Название: Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap
Автор: Марсель Пруст
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-41-9
isbn:
Halam, eve döndüğümüzde bize, Mme Goupil’in ayine yetişip yetişemediğini sorunca ona cevap veremezdik. Üstelik, kilisede Kötü Gilbert’in vitrayını kopya etmek için bir ressamın çalıştığını söyleyerek huzursuzluğuna huzursuzluk eklerdik. Hemen bakkala gönderilen Françoise, hem kilisede ilahi söyleyip temizlik yapığı hem de bakkal çırağı olduğundan çeşitli muhitlerle ilişkisi ve sınırsız bilgisi olan Théodore’u bulamayıp eli boş dönerdi.
“Ah!” diye iç geçirirdi halam. “Eulalie’nin geleceği saati sabırsızlıkla bekliyorum. Ondan başka kimse bana bu konuda bilgi veremez.”
Eulalie bir ayağı aksak, hamarat bir kızdı ve kulakları ağır işitirdi, çocukluğundan beri hizmetinde olduğu Mme de la Bretonnerie’nin ölümünden sonra emekliye ayrılmış, kilisenin yanında bir oda tutmuştu; durmadan kiliseye, ayine, ayin saatleri dışında ise ya dua okumaya ya da Théodore’a yardım etmeye inerdi; geri kalan zamanlarda da Léonie halam gibi hasta insanları ziyaret edip sabah veya ikindi dualarında neler olduğunu anlatırdı onlara. Eski patronlarının kendisine verdiği küçük meblağda aylığa ufak bir katkı sağlamak için ara sıra rahibin veya Combray’nin rahip sınıfı kesiminden öne çıkan bir başka kişinin çamaşır işleriyle ilgilenmekte bir sakınca görmezdi. Siyah çuhadan bir harmani giyer, çenesinin altında bağlanan, din adamlarınınkine benzer bir takke takardı, bir deri hastalığı yüzünden yanağının bir bölümü koyu bir kına çiçeği gibi pespembeydi, burnu da kemerliydi. Onun ziyaretleri, muhterem pederden başka neredeyse hiç misafir kabul etmeyen Léonie halam için büyük eğlenceydi. Halam zaman içinde, diğer bütün ziyaretçilerin ayağını kesmişti birer ikişer, çünkü ona göre hepsi nefret ettiği iki insan kategorisinden ya birine ya diğerine giriyordu. Bu kategorilerden ilki, başından ilk savdığı, halama “kendini dinlemesini” salık veren ve güneşli havada küçük bir yürüyüşün ve güzel, az pişmiş bir bifteğin ona (İki yudumcuk Vichy suyunun ağırlığını midesinde on dört saat taşıyan halama hem de!) sürekli yatmaktan ve aldığı ilaçlardan daha iyi geleceği tezini -sadece kınayan suskunluklarla veya şüpheli gülümsemelerle de olsa- savunan en kötü insanlardan oluşuyordu. Diğer kategori ise hastalığının halamın sandığından da ciddi olduğuna, gerçekten de söylediği kadar hasta olduğuna inanmış görünen kişilerdi. Böylece biraz tereddütten sonra, Françoise’ın iyi niyetli ısrarlarına dayanamayarak yukarı çıkmalarına izin verilen ve ziyaretleri esnasında çekingen bir tavırla “Hava güzel olduğunda biraz hareket etseniz, acaba…” demeyi göze alarak kendilerine gösterilen lütfu hiç ama hiç hak etmediklerini kanıtlayan misafirler de aksine, halam, “Kötüyüm, çok kötü, sonum yaklaştı sevgili dostlarım!” dediğinde, “Ah! İnsanın sağlığı elden gitmeyegörsün! Ama daha uzun süre böyle dayanabilirsiniz.” diye cevap verenler misafirler de bir daha asla kabul edilmeyeceklerinden emin olabilirlerdi. Bu durumu gülümseyerek karşılayan Françoise, halamın onları geri çevirmek için başvurduğu her daim zaferle sonuçlanan kurnazlıklarına ve halamı görmeden dönen misafirlerin umutsuz yüz ifadelerine güzel bir oyun gözüyle bakar, gülümsemesi kahkahaya dönüşürdü; kısacası, halam hem uyguladığı perhizin onaylanmasını hem acılarından yakınılmasını hem de geleceği konusunda içinin rahatlatılmasını isterdi.
İşte Eulalie’yi diğerlerinden farklı kılan da buydu. Halam bir dakikada yirmi kere, “Benim sonum geldi, sevgili Eulalie!” dese Eulalie yirmi kere, “Madam Octave hastalığınızı o kadar iyi tanıyorsunuz ki daha dün Mme Sazerin’in de bana dediği gibi, yüz yaşına kadar yaşarsınız.” derdi (Eulalie’nin tecrübenin getirdiği sayısız yalanlamanın sarsmayı başaramadığı en güçlü inançlarından biri de Mme Sazerat’nın adının Mme Sazerin olduğuydu.).
“Yüz yaşıma kadar yaşamayı istediğim yok!” diye cevaplardı ömrüne belirli bir vade biçilmemesini tercih eden halam.
Ayrıca Eulalie, halamı yormadan eğlendirmeyi bilen tek insan olduğu için beklenmedik bir engel çıkmadıkça her pazar düzenli olarak yaptığı ziyaretler, halam için, pazar günleri, önceleri neşe ile beklediği ama Eulalie biraz gecikse aşırı bir açlık hâli gibi ızdırap kaynağına dönüşen bir zevkti. Eulalie çok gecikirse eğer, bekleyişin hazzı işkenceye dönüşür, halam saate bakmaktan kendini alamaz, esner, kendini çaresiz hissederdi. Günün sonunda halam umudu kesmişken Eulalie’nin gelişini haber veren zil sesi duyulduğunda halam neredeyse fenalık geçirirdi. Aslında pazarları, bu ziyaretten başka bir şeyi düşünmezdi; öğle yemeği biter bitmez, Françoise halamı “meşgul etmek” üzere yukarı çıkıp yemek odasını boşaltmamız için bizi acele ettirirdi. Ama (özellikle güzel havaların Combray’de yüzünü göstermesinden itibaren) kibirli öğle saati, Saint-Hilaire çan kulesini sesli tacının on iki çiçeğiyle bir an harmalandırıp kuleden aşağı inerek soframızın etrafında, kilise çıkışında teklifsizce bize katılmış olan kutsanmış ekmeğin yanında çınladıktan sonra sıcaktan ve bilhassa da yemekten rehavet çökmüş hâlde, hâlâ “Binbir Gece Masalları” tabaklarının başında oturuyor olurduk. Çünkü Françoise artık bize bildirmeye gerek duymadığı, değişmez yumurta, pirzola, patates, reçel ve peksimetten oluşan ana mönüsüne -tarladaki ve meyve bahçelerindeki tarıma, gelgitin ürünlerine, ticaretin tesadüflerine, komşuların kibarlığına ve kendi zekâsına bağlı olarak ve soframız on üçüncü yüzyılda katedrallerin ana kapılarına oyulan dört yapraklı süsler gibi, mevsimlerin birbiri ardına sıralanışını ve hayatın olaylarını yansıtacak şekilde- satıcı kadın çok taze olduğunu garanti ettiği için bir kalkan balığı, Roussainville-le-Pin pazarında görüp çok beğendiği için bir hindi, daha önce bize hiç o şekilde pişirilmişini yedirmediği için ilikli yaban enginarı, açık hava insanı acıktırdığı ve saat yediye kadar sindirmeye bol vakit olduğu için kızarmış but, değişiklik olsun diye ıspanak, turfanda olduğu için kayısı, on beş güne kadar artık kalmaz diye Frenk üzümü, M. Swann özellikle bize getirdiği için ahududu, iki yıl sonra ilk kez yeniden meyve verdiği için bahçedeki ağaçtan kiraz, ben eskiden çok sevdiğim için krem peyniri, bir gün önceden sipariş ettiği için bademli pasta, ikram etme sırası bizde olduğu için bir çörek eklerdi. Bütün bunlar bittikten sonra özellikle müptelası olan babama adanan, Françoise’ın kişisel ikramı, ilhamı olan, bütün becerisini gözler önüne serdiği, özel bir günü kutlamak için ortaya çıkarılmış bir eser gibi geçici ve hafif bir krem şokola servis edilirdi. “Yeter, çok doydum, ağzıma lokma koyamam!” diyerek bu kremayı reddeden kişi, bir sanatçının kendilerine hediye ettiği bir eserinde bile niyet ve imzadan başka önemli bir şey olmamasına rağmen, ağırlığına ve malzemesine bakan görgüsüzler sınıfına dâhil ediliverirdi hemen. Hatta tabağında tek bir lokma bırakmak, bestecinin gözü önünde, parça bitmeden kalkıp gitmek kadar büyük bir nezaketsizlik olarak adlandırılırdı.
Sonunda annem bana, “Haydi, akşama kadar burada oturma; dışarısı sıcak geliyorsa odana çık ama önce biraz hava al, masadan kalkar kalkmaz okumaya dalma.” derdi. Genellikle iğ biçimli alegorik bedenini hareketli bir kabartma hâlinde ham taşa işleyen bir semenderin, teknesini Gotik kurnalar gibi süslediği, Saint-Esprit Sokağı’na açılan bir servis kapısının bulunduğu, evden bağımsız bir yapıymışçasına bir çıkıntı oluşturan arka СКАЧАТЬ