Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ali Akbaş Armağanı - Анонимный автор страница 10

Название: Ali Akbaş Armağanı

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6981-43-0

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Devrin iktidarları ve özellikle 12 Eylül’ün cellatları; bütün öfke ve düşmanlıkla üzerlerine çullanıp her türlü zulmü reva gördüler.

      Kader onların bir kısmını kırılan taze fidanlar gibi kara toprağa düşürdü, bir kısmını da en verimli çağlarında tutsak etti.

      Bazıları da 12 Eylül’ün cellatlarından yakayı kurtarabilmek için, yabancı diyarlara göç etmek zorunda kaldılar ve uzun yıllar vatana hasret yaşadılar.

      Hapishane kapılarında ihtiyarlayan ana babalarının cenazelerinde bulunamadılar, gelin olan kardeşlerinin kırmızı kuşaklarını bağlayamadılar. Çoğunun sevdaları yarım kaldı. Ancak duruşma salonlarında uzaktan bakışarak veya gül yaprağı koyup süsledikleri birkaç cümlelik mektuplarla hasret giderebildiler. Dışarıda onları bekleyenlerin bir kısmı beklemekten yoruldu, kendilerine yeni hayatlar kurdular. Bir kısmı da ‘beni beklemesin, buradan çıkışım yok.’ diye haber göndererek bağırlarına taş basıp yollarını ayırdılar.

      ** Ali Akbaş Ağabey’e…

      17.02.1983 Bartın

      Aziz Ağabeyim,

      Kaç defadır ki kalemi alıyor ve bırakıyorum, öyle ya görüşmeyeli seneler oldu. Anlatacak, yazacak o kadar çok şey, dile getirilecek o kadar çok konu ve hasret var ki; hangisini yazmalı, hangisini anlatmalı… Hele de 1980’de bize şeref veren, layık olamadığımız alaka ve ağabeyliğinizin bir ifadesi ile bize ithaf ettiğiniz o muhteşem şiirinizden sonra bir teşekkür mektubu dahi yazamamanın mahcubiyetini taşıdım durdum. Sadece “Teşekkür ederim,” ifadesi çok yavan kalacaktı. Ne kadar gönlümün ta derinliğinden kopup gelse de memnuniyetimi ifadeye hiçbir zaman kâfi gelmeyecekti. Ama bunca zaman sonra da yine ancak “Teşekkür ederim,” diyebileceğim. Başkasını daha fazlasını şair gönlünüzün ifadesi o büyüleyici güzellikteki mısralarınıza karşılık gelecek bir mektubu yazamamamın mahcubiyeti ile kıvranıp durdum işte.

      Evet ağabey, yıllar yılı bitmeyen ve daha da bitmeyecek olan hasreti ifade ne mümkün? Bazı şeyler ancak anlatılmaz, yaşanır. Yahut da gönüldeki acıları, hasretleri, sevinçleri, hüzünleri, hayalleri ifade edebilmek için bir “Ali Akbaş” Ağabey olmalı ki şairlik de Allah vergisi. Nasiplenene ne mutlu… Yine de yazamayacaktım ama Doğuş’un son sayısında “Masal Çağı”nın basıldığını görünce sevincim sonsuz oldu. Âcizane tebriklerimi ve fikir dünyamıza armağan edeceğiniz yeni eserlerinizi, “İman Çağı” nı ve diğerlerini hasretle beklediğimizi de belirtmek istedim. Aslında “Divan” da sonra “Doğuş” un sahifelerinde zaman zaman hasret gidermiyor da değiliz.

      Mısralarınızı okurken eski günlere dalıp gidiyorum. Elbistan’a, Afşin’e… İlk defa Afşin’de tanışmıştık, hatırlarsınız herhâlde. Bir şiir-folklor şölenine davetli idiniz. Üzerimdeki ağabey haklarını daima hayır ile yâd ettiğim Hamza Ağabeyimle daha önceden olan tanışıklığım ve onun bize olan şefkat ve samimiyetinden aldığım cesaretle size yaklaşmış ve sormuştum. Sonra Elbistan, doyumsuz sohbetleriniz… Söğütlü çayının kenarında samimi bir hava içerisinde geçen bir pazar… Bilmiyorum şimdi “piknik” dedikleri, “sağlıklı yaşam” için düzenledikleri. Suni gezilerde o samimiyeti, o lezzeti bulabilmek mümkün mü? Gelecekten ümitli, heyecanlı gençliğimiz sizin samimi, fedakâr, olgun tavırlarınızla bir başka mana kazanıyordu. Akşamları evinize kadar yürüyüşler, saygıdeğer teyzemizin hangi saatte gidersek gidelim bir ana şefkati ile hazırladığı sofra, sıcacık süt…

      Bozkırlı Ozan duruşuyla kopuzu seslendirmeye çalışmanız… Hepsi hepsi hafızamda bütün tazeliğiyle yaşıyor. Sonra ayrılık işte… Biz içeride… Siz dışarıda… Anlıyor ve inanıyorum ki sizlerin çektikleriniz bizimki ile kıyas kabul etmeyecek kadar büyük, muhteşem, mukaddes… Boşuna mı diyor şair;

      “…Gördüm ki ateşte, cımbızda yokmuş.

      Fikir çilesinden büyük işkence…”

      Duyan, düşünen, hisseden insanın ruhunda kopan fırtınaları hissetmemek mümkün mü ağabey?

      Can Ağabey,

      Bu tabirimi hoş görünüz. Gönlümden öyle geldi. Allah rızası için seven insanlar birbirlerine gönüllerinden geldiğince hitap etmeli değil mi?

      “Doğuş” çok güzel ağabey, çok güzel… Emeği geçenlerden, sizlerden, Alper Bey’den Allah razı olsun.

      İnanır mısınız Doğuş’u burada herkes yıllardır beklenen bir sevgiliye duyulan hasretle bekliyor. Tel örgülerin arkasından yıllardır görmediğiniz bir sevdiğinizin zor seçilen simasını gördüğünüz anda içinizi kaplayan bir sevinç olur, bilir misiniz? Nefesiniz tıkanır, konuşamazsınız. Sanki konuşursanız bitmesini istemediğiniz zaman bitecek, gelmesini istemediğiniz an gelecektir.

      Bu bir dosttur, ağabeydir, arkadaştır. Sohbetine hasret kaldığınız hocanızdır, öğretmeninizdir. Bir simidi paylaştığımız, sevinç ve gözyaşlarını paylaştığımız can arkadaşınızdır veya diyelim ki yıllar önce gencecik körpe bir dimağ iken tanıştığınız gönlünüzdeki aşkı, imanı, heyecanı yüreğine sabırla işlediğiniz hayallerinizin bir Alperenidir. Ve hakikaten emeklerinizi ve ümitlerinizi boşa çıkarmamıştır. Veya gözü yaşlı anadır, sabır ve tevekkül abidesi babadır. İşte bunlara kavuşur gibiyiz “Doğuş”a kavuştukça…

      Dışarıdayken kitapçı vitrinlerinde, bayilerde sergilenen rengârenk dergiler, gazeteler arasında mazrufuda zarfı da güzel ve bizi anlatan, iyiyi, doğruyu, güzeli, anlatan, her şeyi ile bizden olan, temsil ettiği fikrin ihtişamına layık bir estetiğe de sahip -bizim olan- dergilerimizi arar, hayal ederdik. O hayallerin bugün hakikat olması daha nice ümitlerin yeşereceğinin de kutlu müjdeleri olması bakımından bir başka hayırlı işarettir.

      Şekildeki güzelliğini ifadeden şahsen aciz olduğum gibi muhtevası hakkında fikir beyan etmek de çapımızın üstündeki bir mesele. Mazinin derinliklerinden beslenen asırlık çınarlar misali Türk tefekkürünün heybetli fikir adamları ile asırlık çınar olmaya namzet fidanların Doğuş’un sanat-edebiyat iman vadisi diyebileceğimiz sahifelerinde yan yana gelmesi her dem yeniden doğuşumuzun güzel bir örneğini teşkil etmektedir. İnanıyor ve temenni ediyorum ki “Doğuş” yeni kutlu doğuşların müjdesi olsun.

      Aziz ağabeyim, Son iki aydır dönüp dönüp Doğuş’un arka sayfasındaki şiirinizi okuyorum. Yüreğimizi sıcacık duygularla birlikte hüzün kuşatıyor.

      “Şarıl şarıl çimdiğim çay

      Çiğdem topladığım tarla

      Artık rüyama girmeyin,

      Etmeyin, etmeyin böyle.”

      Mısraları, her şeyi birbirinden güzel gördüğümüz yıllara götürüyor bizi. Bizim çocukluğumuz öyleydi işte. Ne konuşan bebekler, ne oyuncak trenler, ne çarpışan otolar, ne lunaparklar… Hiçbiri yoktu. Ama daha güzelleri vardı. Sunilikten uzak tabii. Oyuncaklarımız çamurdandı. Kendimiz yapardık. Sapan lastiğimizin çatalını kemik saplı çakımızla kendimiz yontar, yaylalarda ardıç ağaçlarından yapılmış tahterevallide kanatlanırdık. Oyukların içinden cardınları tutar, sonra karpuz kabuğunu iple bağlardık. СКАЧАТЬ