Ay ile Ayşe. Murtaza Şerhan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ay ile Ayşe - Murtaza Şerhan страница 5

Название: Ay ile Ayşe

Автор: Murtaza Şerhan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-47-8

isbn:

СКАЧАТЬ onlar da tahayyül ederler. Biz ne biliriz, karıncayı ezer, kuşu cıvıldatır, yuvasından yumurtalarını alırız. Civcivi yakalayarak seveceğiz diye işkence eder, günah işleriz. Meğer her şey beyhude imiş.

      Çocukluktandır belki.

      Çocukken Talasbay denen bulak suyunda yüzen kurbağalara ok fırlatır, taş atardık. Kurbağanın acı halini kendi gözlerimle gördüğümde korktum ve bundan sonra kurbağalara kötülük yapmamaya ant içtim.

      Ayşe, beni Jalbız bulağında başımı daldırarak epey dövdükten sonra, ertesi gün yine kardeşim Batırhan’ la beraber kaldık. Evde deli tavuk gibi dolaşıyordum. Ayşe pancar toplamaya gittiğinde tembihlemişti: “Eğer evden çıkarsan, dün çektiğin az değil, yoksa!” demiş ve içine ayran koyduğu kavanozu çuvalın içine koyarak gitmişti.

      Orada oturdum, beride oturdum. Bir Kurmaş’a baktım bir Batırhan’a baktım. Vakit geçmek bilmedi. Bir ara Batırhan’ın hıçkırığı duyulmuş gibi oldu. Belki dışarıya çıkmayı o da istiyordur. Talasbay bulağı tarafından gürültü duyuluyordu. Sabredemedim. Çocuğu arkama atıverdim. O da alışmış düşmemek için boynumu bembeyaz parmaklarıyla sıkarak tuttu. Kurmaş’a evde kalmasını sıkı sıkı tembihledim ve dışarıya çıktım.

      Evvela, Berdımbet deresinden, sonra Salbi deresinden geçtik. Kötü hırçın bir köpek havladı. Talasbay bulağına geldik. Öser, Joldasbek, Amanbay, Surapaldı, Tılepaldı, Süleyman herkes bulağın başında oynuyordu. Henüz İkinci Dünya Savaşı’nın olmadığı günler. Yanlarına yaklaşarak, Batırhan’ı yere indirdim ve hem o hem de kendim çömelerek oturduk. Onlarla beraber oynamaya pek istekli değildim. Çocuk tekrar suya dalarsa diye korkuyordum.

      Onlar, neden gelmiyorsun der gibi şaşkın şaşkın baktılar ve tekrar cumbadak suya daldılar. Yeniden “nefes alınmaz” oyununa başladılar. Seyrediyordum. Kurnaz Joldasbek habire kazanıyordu. Dışarda ise Kenes “bir, iki, üç…” diye sayıyordu. Joldasbek suya dalar, sonradan tekrar gururlanarak çıkar. Ben olsaydım, hep suyun dibinde yatardım, bu ise hızla çıkar. Yine de kazanıyordu.

      “Ne kadar da kurnaz.” dedim. Yanıma Amanbay sokuldu:

      “Hadi gel, sen yoksun. Çocuk bizi mahvetti.” dedi. O kadar yumuşak, kız gibi göklerde uçarcasına nazik birisiydi. Yıllar sonra Almatı’da Köy Tarımcılık Enstitüsünü Öser ile birlikte tamamlayarak, Aktöbe Eyaletine tarım mühendisi olarak atanmışlardı. Yıllar geçti ve bu çocukluk dostlarım yıldırım üzerlerine düşünce öldüler. Mekânları Cennet olsun! Kolahan ismindeki babası Murtaza’nın dostuydu. Sessiz ve sakindi. Beni gördüğünde sadece başımdan okşardı. Tasbet, Juankul gibi hakaret etmezdi.

      Amanbay yine:

      “Hadi gel.” dedi. Ben nazlanarak seslenmedim.

      “Gel Barshan.” dedi. Başımı asarak oturuyordum. Dün Ayşe’nin gelip beni döverek götürdüğünü biliyordu. Anlıyordu ama ısrar da ediyordu. Suya dalar sonra derhal çıkardı. Ciğeri dayanamıyordu. Bana kalsa, sukamışı tutarak yatardım suyun dibinde. Sukamışından tutmasını bilmezdi herhalde, ondan hızlıca dışarıya fırlardı. Çok zayıf kara bir çocuktu. Joldasbek ise kurnazdı hemen müteakiben çıkar, kazanırdı. Kısa boylu, şişmandı. Amanbay’ ın üzerine asılır binerdi. Zayıf çocuk zor ayakta durur onu kaldıramazdı. Köprüden oraya buraya yalpalayarak geçerdi. Kurnaz Joldasbek atı teper gibi ciğerlerinde tepinerek:

      “Hadi eşeğim, hadi!” diye zorlardı.

      Dayanamadan Batırhan’a:

      “Hiç hareket etme!” diye tembihleyerek gittim yanlarına. Kurnaz Joldasbek’e:

      “Hadi, gel, davay!” dedim. “Davay” kelimesini Yevgenyevka kasabasının Rus çocuklarından duymuştum. Üç veya dört kişiydiler, çilli yüzlü, sarışın saçlı çocuklardı, toplanarak beni dövdüklerinde “davay, davay” diye vurmuşlardı. Davay, hadi demekti.

      Boğazı şişmiş Kenes de “davay” dedi. Joldasbek ile suya daldık. Su altında sukamışlarının dibinden tutunup buz kesilmiş halimle gözlerimi açarak Kenes’in saydıklarını zar zor duyuyordum. Dışarıda bir gürültü duyuldu. O Joldasbek idi, nasıl dayanmadan fırladığını da duydum. Yalnız kavga çıkmasın diye bekledim. “Yüz!” dediklerinde aheste aheste çıktım.

      “Kurnaz!” dedi Joldasbek. “Sende bir şey var!”

      “Ulan serseri, ben daha iki yüze kadar yatardım, Batırhan’ı merak ettiğimden çıktım.” diye Batırhan’ın oturduğu yere baktım. Çocuk çömelmiş öylece duruyordu. Öncesinden çocuklara doğru bakardı. Bu sefer dimdik oturan bebek nane otunun büyüdüğü yere bakarak dona kalmış gibiydi. Sonra bir çığlık kopardı.

      “Ne oldu?” diye koşarak yanına gittim. Bana bakmıyordu. Kürdan gibi çift parmaklarını nanenin dibine doğru işaret ederek gösteriyordu. Baktım ve baktığım gibi bütün vücudum titredi. Batırhan’ı sürüyerek geri çektim.

      Alaca bulaca siyah bir yılan halka çizer gibi yatıyordu. Ölmüş gibi gözleri vardı, ağzını genişçe açarak uyukluyordu. Ağzında ise kurbağa… Kurbağanın başı gözüküyordu, diğer tarafları ise yılanın ağzının içindeydi. Yılanın gözleri kâh kapalı kâh açık, kıvrım kıvrım kıvranıyordu. Kurbağanın gözleri ise patlar gibiydi. Cızır cızır kızgırma gibi zayıf bir ses çıkarıyordu. Oyun oynamayı bırakan çocukların hepsi yılana bakıyorlardı. Herkes ürkerek kurbağa yutan yılanı görüp geriye doğru çekiliyorlardı. Yılandan korkuyor zavallı kurbağaya da acıyorduk. Bir şey yapamıyorduk. Yılan birden sıkışarak nane otlarına doğru kıvrana kıvrana çekilmeye başladı. Hepsini yutamıyordu. Kurbağa hala ağzındaydı.

      Yanına kimsenin yaklaşmaya cesareti yoktu. Hangi güç, hangi kudret ise, ben de bilmiyorum. Yalın ayak duruyordum. Yalın ayağımla birden yılanın başına teptim. Yılan kıvrandı. Ağzından zehir fışkırtarak zıpladı. Hareket edip suya doğru yönelerek dalıverdi. Kurbağa biraz hareket etmiş gibiydi ama sonunda hiç kımıldamadan yere yapışmış gibi dona kaldı. Yılan her şeyini çekmiş. Ölüverdi. Göz önümde öldü. Hayatımda ilk defa göz önümde can veren bir canlıyı gördüm. Hayır, yalan! Ondan önce kendimiz ok atmış, sapanla taş vurmuş çoğunu öldürmüştük. Yine de bu ölüm her şeyden farklıydı.

      Sonradan güçlü olanın zayıfı nasıl ezdiğini, öldürdüğünü çok gördüm. Her şahit olduğumda, kurbağa ve yılan aklıma gelir.

      Dünyada her şey böyle olup bitiyor. Değişmedi hiç. Sadece nasır bağlanan, çatlak yarasına toprak yapışan tabanıyla adaletsizliği tepebilen adam bulunamıyor. Önceden olduğu gibi şu anda bende de o cesaret yok.

      NOHA İLE ORHA

      Mamıt dedemin Orha, Noha, Korğanbay isminde üç oğlu vardı. Asem, Gülzeynep, Sedepgül, Olcagül isminde dört kızı vardı. Hepsinin anası, Arzıgül ninemdi.

      Bu evde çocuk çoktu, hakikaten çarşı pazar gibiydi. Mamıt dedem sert bir karaktere sahipti. Her ne kadar soğukkanlıysa da Toksanbay dedenin sülalesini geçindirirdi ve mal-mülkünden paylaşarak bir şey vermese de, hep medet beklediğimiz evimiz gibiydi. Fakat paylaşacak zenginliği o kadar da çok değildi.

      Yine СКАЧАТЬ