Название: Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap
Автор: Марсель Пруст
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-41-9
isbn:
Okumam süresince, içeriden dışarıya, gerçeğin keşfine doğru durmak bilmeyen bir hareket hâlindeki bu temel inançtan sonra, benim de bir parçası olduğum olaylar zincirinin yaşattığı duygular gelirdi, çünkü bu öğleden sonraları, çoğunlukla bir ömür boyu yaşananlardan çok daha fazla dramatik olaylarla dolu olurdu. Bu olaylar, okuduğum kitapta süregelen olaylardı; ve evet, Françoise’ın da dediği gibi, kitapta olayların etkilediği kişiler “gerçek” değildi. Ama gerçek bir kişinin mutluluğunun veya şanssızlığının bizde yarattığı bütün duygular, bu mutluluğun veya şanssızlığın sureti aracılığıyla tezahür eder ancak tarihteki ilk romanın yaratımı, duygu mekanizmamızda bu suretin zorunlu tek unsur olduğunu ve dolayısıyla gerçek kişileri bütünüyle ve açıkça ortadan kaldıran bir sadeleştirmenin belirleyici bir gelişme olacağını anlamaktan ibaretti. Gerçek bir insan, kendisine ne kadar derin bir sempati duysak da büyük ölçüde duyularımız tarafından algılanır, bu demek oluyor ki saydam değildir, duyarlılığımıza taşıyamayacağı yükler bindirir. Başına bir kötülük geldiğinde kafamızda onunla ilgili sahip olduğumuz bütünsel algının sadece küçük bir bölümü çerçevesinde duygulanabiliriz; üstelik o da kendisine ilişkin bütünsel algısının sadece küçük bir bölümü çerçevesinde duygulanabilir. Romancının buluşu, ruhun nüfuz edemediği bu kısımların yerine eşit miktarda manevi, yani ruhumuzun özümseyebileceği unsur koymaktı. Bu noktadan itibaren, bu yeni türdeki varlıkların eylemlerinin, duygularının, biz onları kendimize mal ettiğimize, artık içimizde oluştuklarına, biz hararetle kitabın sayfalarını çevirirken nefes alıp verişimizi, bakışlarımızın yoğunluğunu onlar belirlediğine göre, bize gerçek gibi görünmesinin ne önemi var? Romancı bir kez olsun bizi bu duruma soktuktan sonra, yani bütün duyguların tamamen içsel durumlardaki gibi on kat arttığı, kitabının bizi uyurken gördüklerimizden daha açık seçik, hatırası daha uzun sürecek bir rüya misali karman çorman edeceği bir duruma soktuktan sonra, bir saat boyunca, gerçek hayatta sadece birkaçının yaşanması bile yıllar alacak ve en yoğun olanları, ortaya çıkışlarındaki yavaşlıktan dolayı algılanamayacak, bu nedenle de asla görünürlük kazanamayacak bütün muhtemel mutlulukları ve şanssızlıkları bir tokat gibi çarpar suratımıza (Kalbimiz de böyle değişimler geçirir hayatta ve en acısı da budur; ne yazık ki biz bunu kitaptan tanırız, hayalimizden: Oysaki gerçek hayatta kalbimizin geçirdiği değişimler, tıpkı bazı doğa olayları gibi o kadar yavaş gerçekleşir ki kalbimizin içinde bulunduğu farklı durumların her birini gözlemleyebiliriz ancak buna karşın aynı değişim duygusunu yaşamayız.).
Roman kahramanlarının hayatlarının ardından, romanın bedenimle daha az bütünleşen, yarı yarıya önümde uzanan dekoru gelirdi; olayların geçtiği yerlerin görünümü, başımı kitaptan kaldırdığımda gözlerimin önünde uzanan manzaradan çok daha büyük bir etki uyandırırdı düşüncelerim üzerinde. İşte bu sebepledir ki iki yaz boyunca, Combray’deki bahçenin kızgın sıcağında, o sıralar okuduğum kitap yüzünden, bıçkıhanelerle dolu, duru suların dibinde, tere öbeklerinin altında tahta parçalarının çürüdüğü, az ileride, alçak duvarlar boyunca salkım salkım allı morlu çiçeklerin açtığı, ırmaklarla sulanan, tepelik bir ülkenin özlemiyle dolup taştım. Beni seven bir kadının hayali düşlerimde hâlâ canlı olduğu için de o iki yaz boyunca, akan duru suların serinliği bu hayalimi besledi durdu; zihnimde düşlediğim kadın kim olursa olsun, allı morlu çiçek salkımları, tamamlayıcı renkler gibi hemen iki yanından fışkırırdı.
Bunun tek nedeni, hayalini kurduğumuz bir suretin düşlerimizde onu tesadüfen kuşatan yabancı renklerin yansımaları tarafından her daim damgalanması, süslenmesi, bu renklerden yararlanması değildi; çünkü okuduğum kitaplardaki manzaralar, Combray’nin gözlerimin önüne serdiği görüntülerden yalnızca daha canlı olmakla kalmıyorlar, diğer yandan da Combray görüntüleriyle bir benzerlik gösteriyorlardı. Bu manzaralar yazarın tercihi olduklarından ve ben yazarın sözlerine, birer vahiymiş gibi sorgusuz sualsiz inandığımdan Tabiat’ın derinlemesine incelenmeye değer, gerçek birer parçası gibi gelirlerdi bana; oysaki içinde bulunduğum manzara, özellikle de bahçemiz, büyükannemin küçümsediği bahçıvanın kuralcı hayal gücünün prestij yoksunu bir ürünü olan bahçemiz, hiçbir zaman asla aynı izlenimi bırakmazdı bende.
Ben bir kitabı okurken annemle babam tasvir edilen yerleri gidip görmeme izin verselerdi, gerçeğin keşfinde paha biçilemez bir adım atmış olduğuma inanacaktım. Çünkü kendimizi her daim ruhumuz tarafından çevrelenmiş gibi hissetsek de bu ruh durağan bir hapishane değildir: Daha ziyade, ruhumuzu aşmak, dışarıya ulaşmak için sürekli hamleler yaparak onunla birlikte, bir hayal kırıklığı içinde sürüklenir, çevremizde hep dışarıdan bir yankı değil de içsel bir titreşimin yankısı olan ve hiç değişmeyen bu tınıyı işitir gibiyizdir. Nesnelerde ruhumuzun onlara aksettirdiği, kendilerine değer kazandıran yansımayı bulmaya çalışırız; doğada nesnelerin, zihnimizde birtakım fikirlerle yan yana bulunmalarına borçlu oldukları sihirden yoksun olduklarını fark ettiğimizde hayal kırıklığına uğrarız; bazen de ruhun bütün gücünü, dışımızda olduklarını ve kendilerine asla ulaşamayacağımızı açıkça hissettiğimiz insanları etkilemek için, yetenek ve ihtişama dönüştürürüz. Böylelikle, sevdiğim kadını, her zaman için, etrafı o sıralarda görmeyi en çok arzu ettiğim yerlerle çevrili olarak hayal etmem, bu yerleri bana onun gezdirmesini, bilinmeyen bir dünyanın kapılarını bana onun açmasını istemem, basit ve tesadüfi bir zihinsel çağrışım değildi; hayır, yolculuk ve aşk hayallerim, tek bir kuvvet hâlinde fışkıran ve yönü değişmeyen bütün yaşama gücümün -bugün sedefli ve görünürde kıpırtısız bir fıskiyeden değişik yüksekliklerde kesitler alırmışçasına yapay olarak ayırdığım- farklı anlarından ibaretti yalnızca. Nihayetinde, zihnimde aynı anda ve yan yana gelişen durumları içeriden dışarıya, onları kuşatan gerçek ufka kadar izlemeye devam ederek rahat rahat oturmanın, havadaki güzel kokuyu duyumsamanın, ziyaretçiler tarafından rahatsız edilmemenin, Saint-Hilaire’in çanı çaldığında, öğleden sonra tükenmiş olan saatlerinin tek tek geçişini fark etmenin, son çan sesiyle birlikte saatlerin toplamını hesaplayıp ardından gelen uzun sessizlikle, mavi gökyüzünde bir bölgenin açılışını, Françoise’ın hazırlamakta olduğu, kitabın kahramanıyla beraber yaşadığım yorgunlukları giderecek olan lezzetli akşam yemeğine kadar okumayı sürdürmemi sağlayacak olan bölgenin açılışını görmenin hazzı gibi başka türden hazlar keşfediyorum. Her СКАЧАТЬ