Ki sevad-ı rakamı sûrumuzu şûr eyler
Gâh bir harf sükûtiyle kılar nasırı nâr
Gâh bir nokta sükûtiyle gözü kör eyler 28
diye hattatların cahilliğinden feryat eden Fuzuli’nin divanı da el yazması idi ve yukarda da söylediğimiz gibi, pek az bulunuyordu. Ziyafet sahibinin evinde Fuzuli divanı yoktu. Davetliler arasında saraya mensup adamlardan biri bir uşak göndererek kendi dolabında mevcut olan divanı getirtti. Fal bakar gibi rastgele bir yerini açtılar. Bağdat şehrini tasvir eden meşhur kasidesi çıktı.
Cezmi, Fuzuli’nin öyle en güzel, en kuvvetli şiirlerinden biri çıktığını görünce, aynı kuvvetle nazire yazmanın güçlüğünü düşünerek kalben pek üzüldü, hatta iddiasına bin kere pişman oldu. Fakat bir kere ok yaydan çıkmıştı. Artık geri dönülemezdi. Kendini bilen insanlar için en şiddetli ceza sayılan maskara olmak korkusu ile hiç renk vermedi.
“Bir ziyafet için bir kasideyle uğraşmak çekilir hâllerden değil, fakat ne yapalım? Bir kere bahse tutuşmuş bulunduk. İnşallah Ferhat Ağa’nın sayesinde naziremiz padişaha sunulur da caizemizi29 oradan alırız.” dedi.
Nazirenin yazılması için aralarında kararlaştırılan müddet bir haftaydı. Hafta sonunda Cezmi naziresini getirdi, muarızlarına teslim etti.
Cezmi, bu kadar iddia ve inat üzerine yazdığı şiirde tabii olanca kudretini sarf etmiş, olanca şairliğini göstermiş, naziresini gerçekten nazire denebilecek bir hâle getirmişti.
Muarızları, geçen olayı anlatarak ve Cezmi’nin yaşını, durumunu da tarif ederek kasideyi Nev’î’ye gösterdiler. Koca şair, liyakate âşık, her işin ehlini takdir eden bir zattı. Kasideyi yukardan aşağı dikkatle okudu, okudukça coştu, coştukça okudu ve nazireyi aslından üstün bulduğunu söyledi.
Nazireyi getirenleri, Cezmi’nin şairliğini küçümser bir tavır takındıkları için âdeta ayıpladı:
“Aklınızın ermediği meselelerde niçin fikir yürütürsünüz? Çocuk nazireyi pek güzel söylemiş, hatta bazı yerlerinde Fuzuli’yi bile geçmiş. Fuzuli’nin:
Deşt ü sahrasında sad Leyla vü Mecnun cilve-sâz
Kûhrârı üzre bin Ferhad u Şirin bâde-hâr 30
beyti ki, kasidenin en güzel parçasıdır; naziredeki:
Rûşena bir sahasında Ravza-i Peygamberi
Rû-nümâ bir ravzasında Kâbe-i perverdigâr 31
beytiyle hiç ölçülebilir mi? Bence Cezmi’ninki çok daha kuvvetli…”
Şair Nev’î, Cezmi’yi çok takdir etmişti. Hemen o gün yanına getirtti; bin türlü iltifatlarda bulundu. Hele şakacılığına, hazır cevaplığına, tabiatındaki iyiliğe ve ahlakındaki açıklığa büsbütün hayran kaldı. Ve daha o günden Cezmi’yi kendi oğlu Atâî kadar, belki daha çok sevmeye başladı.
Nev’î bu iltifatlarla da yetinmedi; kasideyi padişaha bizzat sunarak o kudretli ve genç şair için birçok ihsan almasına vasıta oldu.
Ferhat Ağa mirahur, Nev’î de şehzade öğretmeniydi. Böyle nüfuzlu iki insan, kendisini himayelerine alınca, sarayın kapıları Cezmi’ye artık tamamıyla açılmış, devlet katında yükselme yolları görünmüştü. Fakat bu gibi şeyler Cezmi için önemli değildi; onun parada, pulda, mevkide gözü yoktu. Biricik isteği, başlamak üzere olan İran Savaşı’na katılabilmek için bir tavsiye mektubu elde etmekten ibaretti.
10
Sebeplerini yukarıda biraz açıkladığımız İran seferi nihayet açıldı. Cezmi, bu savaşa katılabilmek için soluğu derhâl sarayda, Ferhat Ağa’nın odasında aldı. Tesadüfen şair Nev’î de oradaydı. Aralarında şöyle bir konuşma başladı:
Ferhat Ağa:
“Vah çocuk, seni de İran seferine gönderecekler, öyle mi? Gitmek istemiyorsun, onun için ricaya geldin, değil mi? Telaşlanma! Dur bakalım, elbette bir çaresini buluruz.”
Cezmi:
“Hayır efendim, beni kimsenin bir yere göndereceği yok. Bugün adam arıyorlar. Beni ‘çocuktur’ diye beğenmediler. Ben de gitmek için yardımınızı ricaya geldim.”
Ferhat Ağa:
“Nereye?”
Cezmi:
“Ay efendim! Sılaya, hacca hiç değil. Savaşa! İran boyuna.” Nev’î:
(Gülümseyerek) “Çocuk, savaş şiir yazmaya benzemez…”
Cezmi:
“Niçin benzemesin? İnsan düşünüp yazdığı kadar, dövüşmeyi de beceremez mi? Elimdeki kalem, bana altımdaki yağız attan daha dik başlı görünüyor.”
Nev’î:
(Gülümsemeye devam ederek) “Şairlere kılıç kullanmayı da öğreteceksin galiba… Hiç kanla gazel, kaside mi yazılır?”
Cezmi:
“Revahe oğlu Abdullah’a32 ne buyuruyorsunuz?”
Nev’î:
“Şu mukayeseye bak hele! O zat, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’le tanışıp görüşmek şerefini kazanan ve bütün iyilikleri üzerinde toplayan yüksek bir insandı.”
Cezmi:
“Ya Ebu Müslim33 ya Ebu Tamam34 ya Ebu Firas?”35
Nev’î:
“Yine mukayeselere başladın. Onların her biri bir toplumun başkanıydılar, en büyük nitelikleri de kahramanlıktı.”
Cezmi:
“Ya Fatih ya Yavuz ya Kanuni?”
Nev’î:
“Allah Allah! Onlar padişah. Hem sen bu türlü mukayeselere son vermeyecek misin?”
Cezmi:
“Pekâlâ, ya Kadı Fâzıl’a Derviş Yakup Paşa’ya ve bilhassa benim gibi bir sipahi olan Yahya Bey’e ne diyeceksiniz?”
Ferhat Ağa:
“Çocuk, sen yükselmek için İran yıkıntılarında dolaşmak zorunda değilsin. İşte burada baban yerinde iki kişi var. Söz dinle ilk fırsatta seni sipahilikten saray hizmetine СКАЧАТЬ
28
O, kötü yazan kâtibin (hattat’ın) eli kalem, olsun (yani kamış kalemin ucu gibi, makta (kesit) üzerinde kesilsin.) Onun yalan yanlış karalaması, düğünümüzü kavga gürültü şekline sokar. (Sûr kelimesi Arap harfleriyle yazıldığı zaman, sin harfinin üstüne yanlışlıkla üç nokta konulacak olursa, anlam tamamen değişir, düğün anlamına gelen sûr, kavga gürültü anlamına gelen şûr şekline girer). Bazen de bir harfi atlayarak nasır kelimesini nar, yani ateş şekline, göz kelimesini yazarken de bir nokta atlayarak kör şekline sokar.
29
Caize: Eskiden bir büyüğe sunulan manzumeye karşılık verilen para.
30
Ovasında ve sahrasında yüzlerce Leyla ve Mecnun cilveleşmede; dağlarında binlerce Ferhat ve Şirin aşk şarabı içmede.
31
Bir alanında Hazreti Peygamber Efendi’mizin aydınlık mezarları, bir bahçesinde Ulu Tanrı’nın kâbesi görünmede.
32
Revahe oğlu Abdullah: Eski Arap cengâverlerinden, şair.
33
Ebu Müslim (719-755): Emevîleri devirip Abbasîleri halifelik tahtına çıkaran ünlü komutan. Horasanlıdır, Türk asıllı olduğu rivayet edilir. Abbasi Devleti kurulduktan sonra, İkinci Abbasî Halifesi tarafından, hizmetine karşılık olarak öldürülmüştür.
34
Ebu Tamam: Ünlü Arap cengâverlerinden, şair.
35
Ebu Firas: Ünlü Arap cengâverlerinden, şair.