Bir sonraki soru, düşmanlarımıza nasıl davranacağımızdır. Helenler köle edilmeli midir? Hayır çünkü bütün halkın barbarların boyunduruğu altında geçmeleri riski vardır. Ölüler yağmalanmalı mıdır? Kesinlikle hayır çünkü bu tür bir şey korkaklık için bir bahanedir ve birçok ordunun yıkımı olmuştur. Bedenin sahibi olan ruh, saldırganlarına erişemeyen ve kendisine fırlatılan taşlarla uğraşan bir köpek gibi çıkıp gittiğinde; ölü bir bedeni düşman olarak görmekte alçaklık ve kadına özgü bir şer vardır. Yunanların silahları da Tanrıların tapınaklarına sunulmamalıdır, onları kirletirler. Çünkü onlar din kardeşlerinden alınmıştır. Benzer gerekçelerle Yunan topraklarının tahribatında bir sınır olmalı: Evler yakılmamalı, yıllık üretimden fazlası alınmamalıdır. Çünkü savaş iki türlüdür; iç ve dış. İlkine “uyumsuzluk”, ikincisine “savaş” demek daha uygun olur. Yunanlar arasındaki savaş gerçekte bir iç savaştır. Hiçbir zaman vatansever olmayan ve yapmacık görülmeyen bir aile içi münakaşa. Gerçek bir Yunansever ruhta -ki o ruha sahip olanlar tamamen esir almaktansa ceza uygularlar- bir uzlaşma görüntüsü ile devam edilmelidir. Savaş, dost canlısı adamlar, kadınlar ve çocuklarla dolu bir millete karşı değil, birkaç suçlu kişiye karşıdır. Onlar cezalandırıldığında da barış geri gelir. Bu, Yunanların birbiriyle ve barbarlarla savaşması gereken yöntemdir, artık birbiriyle de savaşmaya başladıkları için.
“Ama değerli Sokrates, ana soruyu unutuyorsun. Böyle bir devlet mümkün müdür? Tek bir aile olmanın, yani savaşa babalar, ağabeyler, anneler, kızlar hep beraber gidilmesi, kutsallığına senin söylediklerinden daha çok inanıyorum ama bu ideal devletin asıl olasılığını öğrenmek istiyorum.” Çok acımasızsın. İlk ve ikinci dalgadan zar zor kaçtım ve şimdi beni üçüncüyle batırmak istiyorsun. Dalganın yüksek zirvesini gördüğünde, biraz acımanı bekliyorum. “Hiç de bile.”
Peki öyleyse adalet arayışındaki ideal politikamızı şekillendirmek durumundaydık ve adil adam, adil devlete hesap vermekteydi. Bu ideal, uygulanamaz olmaktan daha mı kötüdür? Kusursuzca güzel bir adamın resmi hiç öyle bir adam yaşamadığı için daha kötü olur mu? Hiçbir gerçeklik ideaya ulaşabilir mi? Doğa, tamamıyla gerçekleştirilecek sözcükleri bilmez ama ideal devleti bir ölçüde deneyip gerçekleştirecek olsam birer ikişer hayal ettiğim kusursuzluğa biraz yaklaşılabilir. Belli belirsiz demiyorum ama devletin bünyesinde mevcut mümkün değişiklikler. Onları bir taneye indirgerdim; büyük dalga derdim. O zamana kadar krallar filozof ya da filozoflar kral olur ve şehirler hastalıktan, insan ırkından asla vazgeçmez. İdeal politikamız asla gerçekleşmez. Bunu söylemenin zor olduğunu ve az kişinin anlayacağını biliyorum. “Sokrates, bütün dünya ceketini çıkaracak, sana sopa ve taşlarla saldıracak ve bu yüzden bir cevap hazırlamanı öneririm.” “Beni sıkıntıya soktun.” dedim. “Ve haklıydım da.” diye yanıtladı. “Yine de senin yanında hiçbir şey yapmayan iyi niyetli bir dost gibi duracağım.” Böyle bir şampiyonun yardımını almak, konumunu korumak için elimden geleni yapacağım. Ve önce, kimden bahsettiğimi ve filozoflarla yöneticilerin ne gibi özellikleri olması gerektiğini açıklamalıyım. Sen keyfine düşkün bir adam olduğun için âşıkların bağlılıklarında ne kadar gelişigüzel olduklarını unutmazsın. Herkesi severler, kusurları güzelliğe dönüştürürler. Küçük ve kalkık burunlu bir gencin tatlı bir zarafeti olduğu söylenir. Bir diğerinin büyük burnu asil görünür. Özelliği olmayanlar hatasızdır. Koyu ten rengi olanlar erkek gibi, beyaz tenliler melek gibidir. Hastalıklı duranlara verilen yeni bir tatlı söz vardır; “bal rengi”. Şarap ve hırs sevenler aynı zamanda onlara çekici gelen her türlü şeyi isterler. Şimdi şuraya geliyoruz: Filozof da her tür bilgiyi sever, doyumsuz bir merakı vardır. “Merak onu bir filozof mu yapar? Görüntü ve sesleri sevenler, Dionysus festivallerindeki her bir notaya kulaklarını salıverenler de mi filozof olur?” Onlar gerçek filozof değillerdir, sadece bir taklit. “Öyleyse gerçeğini nasıl tanımlarız?”
Soyut kavramların varlıklarını kabul edersin; adalet, güzellik, iyi, kötü gibi tekken ayrı, sayısız kombinasyonlarında çok görünen kavramlar. Bu gerçekleri fark edenler filozoflardır. Öte yandan diğer kısım sesleri duyar, renkleri görür ve onların sanattaki kullanımlarını anlar ama mutlak adalet, güzellik ya da doğrunun gerçek veya uyanık görüntüsüne varamaz. Onlarda bilginin ışığı değil fikri vardır ve gördükleri şey hayalden başka bir şey değildir. Peki bize son kızacağını düşündüğümüz kişiyi zihnindeki bozukluğu ortaya çıkarmadan sakinleştirebilir miyiz? Bunu söylediğimizi düşün; bilgisi varsa bunu duymaya seviniriz ama bilginin bir şey olması gerekir, cahilliğin bir şey olmadığı gibi. Ve hem olan hem olmayan üçüncü bir şey daha vardır ve sadece bir fikir meselesidir. Fikir ve bilgi, öyleyse farklı amaçları olduğuna göre farklı becerilere sahip olmalıdır. Becerilerden kastettiğim şey yalnızca amaçlar yoluyla ayırt edilebilen, görülmeyen ve ayırt edilemeyen güçlerdir. Çünkü biri hataya eğilimli ama diğeri şaşmaz ve bütün becerilerimiz içinde en büyüğüdür. Eğer olmak, bilginin ve olmamak da cahilliğin amacı ise bunlar iki uçtur ve fikir de bunların arasında bir yerdedir; birinden daha koyu, diğerinden daha açık olduğu söylenebilir. Bu nötr ya da tesadüfi mesele aynı zamanda hem öyledir hem değildir ve hem var olmakta hem olmamakta payı vardır. Şimdi, soyut güzelliği ve adaleti reddedip birçok güzel ve adili kabul eden iyi dostuma, gördüğü her şeyin bir açıdan farklı olup olmadığını sormak isterim; güzel çirkin, dindar kâfir, insaflı adaletsiz? Çift olan aynı zamanda yarım da değil midir ve ağır ile hafif, birbirine geçen göreceli kelimeler değil midir? Bir şey hem öyledir hem değildir, eski bilmecedeki gibi. “Bir adam ve bir adam olmayan, bir kuşu ve kuş olmayanı bir taşla ve taş olmayanla vurdu ve vurmadı.” Zihin iki seçeneğin birine sabitlenemez ve bu iki anlamlı, orta derece, hatalı, yarı aydınlık ve olmak ile olmamak arasındaki bölgede nizamsız bir hareketi olan şeyler, asıl fikir meselesidir çünkü değişmez şeyler asıl bilgi meselesidir. Ve yalnızca hisler dünyasında kendini alçaltan ve yalnızca bu belirsiz algıya sahip olan kimse bir filozof değil yalnızca düşünceyi seven biridir.
Beşinci kitap, Devlet’in yeni bir başlangıcıdır çünkü mal mülk ve aile ortaklığı ilk olarak sürdürülüyordu ve filozofların krallığına geçiş yapılıyordu. Bunların ikisinden dolayı Platon, tavrından sonra, dördüncü kitaptan önce Glaukon ve Adeimantos’un kulağına düşmesi beklendiği için okuyucunun zihninde anlaşılmamış kalan bazı şans kelimeleri hazırlıyordu. Devlet’in bu kitabının, Morgenstern’in tanımladığı kelimeyle “paradoks”ları başka bir yer için saklanacak. Biçim üzerine bazı görüşler ve güçlüklerin açıklamaları kısaca eklenebilir.
Önce, kitap için bir tür şema veya plan işlevi gören dalgaların görüntüsü vardır. İlk dalga, ikinci dalga, üçüncü ve büyük bir şiddetle gelen dalga, onların kükremelerini duyuyoruz. Platon’un tekliflerinin aşırılıkları hakkında söylenebilecek her şey zaten kendisi tarafından önceden tahmin edilmiştir. Hiçbir şey şu muhteşem СКАЧАТЬ