Bebeğin günlük hayatı, altı yaşını yeni dolduran bana ve dört yaşını yeni geçen Kurmaş’a emanetti. Bizim hangi günümüz iyi geçer ki. Bebek yürümez oldu. Üç yaşını doldurdu ama ilk adımını atarak ayaküstünde duramadı. Sadece emekliyordu. Çoğu zaman çömelerek oturur oturur ve elinin iki parmağını emer de emerdi. Kürdan gibi parmakları iki beyaz çöpe dönüşürdü. Bir gün kardeşim, yere yuvarlanarak düşüp, acı çığlıklar kopardı. Ben ne anlarım çocuk bakmaktan. Çığlık üstüne çığlık koparıp morarmaya başlayınca, kucağıma alarak atölyeye doğru koştum. Nametkul amcama götürdüm.
Nametkul uzun boylu, fırlak gözlü, çok sabırlı birisiydi. Batırhan’ın karnına basarak ağzını açtı. Beyaz çöpe dönüşmüş parmaklarını tek tek kontrol etti. Sanki birisi etini bükmüş gibi ağlıyordu. Sonra kıçını sıvazlayarak ayak dizlerini okşadı.
“En son ne yedi?” diye şişen karnını hafifçe bastırarak baktı. Ne yediğini ben ne bileyim. Eline ne düşerse onu yer. Bizim evde bir avuç yulaf unundan, bir tabak yoğurttan başka bir şey olmaz ki. Ondan sonra çocuğun ayak parmaklarına baktı. Ayak parmaklarının arasını açınca:
“Ay, Allah!” diye şaşırdı Nametkul. Parmaklar arasında kaynaşan ak kıl kurtlar vardı. Kuzunun kuyruğuna kurt dolmuş gibi eline penç alıp tek tek çıkartarak topladı. Zavallı kardeşim kurtlar çıktıkça ağlamaları dindi, canı rahatlamış oldu. İşinden dönen Ayşe koşarak yanımıza geldi. Nametkul:
“Batırhan’ın ayak parmakları kurtlanmış yenge.” dedi. Ayşe hırslanarak:
“Murtaza giderken, şu ikisine bakarsın ama memedekine… Valla bilmiyorum…” demişti. Dediği oldu işte. Hâlâ malul. Buna bakan da yetiştiren de benim gibi bahtsızın hali ise ortada işte. Çocuğa bak diye emanet edip bıraktığım serseri Barshan’ın hali de belli. Oyundan başka bir şey bilmiyor.”
O anda Ayşe üzerime yürüdü. Ben yakalanmadan kaçtım.
“Hey baş belası, eve gelirsin ya. O zaman, o zaman…”
Nametkul sabırlı bir şekilde:
“Yenge, Barshan hâlâ oyun çocuğu. Neden ona kızıyorsun? Ona da bakan ve yetiştiren birisi lâzım.” dedi. Ayşe çömelerek oturdu ve Batırhan’ı kucağına alıp solmuş olan bağrına çocuğun başını basarak:
“Ben kızmak için kızmıyorum. Yanıyorum ben, yanıyorum. Yoksa Barshan’a niye kızayım ki!” dedi. Her ne kadar böyle dediyse de eve gelince bana iyice dayak attı.
Yıl otuz dokuz. Yaz boyunca Nametkul bizimle ilgilendi. Demir körüğünün sıcak kül korunun üzerinde yumurta pişirir yedirirdi. Tavuk yumurtasını evvela beze sarar. Sonra sıcak küle atarak gömerdi. Biraz sonra eline alır, yanmış bezi siler, pişen yumurtanın kabuğunu soyar, ak olanını bana ve Kurmaş’a, sarısını ise Batırhan’a yedirirdi.
Batırhan ile Kurmaş çoğu zaman Nametkul’un yanında kalır, ben ise sokaktaki çocuklarla oynamaya çıkardım. Bazen Batırhan’ı arkama bindirir, çocukların arkasından koşardım. Doşanay dedemin evinin yanında olan gölete giderdim.
Göletten kastım, bildiğiniz büvet. Talasbay bulağının suyu çoktu. Bent çekerek, bulak yapmışlar. Günümüzün ifadesiyle rezervuar. Havuz dolunca, alttaki suyun akmasını sağlayan çim tıkacı alır, ondan fışkıran su ile pancar sularlar, darı sularlar. Bulak ağzına kadar dolunca geniş göl olur. Su kamışları suyun altında kalır. Küçücük çocuklar için bundan daha ilginç ne olabilir? Hepimiz yüzmeye can atarız.
Yüzmede diğer çocuklar gibi değildim. Acemiyim. Öğrenemedim bir türlü. Öser, Joldasbek gibiler derenin bir ucundan öbür ucuna balık gibi dalıp yüzerler. Allah bana bu kabiliyeti vermemiş ama onun yerine “nefes alınmaz” oyununda önüme kimseyi geçirmezdim. Kim suyun içinde nefes almadan uzun müddet durabilecekse, o kazanırdı. Kazanmak şöyle dursun, kaybeden çocuk kazanan çocuğu sırtına alır, bulağın bir ucundan öbür ucuna kadar yüzerdi. Kazanan çocuk kaybedenin üzerine oturur: “Hadi, eşeğim! Hadi!” diye iki ayağıyla teperek tahrik eder. Bazen bundan kavga çıkardı.
Kenes ismindeki arkadaşımız hakem olur, iki kişiyi “bir, iki, üç!” diye suya daldırırdı. Kurbağa gibi hantalca dalar, sonra suyun dibindeki sukamışına ellerinle tutunarak beklersin. Nefes almazsın. Nefes alırsan, ağzına su kaçar. Dışarıdaki hakemle diğer çocuklar sayarlar. Kim önce çıkarsa, o kaybetmiştir. Ben ise suyun dibinde gözlerimi açar beklerim. Sallanan, hareket eden sukamışını görürüm. Suyun altında orman var. Karma karışık bir hayat. Sukamışlarının arasında bir sürü ayı balığı görünürdü. İhtimal, nazarımı onlara çevirip baktığımdan veya gözlerim teneffüs ettiğinden uzun müddet kalırdım suyun dibinde. Dışarıdan sönük sönük sesler gelirdi. Birisi:
“Ölmüş olabilir.” der gibi olurdu.
İşte o zaman elimi sukamışlarından çekip dışarıya fırlardım. Çocuklar gürültü kopararak alkışlarlardı.
“Herhalde sen borucukla suyun dibinde yatarsın!” dedi kaybeden Joldasbek.
“Ne borucuğu? Borucuk olursa, suyun üzerinde görünmez mi?” diye tartışmaya girerim ben. Joldasbek ’in kısa boyu olmasa, aslında benden büyüktü. Büyüklük yapıp bana “eşek” olmak istemez. Ben ise kabul etmiyorum. Sonunda iş yumruk atmakla biter. Kavga ederken kendime çok tanıdık olan acı bir ses duyuldu. Allah’ım nereden geldiğini göremediğim Ayşe ansızın geliverdi. Elinde Batırhan var. Meğer çok geç olmuş, Ayşe işten dönmüş. Ne zamandan beri Batırhan’ı getirip derenin kenarında olan çimenliğin üzerinde oturtarak: “Hareket etme!” deyip gitmiştim. Bir-iki defa baktığımda çömelerek oturuyordu. Meğer bu çocuk sürünerek kıçıyla hareket edip suyun kenarına kadar gelmiş. Ayşe geldiğinde, Batırhan yarı yarıya suyun içindeymiş. Biraz hareket etse suyun dibine dalardı. Dibinde ise deve bile batardı.
Kaçamadım. Kaçabilirdim fakat inatçı Joldasbek beni yakalamıştı. Ayşe elimi arkama çevirip Berdımbet deresindeki Jalbız büvetine kadar beni getirdi, sonra Batırhan’ı nane otunun üzerine oturttu ve başımı suya daldırdı, daldırdı.
“Madem suya girmek istiyorsun, bat bakalım! Suya Batırhan’ın batmasındansa en iyisi sen bat!”
Derenin öbür ucundan Kamka seslenir.
“Ayşe! Hey Ayşe! Bırak çocuğu! Barshan’a vurma! Canım, bırak çocuğu!”
Ayşe Batırhan’ı kucağına alarak eve gitti. Suya daldırıp dövünce, ağlamaz mıyım ben? Gündüz arkadaşlarımın yanında ağlamadım ama gece Ay’a bakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Dertten anlayan bir tek Ay vardı.
Beni koruyup kollayan Murtaza vardı. Gerektiği zaman Ayşe’ye kızan Murtaza. O da artık yoktu. Ay’ın da zaten derdi çoktu. Kederlenmişti sanki. Sessizdi her zamanki gibi. Hıçkırıklara boğulmuş ağlayan bana sessiz sessiz baktı.