Yine de “corruptio optimi pessima”13 tezi genel olarak ya da bozulmuş üstünlüğe dikkat çekmeden devam ettirilemez. Bir özelliğe doğru bozulan yabancı koşulları bir başka kültürün ögeleri olabilir. Genel olarak bir insan en yüksek gelişime ona uygun bir devlette, ailede, arkadaşlarla ve çalışma arkadaşlarıyla ulaşır. Fakat aynı zamanda bazen olumsuz koşullardan etkilenir, bu koşullar o kadar etkilidir ki insan onlara karşı ayaklanır ve onları düzeltir. Ve diyelim ki yoldan çıkmış bir kilise ya da halk devletinde daha güçsüz ya da kaba saba karakterler kötünün içindeki iyiyi çıkarırken kötünün devam etmesine izin vererek mutlu mesut yaşıyor ve zayıf veya güçlü özellikler çevreleyen etkiler tarafından bozuluyor. Kendilerindeki ve devirlerindeki tuhaflıklardan dolayı sırasıyla insanlardan kaçan biri ve hayırsever biri olabilir, birkaç örnekte manastırsal düzenlerin kurucuları ya da Reformcular gibi olabilir, dünyadan ve kiliseden tamamen kopup bazen iyiye, bazen kötüye, bazen ikisine de kaçabilirler. Ve aynı durum daha küçük katmanlarda da geçerlidir; manastır, okul, aile.
Platon bize en iyi yaradılışlara toplum fikriyle ne kadar kolayca boyun eğdirildiğini ve insan ırkının kalanının onlara hâkim olmak için nasıl bir çaba göstereceğini gösterir. Dünya, kilise, kendi meslekleri, siyasi ya da partisel kuruluşlar onları her zaman zorla götürüp üstün, kutsal adları kendi yargılarına ve çıkarlarına uygulamalarını öğretir. Ait oldukları “canavar” kurumu doğruyu ve gerçeği, halkın eğlencesi olsun diye yargılar. Birey, kendi sırasıyla onlardan biri olur ya da eğer onlara karşı koyarsa dünya ona çok gelir ve eninde sonunda ondan intikam alırlar. Bu, belki de bir tarafıdır, eski ve modern zamanlarda deyişler ile insan ırkının uygulamalarının birlikte bir mecliste oturan tamamen asılsız bir resmi değildir.
Daha yüksek yaradılışlar siyasetçiler tarafından bozulurken daha düşük olanlar felsefenin yerine kalan boşluğu ele geçirirler. Bu argümanın, Platon’un deyişiyle “kendini peçe ile örttüğü” ve ara ara düşüp yeniden takıldığı devamlı görüntülerden biriyle tarif edilebilir. Soru sorulur: Neden devletin vatandaşları felsefeye bu kadar düşmandır? Cevap, onu tanımamalarıdır. Çoğunluğun her zaman daha iyi bir aklı vardır. Eğer öğretilseydi öğrenirlerdi. Fakat şimdiye kadar felsefenin yalnızca geleneksel taklidini bildiler; içinde düşünceler olmayan sözler, içinde hiç yaşam olmayan sistemler. Güzellik, özgürlük sözleri söyleyen ilahi bir insanı, ebedî olanla arkadaşlıkta bulunan insanın bir dostunu ve devleti bu çerçeveye sokmaya çalışmayı hiçbir zaman bilmediler. İnsan ırkı yığınıyla ilgili aynı çifte duygular insanlar arasında hep var oldu. İlk düşünce insanların gerçek ve doğruyla düşman olmasıdır. İkincisi bunun sadece tesadüfi bir hatayla, kafa karışıklığıyla ortaya çıkması ve aslında onları öğrenmek için eğitim almışlarsa onları sevenlerden nefret etmedikleridir.
Altıncı kitabın son kısmında üç soru üzerinde durulmuştur: İlki, dördüncü kitaptaki kusurlu ve kısa yöntemle karşılaştırılan uzun ve dolambaçlı yolun özellikleri; ikincisi, devletin kutsal düzeni ya da fikri; üçüncü, bilginin bölümlerinin birbiriyle ve ruhun denk düşen becerileriyle ilişkisi:
1. Platon’un daha ileri bilgi yöntemine yalnızca kısa bir bakış atmış bulunduk. Ne burada ne Phaidros’ta veya Sempozyum’da ne de Philebus ya da Sofist’te ne demek istediğiyle ilgili net bir açıklama yapar. Muhtemelen yöntemini, bütünden parçalara varan ve düzenli adımlarla evrensel bilgi sistemine ilerlediği şeklinde açıklardı. Bu ideal mantığı kendisi, adalet arayışında veya ruhun parçalarını incelerken kullanmamıştır. Burada, Aristo’nun Nikomakhos’a Etik’te yaptığı gibi, deneyim ve dilin genel kullanımı üzerine tartışır. Fakat altıncı kitabın sonunda, bütün fikirlerin yalnızca fikirlerin adımları, aşamaları veya kritik anlar, kendine yeten ve bağlantılı bir bütün yapan ve gerçeği tutarlılıkla sınayan başka ve daha kusursuz bir yöntemden bahseder. Süreci bize detaylarıyla anlatmaz. Hem eski hem modern zamanlardaki diğer bazı düşünürler gibi onun zihni de varlığını fark etmediği bir boşlukla doludur. Varlıklarından bile anca söz edilebilirken bir devirdeki bilimlerin doğal bir düzeni ve bir irtibatı olduğunu varsaymaktadır. Ona başlamadan bile “düşünsel dünyanın sonu”na doğru acele etmektedir.
Modern zamanlarda bilgi edinme sürecinin mutlak bilgi tasarısıyla karıştırıldığının hatırlatılmasına gerek duymayız. Bütün bilimlerde önsel ve sonsal gerçekler çeşitli oranlarda birbirine karışmaktadır. Önsel kısım, insanların evrensel deneyimlerinin büyük kısmından ya da onlar tarafından evrensel olarak kabul edilenden türemiştir. Sonsal olan ise daha genel prensipler etrafında gelişir ve onlarla birlikte algılanamaz olur. Ama Platon, sentezin analizden ayrılabileceğini ve bilim yönteminin bilimi öngörebileceğini düşünerek hata yapar. Önsel bilginin böyle bir görüntüsünü eğlendirmede yeteri kadar makuldür ya da en azından söylemek istediği şey Descartes, Kant, Hegel ve hatta Bacon’ın kendisinin benzer girişimleriyle modern felsefede yeterince açıklanmıştır. İnsanı ve doğayı ilgilendiren öngörüleri, kehanetleri ya da gerçeklerin kehanet gibi işaretleri, eski felsefeye, hipotezlerin modern tümevarımsal bilimde kaldığı aynı bağlantıda bulunuyor gibi görünür. Bu “gerçek tahminleri” rastgele yapılmamıştır. Benzerliklerin yüzeysel etkilerinden ve dünya ile cennetin yayılmasını inceleyen Yunan dâhilerinin uzaktan fark ediyor göründükleri doğanın ilk prensiplerinden çıkmıştır. Eğer felsefe tecrübelerin sonucuna kesin suretle hapsolmuş olsaydı, ne eski zamanlarda bilginin hareketsiz durması gerektiğini ne de insan zihninin düşünce araçlarından mahrum olduğunu savunabilirdik.
2. Platon, tabletin üstü boşaltıldığında sanatçının ideal devletle dolduracağını sanıyor. Bu, cennette var olan bir düzen mi ya da mükemmel gözle bakış atılması gereken bir boşluk mu? Cevap şudur: Bu şekildeki idealler kısmen belirli özelliklerin ihmaliyle kısmen deneyimin sağladığı biçimi kusursuzlaştıran hayal gücü ile şekillendirilir. (Phaedo) Platon bu idealleri başka bir dünyaya aitmiş gibi yansıtır ve modern zamanlarda bu fikir devam ediyor gibi diğer zamanlarda sanatçının eli ile iş birliği yapıyor gibi görünür. Bilimde ve yaratıcı sanatta olduğu gibi yanaşık ve analitik yöntem vardır. Bir insan bir işe başlamadan önce bütün aklına gelecektir; başka birinde de zihnin ve elin süreçleri eş zamanlı olacaktır.
3. Platon’un bilgi bölümlerininin başlangıçta, bütün Sokrates öncesi felsefeyi kaplayan mantığa uygun ve düşünsel olanın temel antitezine dayalı olduğunu görmek zor değildir. Bu antitez aynı zamanda kalıcı ve geçici olanın, evrensel ile özelin zıtlığını da içerir. Fakat onun yaşadığı felsefe dönemi daha ileri bir ayrım gerektiriyor gibi görünüyordu. Sayılar ve şekiller fikirlerden ayrılmaya başlıyordu. Dünya artık adaleti bir küp olarak görmüyor ve kusursuz olmasa da duyuların soyut terimlerinin zihninkilerden ayrı olduğunu görmeyi öğreniyordu. Eleacı varlık veya öz ile fenomenlerin gölgeleri arasında, Pisagorcu sayı prensibi kendine bir yer buldu ve Aristo’nun belirttiğine göre, birinden diğerine iletimde bulunan bir araçtı. Böylece Platon, felsefe şemasına girmemiş üçüncü bir terim sunmak durumunda kaldı. Eğitimde matematik kullanımını gözlemlemişti; imgeseller için en iyi hazırlıktı. (Metaph) Çünkü metafizik ve ahlak felsefesinin matematik ile hiç akrabalığı yoktu. Sayı ve şekil, zaman ve mekânın СКАЧАТЬ
13
Latince: En kötü şey en iyinin bozulmasıdır. (ç.n.)