Rahmi Bey’in merhum biraderi Emin Bey’in konağında aile reisi olarak Feridun’un validesi Süreyya Hanımefendi’den başka kimse yoktu. Bu hanenin idaresi ve geçimi pek muntazam olup Emin Bey hayattayken bile bir şeye karışmazdı. Evin bütün idaresi hanımefendinin nezareti altındaydı. Zaten servetin mecmuu30 tamamıyla kendine ait olup bunu da pek yolunda idareye muvaffak olmuş ve hayatta bütün mesai ve muhabbetini yegâne oğlu Feridun Bey’e hasrederek, çocuğun tahsili ve terbiyesine ait vazifelerini ancak ifa eylemişti.
Feridun, yirmi altı yaşında bir genç olduğu halde babasından ziyade annesinin nüfuzu altında yaşardı. Bu idareli kadın, oğlunu akranları arasında en ciddi ve metin tahsille yetiştirmişti.
Feridun arkadaşları arasında ahlakının iyiliği, terbiyesi, zekâsı ve iktidarı ile tanınmıştı. Şimdiye kadar hiçbir kadının arkasından koşmak için yorulduğunu hatırlamayan bu genç adam, bu adi heveslerden, geçici sevgilerden nefret eder, aşkı bir oyun, bir eğlence olarak kabul edenlere teessüfle bakardı.
Kendisi, aşkı ancak pek yüksek kalplerde yaşayan ve pek kıymettar bir his olarak tanırdı. Onu hiç incitmeden, hiç kirletmeden, hiç hırpalamadan muhafaza etmek isterdi. Henüz daha kimseyi sevmiyor, daha doğrusu sevemiyordu. Bu kadar yüksek gördüğü aşka layık bir kalp arıyor; ölmeyen, eskimeyen, çürümeyen bir nebatla31 bunu orada yaşatmak emelini besliyordu.
Hanımefendi, oğlunun şimdilik sevmek hissinden uzak yaşamasından ve muhabbete bu derece hürmetkâr olmasından son derece memnun olmakla beraber, bu yüksek düşünce ile hiçbir vakit istediği aşka nail olamayacağına emin olduğu Feridun’a her suretle kendi beğendiği gibi bir kız alacağını düşünerek seviniyordu.
Bu kadının en büyük kusuru ve en çirkin ahlakı kibirli olmasıydı; hemen hemen, kendinden aşağı olanlarla lakırdıya tenezzül etmeyecek kadar gururu vardı. Asaletini, mevkiini pek yüksek görür ve bundan mahrum olanları hor görürdü. Sözleri pek ağır ve pek vakurdu. Hiçbir kadını, hiçbir kızı oğluna layık göremezdi. Tahakkümü pek sever ve dünyada kendisinden başka kimsenin aklıyla, sözüyle hareket etmez, kimsenin fikrini beğenmezdi. Bununla beraber Feridun validesini son derece hürmet ve muhabbetle sever ve onun mütehakkim32 ve mağrur bakışları karşısında daima hürmetle söz söylerdi.
Bu akşam Feridun, elinde bir telgrafla geldi.
“Anne,” dedi, “müjde; amcam geliyor.”
Hanımefendi buna cidden memnun olmuştu. Kayınbiraderini hürmetkâr bir muhabbetle sevdiği ve senelerden beri görmediği için bu haber onun gözlerinden yaşlar getirmişti.
“Ah…” diyordu, “merhum pederin de sağ olsaydı da bu sevinçli günü görseydi!”
Artık her an, bu muhterem yolcuların gelecekleri günü beklemeye başladılar. Hanımefendi, kayınbiraderin bir zevcesiyle bir de evlatlığının olduğunu biliyordu. Aynı zamanda bunların seviyelerini, derecelerini düşünüyor, bu kadının elti denmeye layık olacak meziyetlere malik olup olmadığını merak ediyor, sonra her ne olursa olsun kayınbiraderinin hatırı için bunlara hürmet etmeye mecbur olduğunu hatırlayarak her şeyi hoş görmeye razı oluyordu.
Bugün Emin Bey’in konağının önünde üç araba durmuştu. Nihayet on günden beri beklenen yolcular gelmişti. Hanımefendi derhal aşağıya koşmuş, hürmetle misafirlerini karşılamıştı. Salona çıkıldığı zaman tanışma merasimi yapılmış, hanımefendiyle Rahmi Bey ve Feridun, merhum Emin Bey’in hatırasıyla bir hayli ağlamışlardı. Rahmi Bey, Feridun’a iftihar ederek ve gururla bakarak “Aman Yarabbi,” diyordu. “Ne kadar değişmiş, ne kadar güzelleşmiş!”
Sonra eliyle omuzlarını okşayarak “Aslan, Allah’a emanet aslan… Vapurda yolcuları karşılamaya gelenler arasında ben hâlâ bundan pek çok sene evvel bıraktığım küçük Feridun’u arıyordum. Birdenbire karşımda amca diye hitap eden bu koca adamı görünce öyle bir şaşırdım ki âdeta utandım,” dedi.
Bu söze hep birden gülüştüler. Rahmi Bey Feridun’a dönerek “Söyle bakayım sen beni nasıl tanıdın, sevgili çocuk?” diye sordu. Feridun amcasının bu sualine gülerek “Resminizden,” dedi. Sonra ilave etti. “Ruhun yakınlığı da yardım etti amcacığım.”
Hanımefendi eltisini pek beğendi. Zira onun da karşısındakine yüksekten bakan mağrur ve mütehakkim nazarları vardı. Yalnız Leyla kendisini beş, on dakika meşgul etmişti. Kayınbiraderinin senelerden beri büyütüp terbiye ettiği bu kızın cidden müstesna bir mahlûk olduğunu teslim etmekle beraber onun bir evlatlık olması, adi ruhlu bir köylünün kızı bulunması, derhal bu istisnaiyeti silip mahvetmiş olduğundan artık onunla meşgul olmaya hiç lüzum görmemişti.
Feridun pek şen ve pek memnun bir halde amcası ve genç yengesiyle meşgul gibi görünüyorsa da tuhaf bir cazibenin tesiri altında bulunuyordu. Niçin olduğunu bilmeden, ruhu garip bir haz içinde uyuşuyor, gözleri gayri meri33 bir kuvvetin sevkiyle bir noktaya saplanıp kalıyordu.
Leyla salonun uzakça bir tarafına çekilmişti. Güzel yüzünde yolculuğun yorgunluğu, tavırlarında belirsiz bir bigânelik34 vardı.
Feridun ise bu beklenmeyen cazibeye karşı hüviyetinin sarsıldığını, kalbinin şimdiye kadar hissetmediği bir heyecanla çarptığını duyuyordu. Bir iki defa ona bakmak istediği halde kalbinin sık sık atışı metanetini eziyordu. Bu neydi? Nasıl bir kuvvetti? Şimdiye kadar hiç düşünmediği, hemen mevcudiyetinden bile haberdar olmadığı, hatta hiç ehemmiyet verip beklemediği bu kızın karşısında duyduğu bu zâf,35 bu alaka neden ileri geliyordu? Henüz ona bir kelime bile söylemeye cesaret edememişti. Feridun son bir gayretle gözlerini bir defa daha ona doğru çevirdi. Bu, uzun ve derin bir bakış oldu. O zaman kendi kendine şimdiye kadar sihirli gözlere, bu derece masum ve güzel bir çehreye tesadüf etmemiş olduğunu itiraf etti. Ondan korkmak lazım geleceğini düşündü.
İslam kadınlarında misafirlerine gösterilen hürmet öyle Avrupa kadınları gibi resmiyet altında bulunmadığından Pakize Hanım ile Leyla biraz yorgun göründükleri için kendi evlerindeymişler gibi bir müddet odalarına çekildiler.
Leyla’nın yalnızlığa, sükûnete olan ihtiyacı bunu kendisine bir saadet olarak hissettirmişti.
Odaya girer girmez hemen bir kanepe üzerine oturdu. Başını elleri arasına aldı, iki saatten beri ruhunu ezen tesirli nazarları düşünüyordu. Fakat onlar niçin ve ne maksatla kendisine o kadar СКАЧАТЬ
27
Padişah emri.
28
Arasında.
29
Büyükler, devlet büyükleri.
30
Bir araya getirilmiş, bütün, hep.
31
Bitki.
32
Hâkim olan, hükmeden.
33
Görünür olmayan, görünmeyen.
34
İlgisizlik, yabancılık.
35
Zayıflık, kuvvetsizlik.