Ay ile Ayşe. Murtaza Şerhan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ay ile Ayşe - Murtaza Şerhan страница 8

Название: Ay ile Ayşe

Автор: Murtaza Şerhan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-47-8

isbn:

СКАЧАТЬ efedra ile pelin otu, kırmızı yonca, malva ile tüylü kısamahmut ve niceleri yaz mevsimindeki gibi buram buram kokuyorlardı. İmkân olaydı da bütün tınazıyı alıp götüreydim. Tınazın oyuğuna yatarak, hiç hareket etmeden uyusam keşke, ne güzel.

      Fakat Ayşe bana seslendi. İki çuvalı ayaklarımızla basarak sıkıştırdık ve urganla sardık. Bir çuvalı Ayşe benim arkama yükledi, sonra göğsüme urganın ucunu sararak bağladı. Kendi çuvalını hiç zorlanmadan arkasına atıverdi. Bu şekilde geldiğimiz gibi izlerimizi takip ederek döndük. Altı gün esen kar fırtınası azmış gibi, Ayşe:

      “Kar fırtınası tekrar olsa da izlerimizi kapatsa iyi olur.” dedi. Sonra gökyüzüne baktı. Kenarında aydın halka çizilen Ay kederli gözüktü. Gökyüzünde Ay kederlenirse, yeryüzünde yaşayan bizim gibi fakirlere ne çare. Tanrı yar ve yardımcımız olsun. Tasbet’in kahrından muhafaza etsin bizi. Tasbet öğrenirse, Ayşe’yi de beni de mahkemeye verirdi muhakkak. Zaten halk düşmanı, vatan haini denen ölüm mührü vurulmuştu alnımıza.

      Geçen yaz mevsiminde Sartay isminde sefalet içinde yaşayan dede mahkûm olmuştu. Kendisi meşhur Momışulı Baurcan’ın yakın akrabasıydı. İşlediği suçu ise; onun bir tek eşeğini Tasbet alıp yaz boyunca siloya götürmüştü ve buğday taşıtmıştı. Bunu gören Sartay ise:

      “Ne benim eşeğim gerçekten kayboldu, ne de şu devlet…” demişti. Çok sinirlenmişti. Tasbet bu sözü duyar duymaz hemen polislere şikâyet etmiş. Ondan sonra Sar-tay ortalıktan kayboldu.

      O anda bende korku yoktu. Neşeli yaz mevsiminin bir çuval nurunu üzerine almış insanın hiçbir kaygısı olmaz zaten. Fakat Ayşe korkuyordu. Ay’a bakıp bakıp kederleniyordu.

      AY IŞIKLI GECELER

      Soğuk Şubat ayının beyaz kar fırtınası bir gün dindi. Cin çarpmasından dinen şaman gibi kesilince, gökyüzü açıldı ve perdesiz pencerede Ay ışığı çiseleyerek duruyordu. İki çuval ot gelince keçiler ağlamalarını kestiler. Uykumuzu rahatlıkla alacaktık. Gece uzun idi. Ayak izlerimiz kapının dışında duruyordu.

      İşte o zaman, üç yetimini uyutmak için Ayşe masallar anlattı. Bizim için bu geceler, mübarek geceler gibi Allah’ın rahmetinin sağanak sağanak yağdığı anlardı. Bazen Ayşe’yi tanıyamaz olurdunuz, hemen değişiverirdi. Uzun gecelerde bizlere her türlü hikâyeler anlatarak sanki kendisi de içindekilerini boşaltıyor gibiydi, derdine derman söyler gibiydi.

      Bizim halamızın, Köksay’dan Nuralı isminde Kırgız-la evlendiğini, kör kayınvalidesinden duymuş. Babamız Murtaza’nın annesi Künıkey’ın kocasının ikinci hanımı sonradan kör olarak kalmış. Destan anlatır gibi şiir diliyle anlatmaya başladığı anda, bizler içimizden nefes alır dinlerdik.

      Meğer zengin Kırgızlarmış. Manas zirvesine ulaşarak yaylaya çıkarlarmış. Yayla ismi Maydantal mıydı Ögızkorğan mıydı, bilemem. Yaylayı kendisi görmese de Ayşe adeta cennet yamaçlarına benzeterek tatlı tatlı anlatırdı. Yaylaya Kırgızlar atla, deveyle, öküzle göç ederlermiş. Üst tarafı zirve, altı ise uçurum, yalın ayak yılankavi yol olurmuş. O zaman Kırgızlar:

      “Kazak gelinin gözlerini bağlayın, başı dönerek uçuruma düşer.” deyip halamızın gözlerini başörtüyle sararak bağlamışlar. Buna benzer çok ilginç hikâyeler anlatarak sonunda:

      “Şu Kırgızlar, babaların sağ iken sık sık gelirlerdi, ilişkiyi kestiler.” diye ah çekti.

      “Abdibek, Susar isminde yeğenlerimiz vardı. Abdibek askerliğe gitmiştir. Sanambübü isminde eşi vardı. Kırgız Ata yani Nuralı eniştemiz ihtiyarladı. Zor oturup kalkıyordur.” dedi.

      “Uyumadınız mı?” diye sordu Ayşe bir ara.

      “Hayır hayır, daha ilginç şeyler anlatır mısın?” diye rica etti kız kardeşim Kurmaş. Erkek kardeşim Batırhan’dan ses yoktu, uyumuştu herhalde. İşte o anda Ayşe, kendi çocukluğunun tatlı günlerine doğru uzanan yolculuğa çıkar. Göz önüne Kara dağın altında yatan Burıl dağ gelir. Burıl dağın eteğinde yerleşen Yesey ağabeyin köyünü görür. Örülmüş saçlarıyla genç kızcağız yakın arkadaşlarıyla birlikte bir taştan öbür taşa zıplayarak kekliğin yumurtasını arar. Aramaları o kadar ilginç gelir ki dağın tepesine kadar çıkarlar, sonra kızlar aşağıya inemeyip ağlarlarmış. Hepsinden önce Ayşe tepeye çıkarmış. Büyük taşlardan inemeyen ve ağlayan kızları köydekiler görür görmez zorla indirirlermiş.

      “Yesey babamız altı kardeşlermiş.” dedi Ayşe. “Matay, Sasay, Esey, Nurabay, Karakul. Ya Allah, birisini unuttum. Ha, Tatay! Matay mıydı, Sasay mıydı yoksa? Mekke’ye gidip dönmemiş, şu anda cennette diyorlar. Babamız Yesey’in üç hanımı varmış. Birincisi, bizim köyümüzde olan Doşanay dedenin ablası Tengekız isminde olan kadındı. Ondan Süttibek ve Auagül dünyaya gelir. Süttibek’ten sizin Tölen dayınız dünyaya gelir. O şu anda savaşta. Allahım, yalnız başına gitmiş, yar ve yardımcı ol! İkinci eşi ise, benim annem Gülhan. Bektöbe’deki Sırgeli boyuna sinmiş Alşı’nın kızı. Gülhan’ın annesi, Turğan hanım. Tabipmiş. Yesey’in Gülhanı üç çocuk doğurmuş. Ben Ayşe, Rahman ve Ziba’yı doğurmuş. Gülhan annemin kardeşleri de Bektöbe’de oturuyorlar. Sali, Kali, Böpetay, Satay. Ah, onları da görmeyeli epey oldu. Murtaza varken onlar devamlı gelip gidiyorlardı. Evet, olup biten aynen civcivin aklıyla, bozdoğanın kanadıyla oldu. Murtaza’nın “halk düşmanı” olarak ilan edilmesinden sonra evimize gelmeye korkuyorlar herhalde.”

      “Anne, o zaman, Murtaza tüm halka mı başkaldırmış?” diye dayanmadan sordum.

      “Yahu, ne başkaldırması? Zenginin çocuğu diyorlar, Troçki diyorlar, Rıskulov diyorlar, atacaklarsa iftira çok ki.”

      “Troçki, Rıskulov nedir?”

      “Ben ne bileyim, Stalin’e muhalif diyorlar.” Birden Ayşe’nin sesi soluğu değişti:

      “Sakın sen sen ol bu tür kelimeleri ağzından çıkarma sakın!” diyerek uyardı.

      “Her ne ise anne, bırak onu da kız günlerini anlatsana.” diyerek sohbeti yine canlandırdım. Ayşe kızdığını unutarak gülümsedi ve kızının başını okşayarak tekrar tatlı günlerine döndü.

      “Süttimbek dayımın evinde olan yengem Anargül, mekân-ı cennet olsun, ilginç insandı. Kendisini on dört veya on beş yaşında getirmişlerdi. İhtimal, o zaman benden biraz büyüktü. Çocuktu henüz. Bizimle birlikte oynamaya koyulurdu. Dağa çıkar sakız toplardık. Dağa çıktığımızda, iniş tarafı avuçlarına sığarcasına küçük görünürdü. İşte o zaman yengem büyük taşın üzerine oturur inişe bakar ağlardı:

      “Tastöbe Kölkaynar’ım benim.” diyerek uzağa bakar ağlardı. Meğer Tastöbe Kölkaynar, onun doğduğu köy imiş. Janbay Janıs boyunun yerleştiği yermiş. Orası da pek uzak değilmiş, Ayşe gülmeye başladı. Ayşe gülerse, bizler de sevinirdik.

      “Yengeciğim, niye ağlıyorsun?” diye sordum.

      “Köyümü özledim. Köyün kadrini evlendiğinde bilirsin.” dedi yengem. Tam da dediği gibi çıktı.”

      Ayşe ah çekerek:

      “Çok СКАЧАТЬ