Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap. Марсель Пруст
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap - Марсель Пруст страница 25

Название: Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap

Автор: Марсель Пруст

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-41-9

isbn:

СКАЧАТЬ dönüştürüyordu. Onun hoşlandığı bölümler, bizim en sevdiğimiz bölümlerdi. Ben ezbere bilirdim hepsini. Yazısına kaldığı yerden devam ettiğinde hayal kırıklığına uğrardım. O ana kadar güzelliği benim için saklı gizli kalan bir şeyden, çam ormanlarından, doludan, Notre-Dame Katedrali’nden, “Atalya”dan, “Phaidra”dan her bahsedişinde, bu güzelliği imgelerle etkisiz hâle getirip bilincimi ele geçirirdi. Bu nedenle, evrende, eğer kendisi bana yaklaştırmadıysa kendi cılız algılarımın duyumsayamayacağı ne kadar çok şey olduğunu hissedip her konuda, özellikle de bizzat görme fırsatı yakalayacağım şeyler hususunda onun fikrine, bir istiaresine sahip olmak isterdim; ki bunların arasında, eski Fransız yapıtları ve bazı deniz manzaraları da vardı çünkü bunları kitaplarında anmasındaki ısrarcılığı, onları anlam ve güzellik açısından ne kadar zengin bulduğunun bir kanıtıydı. Ama maalesef, neredeyse her konuda, fikrinden bihaberdim. Benimkilerden tamamen farklı olduğuna şüphem yoktu çünkü bu fikirler, benim yükselerek ulaşmaya çalıştığım kimliği belirsiz bir âlemden geliyordu: Benim düşüncelerimin bu kusursuz zihne aptallığın dorukları gibi görüneceğine emin olduğum için, hepsini kafamdan silerek zihnimi öylesine bir tabula rasa’ya19 dönüştürmüştüm ki kitaplarından birinde, tesadüfen benim de aklımdan geçmiş olan bir düşünceye rastladığımda sanki iyi yürekli bir tanrı, bu fikri meşru kılarak ve güzel olduğunu belirterek bana geri vermiş gibi yüreğim kabarırdı. Uyuyamadığım gecelerde büyükannemle anneme yazdığım şeylerin aynılarına, Bergotte’un bir sayfasında rastlardım birdenbire; öyle ki Bergotte’un bu sayfası mektuplarımın başında yer alabilecek bir önsöz niteliği taşırdı. Hatta daha sonraları, bir kitap yazma denemelerine başladığımda yazmaya devam etmemi sağlayacak kadar değerli bulmadığım cümlelerin neredeyse aynılarına Bergotte’ta denk geldiğim oldu. Ama bu cümlelerden yalnızca onun kitabında okuduğumda bir zevk alabiliyordum; o cümleleri yazan ben olduğumda düşüncemi tam olarak yansıtma kaygısıyla, zihnimde algıladığım şeye tam “benzetememe” korkusuyla yazdığım şeyin kulağa hoş gelip gelmediğini düşünmeye fırsat bulamıyordum ki! Hâlbuki aslında bir tek bu tür cümleleri, düşünceleri gerçekten seviyordum. Endişeli ve tatminsiz çabalarım, kendi içlerinde birer aşk belirtisi, hazdan mahrum ama derin bir aşkın belirtisiydiler. Bu yüzden de bu tür cümleleri ansızın bir başkasının eserinde, yani kaygılardan, sertlikten uzakken, kendime işkence etmeme gerek yokken bulduğumda tıpkı milyonda bir yemek yapması gerekmediğinde artık oburluk yapmaya vakti olan bir aşçı gibi, kendimi bu sevdiğim cümlelerin hazzına rahatça bırakıyordum. Bir gün, Bergotte’un bir kitabında bahsi geçen yaşlı bir hizmetçiyle ilgili olarak, yazarın o büyülü, o tumturaklı dilinin daha da alaylı kıldığı ama benim Françoise’dan bahsederken büyükanneme sık sık yaptığım esprinin aynısına rastladım; bir başka seferinde, gerçeğin birer aynası olan eserlerinin birine aile dostumuz M. Legrandin’le ilgili yorumlarıma benzer bir yorumu dâhil etmekten çekinmediğini gördüm (Oysaki Françoise ve M. Legrandin’le ilgili yorumlarım, Bergotte’un hiçbir şekilde ilginç bulmayacağından emin olduğum, özellikle feragat edeceğim yorumlardı.); ansızın benim mütevazı hayatımla gerçekler âleminin birbirlerinden zannettiğim kadar ayrı olmadıklarını hatta bazı noktalarda kesiştiklerini bile düşündüm ve duyduğum güvenle, mutlulukla, neden sonra kavuşulan bir babanın kollarındaymışçasına, Bergotte’un sayfalarının üzerine gözyaşlarımı döktüm.

      Kitaplarına bakılacak olursa Bergotte, çocuklarını kaybetmiş ve asla teselli bulamamış, güçsüz, buruk bir ihtiyar olarak canlanıyordu zihnimde. Dolayısıyla metinlerini içimden, bir melodi gibi, yazdıklarından belki de daha dolce20 daha lento21 okuyor, en basit cümlede bile şefkat yüklü bir tını buluyordum. En çok da felsefesini seviyordum, kendimi sonsuza kadar onun felsefesine adamıştım. Bu nedenle kolejde felsefe adlı derse gireceğim yaşı, sabırsızlıkla bekliyordum. Ama bu derste, sadece Bergotte’un düşüncesine bağlı kalarak yaşamaktan başka bir şey yapılmasını istemiyordum; o sırada bana o derslerde bağlanacağım metafizikçilerin Bergotte ile en ufak bir benzerlik dahi taşımayacağını söyleseler, ömür boyu sevmeyi arzulayan bir âşığa ileride birlikte olacağı başka sevgililerden söz edilmiş gibi ümitsizliğine kapılırdım.

      Bir pazar, bahçede kitap okuduğum sırada, annemle babamı ziyarete gelen Swann okumamı böldü.

      “Ne okuyorsunuz, ben de bakabilir miyim? Aa, Bergotte mu? Size onun kitaplarını kim tavsiye etti?”

      Ben “Bloch.” dedim.

      “Ha, evet! Burada bir kere gördüğüm çocuk, hani şu Bellini’nin ‘Fatih Sultan Mehmet’ portresine benzeyen. İnanılmaz bir şey! Aynı yay gibi kaşlar, aynı kemerli burun, aynı çıkık elmacık kemikleri. Bir de keçi sakal bıraksa aynı olacaklar. Yine de zevkli çocukmuş çünkü Bergotte büyüleyici bir zekâya sahiptir.” Benim Bergotte’a olan büyük hayranlığımı görünce tanıdığı insanlardan asla bahsetmeyen Swann, iyi yürekliliğinden benim için bir istisna yaptı ve şöyle dedi:

      “Onu çok iyi tanırım, sizi mutlu edecekse kitabınızı imzalamasını rica edebilirim.” Bu teklifi kabul etme cesareti bulamayıp Swann’a Bergotte hakkında sorular sordum. “En beğendiği erkek oyuncu kim, biliyor musunuz acaba?”

      “Erkek oyunculardan kimi beğendiğini bilmiyorum. Ama hiçbirini, herkesten üstün tuttuğu Berma’yla eşit bulmadığını biliyorum. Berma’yı duydunuz mu hiç?”

      “Hayır efendim, annemle babam tiyatroya gitmeme izin vermiyorlar.”

      “Ne talihsizlik! Rica edin kendilerinden. ‘Phaidra’da, ‘El Cid’de Berma; eninde sonunda bir kadın oyuncudur diyebilirsiniz ama ben sanatta ‘hiyerarşi’ye pek inanmam aslında!” (Swann’ın daha önce büyük teyzelerimle sohbetlerinde de birçok kereler dikkatimi çeken bir huyunu, ciddi konulardan konuşurken önemli bir konuda fikir beyan ediyormuş izlenimi uyandırabilecek bir ifade kullandığında, bu ifadeyi, özel, mekanik, alaycı bir tonlamayla, tırnak içine alırmış gibi vurgulamaya özen gösterdiğini fark ettim; sanki ifadenin sorumluluğunu almak istemiyormuş, “gülünç insanların tabiriyle hiyerarşi” dermiş gibiydi. Peki ama gülünç bir ifadeyse eğer, neden hiyerarşi diyordu?) Hemen arkasından ekledi: “Berma’yı izlemek kutsal bir keşif olacak sizin için, tıpkı herhangi bir şaheser gibi, mesela, ne bileyim ben…” -gülmeye başladı- “ ‘Chartes Katedrali’nin Kraliçeleri’ gibi.” O ana kadar, Swann’daki bu görüşlerini ciddi biçimde ifade etme korkusu kültürlü ve Parisli olmanın bir gerekliliği, büyük teyzemlerin taşra dogmatizmine zıt bir şey gibi gelmişti bana; ayrıca bunun, Swann’ın yaşadığı muhitte yaygın bir tarz olduğunu ve bu çevrede, önceki nesillerin lirizmine tepki olarak, önceleri basit bulunan, sıradan, somut gerçeklere aşırı bir değer verildiğini, “cümle”lerin aşağılandığını varsayıyordum. Ama şimdi Swann’ın dünya karşısındaki bu tutumunu kaba buluyordum. Herhangi bir konuda fikir sahibi olmaya cesaret edemiyor, yalnızca kesin ve somut birtakım bilgiler verebildiği takdirde rahatlıyor gibiydi. Ama böylelikle, bu ayrıntıların önemli olduğu yönünde bir fikir, bir varsayım ortaya atmış olduğunu fark etmiyor gibiydi. Bunun üzerine, annem odama çıkmayacak diye üzüldüğüm, Swann’ın ise Léon prensesinin evindeki baloların hiçbir önemi olmadığını söylediği o akşam yemeğini düşündüm tekrar. Oysaki ömrünü bu tür zevklere harcıyordu. Bütün bunlarda bir tutarsızlık bulurdum. Çeşitli konularda fikrini ciddiyetle dile getirmeyi, tırnak içine almak zorunda kalmadan yargılarını ifade etmeyi, bir yandan gülünç olduklarını ileri sürdüğü СКАЧАТЬ



<p>19</p>

İngiliz düşünür John Locke, başlangıçta insan zihninin tabula rasa yani “boş bir levha” gibi olduğunu, insanın, deneyimleriyle zihnini doldurduğunu söylemiştir. (e.n.)

<p>20</p>

Bir parçanın tatlı ve yumuşak çalınması gerektiğini belirten müzik terimi. (ç.n.)

<p>21</p>

Bir parçanın yavaş çalınması gerektiğini belirten müzik terimi. (ç.n.)