
“Hiç şüphesiz. Çünkü dünyada ondan ve senden başka kimseyi bilmiyorum ki…”
Kalfanın gözleri yaşla doldu. “Biz de senden başka evlat muhabbetinin ne olduğunu bilmiyoruz ki yavrum. On beş senedir sen bizim yegâne sevgimiz, yegâne eğlencemiz, yegâne evladımızdın…” dedi.
Leyla elleriyle yüzünü kapamış, muhitinin derin boşluğu içinde sakin sakin ağlıyordu. Neden sonra başını kaldırıp yaşlı gözleriyle kalfaya baktı.
“Nine,” dedi, “annemle babamı tanıyor musunuz? Hiç olmazsa onlar hakkında biraz izahat verin. Annem güzel miydi? Babam vicdanlı ve namuslu bir adam mıydı?”
Kalfa başını sallayarak “Artık çok oluyorsun,” dedi. “Her şeyi derin derin sorma.”
“Nineciğim, hayatımın en mühim sırrını öğrenmek hakkım değil mi? Niçin beni bundan mahrum ediyorsunuz? Bu iki zavallı ölünün toprakla örtülen vücutlarından hiçbir hatıram olmasın mı?”
Kalfa müteessif24 bir tavırla “Yemin ederim ki ben hiçbir şey bilmiyorum. Seni bize yabancı bir kadın getirdi. Onlar çoktan ölmüşlerdi. Sen bu kadının eline kalmıştın,” dedi.
Leyla bir kere “Ah!” diye haykırdı ve sonra Mahinur Kalfa’nın kolları arasına düştü.
Artık konaktaki yaşayış tarzında ve idarede mühim değişiklikler yüz göstermeye başlamıştı. Pakize Hanım elinde anahtarlar ötekine berikine emirler veriyor, büyük kalfayı çağırarak Leyla için ona bir şeyler söylüyor, sonra zavallı kızı görür görmez içinde bir öfkeyle “Baksana kızım! Kitaplarını ve yazıhaneni, ufak tefek neyin varsa en aşağı kata indir. Bundan sonra hocaların oraya gelsinler. Sen de artık büyük kalfanın yanında yat. Odalar yetişmiyor, orasını kendime misafir odası yapacağım. Anlıyor musun?” diyordu.
Birdenbire büyük bir konağın, yüksek bir mevkiin sahibesi olduğu için ne oldum delisi olan bu şımarık kadının sözlerinde, itiraz kabul etmez bir katiyet vardı. Emre itaat mecburi olduğu için biçare Leyla kaç senedir severek yattığı bu küçük sevimli odadaki karyolasını bozdu, yatağını kalfanın odasına indirdi. Kitaplarını, yazıhanesini, bütün sevdiği bu kıymetli eşyalarını en aşağı katta karanlıkça bir odaya yerleştirdi. Bu işleri hiç kimseye şikâyet etmeden gördü. Sofada kalfaya tesadüf eder etmez kalfa kendisine “Gördün mü Leyla başımıza gelenleri?” diye şikâyete başlamıştı. “Bütün kabahat bizim efendide,” diyordu. “Ne olacak… Dayısının yanında adi bir besleme gibi büyümüş, terbiyeden ve görgüden mahrum olan bir kızı hanım diye başımıza getirirse işte böyle evin içi altüst olur. Dünyada sonradan görmelik kadar fena bir şey yoktur, ah… Rahmetli hanımefendiciğim, gözlerini aç da bak, kırk yıllık evin barkın ne hallere girdi! Kocan bu yaştan sonra gönül budalası oldu.”
Kalfa pek buhranlıydı. Leyla bu sözleri dinlemek istemediğini anlatan bir tavırla: “Nemize lazım nineciğim?” dedi. “Onun ne mazisi ne de şimdiki haline bir söz söylemeye hakkımız var. Yalnız o bizimle uğraşmadan vazgeçse… Emin ol ki kendisini seveceğim ve memnun etmeye çalışacağım. Fakat niçin bilmem kendisi bizden hoşlanmadı. Ben ne yaptım, hem ne yapabilirdim değil mi? Benim gibi zavallı, öksüz bir kız…”
Günler, aylar geçtikçe, Pakize Hanım’ın kahır ve cefası, hiddet ve nefreti daha ziyade artıyordu. Leyla’yı o kadar kıskanıyor, ona o derece haset ediyordu ki… O sırma gibi parlak saçlarını yolmak, o eşsiz gözlerini çıkarmak, âleme karşı onu çirkin ve menfur göstermek arzusuyla yanıyordu. Ah, bu kadar güzel, bu kadar müstesna olmasaydı. Bununla beraber mükemmel bir tahsil, mükemmel bir musiki, esaslı bir terbiye… Evet, Leyla’nın sahip olduğu meziyetlerin hiçbiri kendisinde yoktu. Bunu anladığı için daha ziyade üzülüyor, daha ziyade harap oluyordu. Bir evlatlık, adi bir köylü olduğu halde kendisinden kat kat üstündü. Bu çekememezlik her dakika onu öldürüyordu.
Rahmi Bey, Leyla’nın çektiği üzüntüyü, duçar25 olduğu hakareti görüyor, fırsat buldukça onun kırık gönlünü almaya uğraşıyordu. Gizli gizli “Leyla kızım,” diyordu, “bu hırçın kadının hareketlerini hatırım için hoş gör. Bir gün onların hepsinden vazgeçecek, sabret, kusuruna bakma…”
Leyla bu sözleri dinlerken Rahmi Bey’in gözlerinde aşkının şiddetine tercüman olacak kadar kuvvetli parıltılar görüyor ve bu kuvvetin şiddeti altında her türlü meşakkate dayanmaya razı olacağını anlıyordu.
Bir gün kalfa “Biliyor musun Leyla?” demişti. “O seni kıskandığı için böyle yapıyor. Çünkü sen çok güzelsin, sonra ruhen, hissen ondan yükseksin. O senin yanında hiç değeri kalmadığını gördüğü için böyle duruyor, patlıyor. Sonra sana hücum ediyor. Hiç müteessir olma, hiç üzülme yavrum. Tahammül ile selamete çıkacağına emin ol.”
Mahinur Kalfa’nın bu düşüncesi tamamıyla hakikate uygun olduğu halde müddeti hayatında haset denen fenalığı hissetmemiş olan Leyla temiz bir vicdanla bu sözlerin gerçekliğine ihtimal vermeyerek dinliyordu.
Bir gün İstanbul’dan fena bir haber aldılar. Feridun Bey, bunu amcasına yazıyordu. Pederi СКАЧАТЬ
23
Tutulan yol, davranış, tutum.
24
Üzgün, esef eden.
25
Yakalanmış, uğramış.