Faydalı ya da avantajlı olanın büyük yer kapladığı ve büyük yetkisi olduğu görülen siyasette de aynı soru yine karşımıza çıkar. Siyasi ölçüleri ilgilendirdiği için başlıca şunu sorarız: İnsanlığın mutluluğunu nasıl etkileyecekler? Yine de burada da amaca uygunluk olarak nitelendirdiğimiz şeyin yalnızca insan toplumunun koşullarıyla sınırlandırılmış hak yasası olduğunu görebiliriz. Hak ve doğru, hem bireylerin hem hükûmetin büyük amaçlarıdır. Onları gözden kaybetmemeliyiz çünkü onları doğrudan uygulayamayız. Milletlerin daha iyi zihinlerine hitap ederler ve bazen yalnızca geçici heveslerin karşı koyabilmesi için çok fazladır. İnsanların hem kamu düzeni için hem de özel işlerinde kullandığı paroladır. Avrupa’nın mutluluğu buna bağlıdır denebilir. En kârlı ve faydacı devletlerde fikirlerin güçleri kalır. Bütün üst sınıf devlet adamlarının içinde, Perikles’in Anaxagoras’ın öğretisinden topladığı söylenen idealizmden bir parça vardır. Gerçek liderin hırslı amaçların üstünde olması gerektiğini ve ulusal karakterin materyalist rahatlık ve refahtan daha fazla öneme sahip olduğunu bilirler. Bu, Platon’a göre düşüncenin düzenidir; önce, vatandaşlarının görevlerini yapmasını bekler, sonra uygun durumlarda, yani düzenli bir devlette, mutlulukları garanti altındadır. Diğer paragraflarında, modern faydacılık prensibini siyasetten çıkarmaktan uzak olduğu gayet açıktır. Şöyle der; “En yararlı olan en saygın olandır ve en kutsaldır.”
Şunlardan söz edebiliriz:
(1) Adeimantos’un burada itiraz ederken üslubu Sokrates’in savını yerleştirmek ve derinleştirmek için planlanmıştır.
(2) Bütününün yalan söylemesinin hem siyasetin hem sanatın temelinde yatması fikri, ikincide çeşitli adlarla (harmoni, simetri, ölçü, bütünlük) anılan tek eleştiri prensibini destekler ve Yunanlar bunu sanat eserlerine uygulamış görünürler.
(3) Geleneksel Yunan devlet modelinden sonra devletin boyutunun küçük olması gereği, Aristo’nun Politika’sında olduğu gibi Yunanistan devletlerinin küçük olduğu gerçeği bir ilkeye dönüştürülmüştür.
(4) Cılız köpekler ve şişman koyunların, en az iki iri yarı adamı deviren az zinde boksçunun, sürekli durumlarını kötüleştiren “sevimli” hastaların, kendimizinki dışında bir devlet olmamasına dair aldatıcı tahminin ya da bir devlet adamının kendisine öyle söylendiği için boyunun 1.82 olduğunu zannetmesi ve ölçecek bir aleti olmadığı için buna inanması (Ona gerçekten kızamayacağımız kadar komik.) cahilliğinin hoş görülmesi ironisinin güldürücü tasvirleri…
(5) Şu iki büyük ilke için hazırlıklar yapıldığında dinin es geçildiği önemsiz ve yüzeysel tutum devam ettirilmelidir: Din, tanrıların en yüce kavramına dayanmalıdır ve gerçek milli yani Yunan tarzı devam ettirilmelidir.
Sokrates devam eder: Ama bütün bunların içinde adalet nerede? Aristo’nun oğlu, söyle nerede? Bir mum yak ve şehri ara. Kardeşini ve arkadaşlarının kalanını da aramaya yardım etmeleri için yanına al. Glaukon “Böyle olmaz.” diye cevap verdi. “Sen kendin şehri aramaya söz verdin ve adaleti terketmenin saygısızlığından bahsettin.” Peki, dedim. Ben yolu göstereceğim ama sen de peşimden geleceksin. Fikrim, devletimizin kusursuz olması için şu dört özelliğe sahip olması gerektiğidir: Bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet. İlk üçünü silersek geriye kalan adsız adalet olur.
Öyleyse ilk olarak bilgelik: Olmasını planladığımız devlet bilge olacak çünkü aynı zamanda politik. Ve idare, marangozda, metal işçisinde ya da çiftçide değil bütün devletin yararı için fikirde bulunan kimsede bulunan bir beceridir. Sayısı demircilerden hayli az olan yöneticilerin bu becerisi devletin bilgeliğini yoğunlaştırdı. Eğer devleti yöneten bu küçük sınıf bilge ise devletin tamamı bilge olur.
İkinci özelliğimiz cesaret. Bunu başka bir sınıfta da görmekte zorluk çekmeyiz: Askerler. Cesaret bir tür kurtuluş olarak tanımlanabilir: Eğitim ve hukukun, tehlikelerle ilgili öngördüğü fikirlerin asla yanılmayan kurtuluşu. Boyacıların önce beyaz bir zemin hazırlayıp sonra üzerine mor ya da başka herhangi bir rengi serdiğini biliyorsunuz. Bu şekilde yapılan boyalar sabitlenir ve hiçbir sabun ya da kül suyu onu çıkaramaz. Bu zemin eğitimdir ve yasalar da renklerdir. Eğer zemin uygun şekilde kurulursa ne sabun, ne acı veya korku ne de kül suyu kanunları zeminden çıkarır. Tehlike hakkındaki doğru fikri koruyan bu güce “cesaret” demenizi isteyeceğim. Buna, “politik” ya da “uygar” sıfatları ekleyerek onu katıksız hayvan cesaretinden ve daha sonra bahsedilecek olan yüce bir cesaretten ayırmanızı isteyeceğim.
İki özellik kalır; ölçülülük ve adalet. Ölçülülük, uyum fikrini, bahsettiğimiz diğer özelliklerden daha çok akla getirir. “Kendisinin efendisi” olarak tanımlanan bir insanın betimiyle bu özelliğin doğasına ışık tutulur. Bu ifade kulağa saçma gelir çünkü efendi aynı zamanda bir hizmetkârdır. Bu ifadenin esas anlamı; bir insandaki iyi prensibin kötüye efendilik yapıyor olmasıdır. Bazı şehirlerde bütün sınıflar (kadınlar, köleler vb.) daha kötüye ve yalnızca birkaçı iyiye uyumludur. Bizim devletimizde kötüye uyumlu olanlar iyiye olanların kontrolü altında tutulmaktadır. Şimdi, ölçülülük bu sınıfların hangisine aittir? “İkisine de.” Ve bizim devletimize, eğer herhangi biri ölçülü bir mesken olacaksa ve bu özelliği, bütüne yayılmış, şehrin sakinlerini tek bir zihin yapan ve üst, orta, alt sınıfları (bilginin, güç ve servet olarak farklı olduklarını düşünerek) bir enstrümanın telleri gibi birbirine uyduran bir uyum olarak tanımlamakta doğru yaptıysak.
Şu an hedefe yakınlaştık: Adalet kayıp gider ve kaçar diye kenara yanaşalım, kapıyı çevreleyelim ve dört gözle izleyelim. Çalılığın kıpırdadığını ilk sen görürsen söyle. “I ıh. Yolu sen göster.” Öyleyse bir dua oku ve takip et. Yol karanlık ve zorlu ama ilerlemeliyiz. Bir iz görmeye başlıyorum. “İyi haber.” Neden? Glaukon, izlerimizin belirgin olmaması epey gülünç! Biz gözlerimizi uzağı görmeye zorlarken adalet ayaklarımızın dibinde yuvarlanıyor. Ellerinde tutabilecekleri bir şey arayan insanlar kadar kötüyüz. devletin temelini konuşurkenki iş bölümü prensibimizi unuttun mu ya da herkesin kendi işini yapmasını? Bu adalet değildir de nedir? Politik erdemler arasında bilgelik, ölçülülük ve cesaretle yarışabilecek başka bir erdem kaldı mı? “Herkesin kendisinin” olması, hükûmetin büyük hedefidir ve adaletin büyük hedefi de herkesin kendi işi olmasıdır. Bir marangozun ayakkabı tamircisi olmaya veya bir ayakkabı tamircisinin bir marangoz olmaya çalışmasında çok zarar yoktur ama asıl zarar, ayakkabı tamircisinin ayakkabı kalıbını bırakıp bir yöneticiye, bir parlamentere dönüşmesinden ya da bir bireyin aynı anda hem eğitimci, hem savaşçı hem de bir parlamenter olmasından ileri gelir. Ve bu zarar haksızlıktır, yani herkes birbirinin işini yapmaktadır. Henüz kesin bir sonuca varacak durumda olmadığımız için bunu söylemiyorum. Çünkü devletlerde geçerli olacağına inandığımız tanımın hâlâ birey tarafından sınanması gerekmektedir. Büyük harfleri okuyup şimdi küçüğüne geri geliyoruz. Bu ikisinden birlikte parlak bir ışık çıkarılabilir…
Sokrates, СКАЧАТЬ