Cezmi. Namık Kemal
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cezmi - Namık Kemal страница 9

Название: Cezmi

Автор: Namık Kemal

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-17-3

isbn:

СКАЧАТЬ birçoğu, İstanbul’daki Umumi Hapishane’yi -Tanrı saklasın; içine girmeseler bile- dışından elbette görmüşlerdir.

      İşte o hapishanenin bulunduğu yer, bahsettiğimiz olayların geçtiği çağlarda, yani XVI. yüzyılda birçok vezirin ve devlet adamının gezinti mahalli olan mesut bir yerdi.

      Önünde bulunan ve şimdi Sultanahmet Alanı denilen arsa ise, bugünkünden başka biçimdeydi. Gerçi şimdiki gibi o zaman da, biri Mısır’ın, öteki eski Yunanistan’ın büyüklük delillerinden olan iki taş, biri piramit biçimi, biri de dikey şekliyle, medeniyet eserlerindeki kalıntıları iki geometrik delil ile göstermekteydi.

      Vaktiyle zevklerine düşkün Rum imparatorlarının taht yeri olan o yılan biçimi tunç direk ise, kırık dökük, delik deşik kıyafetiyle, zulmün yıkılışını apaçık gösteren bir belgeydi.

      Bugün hapishane tarafından bakıldığı zaman, bu taşların biraz ötesinde göze çarpan kocaman çınar o zamanlar belki daha dikilmemişti bile. Bu çınarın da ayrı ve acıklı bir hikâyesi vardır: Dallarına binlerce mazlum veya sanık asıldığı için tarihlerimizde “Şecer-i Vakvak”20 unvanını almıştır. Cami meydanında idam edilen yeniçerilerin cesetleri de yine o ağacın altına atıldığı için bir şairin:

      Meyva vaktinde yetiştik Şecer-i Vakvak’ın

      mısraı ile, merhamete ve insanlığa yakışmayacak şekilde alay konusu da olmuştur. Şimdi ise kuruya kuruya, iyi tarih bilenlerin gözünde ve hayalinde, çürümüş insan kemiklerinden yapılma bir dehşet heykelinden başka bir şey değildir.

      Sultanahmet Cami-i Şerifi’nin -ki Ayasofya’ya pek yakın olduğu, için belki tenha kalır düşüncesiyle, devamlı cemaatine vazife tayin olunmuşken, sonraları bayramlarda, mevlutlarda, yüzlerce alayın, binlerce halkın toplanma yeri olarak geleceği keşfetmenin imkânsızlığını ispatlayan bir taş belgedir- Hüdaî Hazretleri açılış duasını henüz okumamış, hatta ilk temel taşına ilk harcı koyan Sultan I. Ahmet henüz ana rahmine dahi düşmemişti.

      Caminin bulunduğu yerde, biri Sokullu’nun, diğeri İkinci Vezir Ahmet Paşa’nın, birbirine bitişik iki konağı vardı. Bu konaklar, şimdi cami duvarlarının bulunduğu yerden bir hayli ötedeydiler. Alan ise, gerçi Rumlar zamanındaki kadar geniş değilse de, bugünkü durumuna göre daha genişçeydi. Osmanlı Türklerinin o zaman en büyük eğlencesi olan bu alanı, saray ağalarıyla vezirlerin daire halkı, cündilikteki maharetleri için bir sınav yeri yapmışlardı; mevsim elverişli oldukça tatil günleri cirit oynamak için oraya çıkarlardı.

      1568 yılı şevval ayının ilk cuma günü Mirahur21 Ferhat Ağa, padişahın bazı taltiflerini ulaştırmak için Sokullu Mehmet Paşa’nın konağına gelmiş, Atmeydanı’na bakan divan odasında bir pencere önüne oturmuştu. O gün Cezmi de, İkinci Vezir Ahmet Paşa konağında, paşanın adamlarından bir bildiğini görmeye gelmiş, aynı alana bakan başka bir odada iki arkadaş konuşmaya dalmışlardı.

      O sırada saray takımı Ayasofya tarafından, vezirlerin daire halkı da konakların kapısından göründüler, alanda at oynatmaya, cirit oynamaya başladılar.

      Cezmi bir müddet seyrettikten sonra:

      “Bunların içinde atlı yok!” diyecek oldu.

      Bu söz, karşısındakine pek garip geldi:

      “Çocuk, sen ne söylüyorsun? Osmanlı atlısının en seçkini bunlardır.” deyince, Cezmi:

      “Hiç öyle lakırtı mı olur? Ben bir kılıç tımara malik sipahiyim. Altıma uyuz bir hergele versinler, bunların hepsiyle uğraşırım.” cevabını verdi.

      Daire halkından yanlarında bulunanlar gülüşmeye başladılar. Nihayet bahsi kızıştırdılar, Cezmi’yi alana çıkarmaya davet ettiler. Binmesi için paşanın tavlasından gayet aksi bir yağız kurt atı çıkardılar. Binek taşına çektiler.

      Cirit için gereken şeyler hayvanın eyerinde mevcuttu. Cezmi, binek taşına gelince hayvanı seyretmek istiyormuş gibi bir tavırla aşağıya indi. Dizgininden tutarak hayvanın başını birkaç kere öteye beriye çevirdikten sonra, birden sıçrayarak üzerine atladı. Hayvan gerçi aksiydi, dikkafalıydı; fakat Cezmi üzerine atlar atlamaz, efendisini görmüş acemi bir köle gibi yumuşayıverdi. Cezmi de oradakileri selamlayarak kapıdan çıktı, atlıların arasına karıştı.

      Oyunda cirit atmak, kovaladığını istediği yerinden vurmak, eyer boşaltarak gelen değnekleri savuşturmak, bir eliyle atın yelesine sarılarak, öteki eliyle yerden değnek kapmak, belinden yukarısıyla arkaya dönerek üzerine atılan ciritleri tutmak hususlarında o kadar büyük bir ustalık gösterdi ki, seyredenlerin hepsi hayran oldu.

      Böyle genç bir sipahinin binicilikte saray ağalarına varıncaya kadar üstünlük göstermesi, Sokullu Mehmet Paşa’nın konağından bu manzarayı seyreden Ferhat Ağa’nın binicilik damarlarına dokundu. Sadrazama:

      “Bu çocukla benden başka uğraşacak kimse yok, müsaade buyurunuz!” diye veda ederek atına atladı, o da alanda dolaşmaya başladı.

      Ferhat Ağa, gerçekten zamanının en usta binicisiydi. Birkaç kere alanın bir başından öbür başına gitti geldi, birkaç kere Cezmi’nin ciritini savuşturdu, fakat kendi Cezmi’ye bir değnek bile vuramadı. Nihayet ustalığı sayesinde Cezmi’yi Ahmet Paşa Konağı’nın önünde sıkıştırdı. Cezmi eyer boşaltmak istedi. Arkaya dönüp değnek tutmak umuduna kapıldı. Ferhat Ağa’nın atı gayet terbiyeli, kendi bindiği at ise çok huysuz olduğundan, bir türlü atının başını istediği yolda idare edemedi. Ne kadar ustalık, ne kadar marifet gösterse, yine değnek yiyeceğini ve sonuçta yenilmiş sayılacağını anladı. Birkaç kere değnekle hayvanın boynuna çarparak tavlanın arka kapısına çevirdi.

      O kapı ise vaktin âdetince, yalnız bir hayvan girebilecek kadar alçaktı. Kapının üzerindeki duvar ise bir değil, bin kafa parçalayacak derecede sağlamdı. Kapıdan sadece at sığabilir ve geçerken belki eyeri bile sürünürdü.

      Ferhat Ağa, bu durumu görünce telaşa düştü. Dünyanın en kıymetli adamlarından sayılan ve biniciliğin gelecekteki en büyük ümitlerinden görünen böyle genç bir sipahiyi -çocukların oynarken kırdıkları oyuncaklar gibi- boş yere kaybedeceğinden dolayı son derece canı sıkıldı:

      “Oğlum, hayvanın başını sola doğru çevir, duvara çarpacaksın!” diye bağırmaya başladı.

      Cezmi ise hiç aldırmıyor, yoluna devam ediyordu. Kapıya birkaç adım kalır kalmaz eyer boşalttı. Fakat boşaltırken iki ayağını birden üzengiden çıkardı. Hayvan başını pek yukarı kaldırmasın diye sağ elini atın kolanına bağlanan ve dilimizde palan denilen kayışa, sol elini de gemine atarak hayvanın karın altına sokuldu, tavlaya sağ salim girdi.

      Tavla karanlıktı, fakat hayvan yemliğine alışık olduğundan orada da bir kaza olmadı.

      Cezmi, atın karın altından sıyrıldı, ufak kapıdan dışarı fırladı. Koşup Ferhat Ağa’nın üzengisini öptü. Her gün, her istediği vakit yanına serbestçe gidip gelmek için emir aldı. Aldığı emir ise o zamanların anlamına göre, devlet katında yükselmek için apaçık bir СКАЧАТЬ



<p>20</p>

Şecer: Ağaç; Vakvak: Yemişleri insan biçiminde olduğu söylenen bir masal ağacı; Şecer-i Vakvak: İstanbul’da Atmeydanı’nda, yani şimdiki Sultanahmet meydanında bir çınara verilen ad. Öldürülen bazı büyüklerin kafaları kesilip bu ağacın dallarına asılırdı.

<p>21</p>

Mirahur (imrahur): Sarayın binek, ev, yük hayvanları, ahırları ile bunlara bakanların binmesine memur kimse. Has ahırın en büyük amiri.