Yunanlının mavi gözleri ışıldadı.
“Hikâyeyi Yahudilerden öğrendim.” diye bağırdı. “Sen de bunu doğruluyorsun, Baltazar!”
“Evet, ama benim aracılığımla Mısırlılar konuşuyor, Moşe değil. Ben mermerleri yorumluyorum. Zamanın papazları şahit olduklarını kendilerince yazıya döktüler ve aydınlanma meydana geldi. Şimdi kayıtlara girmemiş sırra geliyorum. Benim ülkemde, kardeşlerim, talihsiz Firavun’un zamanından bu yana hep iki dinimiz oldu. Biri özel, diğeri halkınki; biri halk tarafından uygulanan çok tanrılı din; diğeri sadece ruhbanlık tarafından değer verilen tek Tanrı. Benimle birlikte sevinin, kardeşlerim! Pek çok ulus tarafından ayak basılması, krallar tarafından tırpanlanması, düşmanların bütün icatları, zamanın bütün değişimleri boşunaydı. Tıpkı dağların altında saatini bekleyen bir tohum gibi şanlı gerçek de yaşadı ve işte günü geldi!”
Hintlinin bitkin bedeni zevkle titredi ve Yunanlı bağırdı:
“Sanki çöl şarkı söylüyor!”
Mısırlı yakınlardaki testiden bir yudum su içip devam etti:
“Ben bir prens ve rahip olarak İskenderiye’de doğdum, sınıfıma özgü bir eğitim aldım. Ama erkenden mutsuz oldum. Bana empoze edilen inancın bir bölümü ölümden, bedenin yok olmasından sonrasına aitti, ruh en aşağıdan en yüksekteki son varlık olan insanlığa kadar olan ilk gelişimine hemen başlıyordu, hem de fani dünyada önderlik edecek bir referans olmadan. İranlıların ışık âlemini, Chinevat Köprüsü’nün karşısında sadece iyilerin gittiği cenneti duyduğumda aklıma bir düşünce takıldı, öyle ki gündüz de gece de ebedî göç ile cennetteki ebedî hayat fikirleri üzerinde düşünüp durdum. Eğer öğretmenimin öğrettiği gibi Tanrı adilse neden iyi ile kötü arasında bir ayrım yoktu? Sonunda ölümün, kötülerin bırakıldığı ya da kaybolduğu, inançlıların daha yüce bir hayata yükseldikleri bir ayrım noktası olduğu benim için netleşti; aktif, neşeli ve sonsuz bir yaşamdı bu; Tanrı ile yaşam! Bu keşif bir başka araştırmayı daha getirdi. Neden gerçek, papazlığın bencil avuntusu için uzun süre bir sır olarak saklanmalıydı? Baskının nedeni yok oldu. Felsefe en azından bize hoşgörü getirmişti. Mısır’da Ramses yerine Roma vardı. Bir gün İskenderiye’nin en muhteşem ve kalabalık bölgesi olan Brucheium’da vaaz verdim. Doğu ve Batı da izleyicilerim arasına katıldı. Kütüphaneye giden öğrenciler, Serapeum’dan12 gelen rahipler, müzeden gelen aylaklar, hipodrom müdavimleri, Rhacotis’ten vatandaşlar beni dinlemek için durdular. Tanrı, ruh, doğru ve yanlış, cennet, erdemli bir yaşamın ödülü konusunda telkinlerde bulundum. Melchior, taş kesildin! Dinleyicilerim önce şaşırdılar, sonra güldüler. Tekrar denedim, nükteli sözlerle taşladılar beni, Tanrı’mla dalga geçtiler, cennetimi alayla kararttılar. Gereksiz yere oyalanmamak için oradan ayrıldım.”
Hintli uzunca iç geçirip, “İnsanın düşmanı insandır, kardeşim.” dedi.
Baltazar sessizliğe gömüldü.
“Hatamın nedenini bulmak için çok düşündüm ve sonunda başardım.” dedi, tekrar söze başlayarak. “Nehrin yukarısında, şehirden bir günlük mesafede sığır çobanlarının ve bostancıların köyü vardır. Bir tekneye binip oraya gittim. Akşam saatlerinde insanları, kadınları ve erkekleri, yoksulların en yoksullarını bir araya topladım. Tıpkı Brucheium’da yaptığım gibi vaaz verdim. Onlar gülmediler. Ertesi akşam tekrar konuştum, inanıp memnun oldular, haberleri dışarı taşıdılar. Üçüncü toplantıda dua etmek için bir topluluk oluşturuldu. Ondan sonra şehre döndüm. Hiç bu kadar parlak ve yakın görünmemiş olan yıldızların altında nehir boyunca ilerlerken şu dersi çıkardım: Bir reform başlatmak için büyük ve zenginlerin bölgelerine değil, daha ziyade mutluluk çanakları boş olanların -yoksulların ve acizlerin- yanına git. Sonra bir plan yapıp hayatımı adadım. İlk adım olarak büyük mal varlığımı güvence altına aldım, böylelikle kesin bir gelirim olacaktı ve gerektiğinde acı çekenin rahatlamasına sunulacaktı. O günden sonra, kardeşlerim, tek Tanrı, erdemli yaşam ve cennet ödülü konusunda vaaz vererek Nil boyunca bir aşağı bir yukarı köylere ve bütün kavimlere seyahat ettim. Ne kadar olduğunu bilmem ama hayır işledim. Dünyada onun kabulü için hazır olan yerleri gidip bulacağımızı biliyorum.”
Konuşmacının esmer yanaklarına bir kırmızılık yayıldı, ama bu duygunun üstesinden gelip devam etti:
“Bu yıllar boyunca, kardeşlerim, bir düşünceyi dert ettim; ben gidince başlattığım amaç ne olacaktı? Benimle beraber bitecek miydi? Çalışmam için uygun bir amaç bulmayı pek çok kez hayal ettim. Sizden saklayacak değilim, bunu gerçekleştirmeye çalıştım, ama başaramadım. Kardeşlerim, artık dünya öyle bir duruma geldi ki, eski Misrayim inancını yeniden inşa etmek için, reformcunun insani yaptırımdan daha fazlasına sahip olması gerekir, sadece Tanrı adına gelmesi olmaz, sözlerine bağlı kanıtları da olmalı, söylediklerini ispat etmelidir, Tanrı’yı bile. Zihin mitler ve sistemlerle doludur; sahte ilahlar her yeri doldurmuş, -yeryüzünü, havayı, gökyüzünü- her şeyin bir parçası olmuşlar; ilk dine geri dönmek ancak kanlı yollardan, zulüm tarlalarından geçerek olabilir; yani din değiştirenler vazgeçmektense ölmeyi yeğlemelidir. Bu devirde Tanrı’nın kendisinden başka kim insanların inancını böyle bir noktaya taşıyabilir? Irkı kurtarmak için -yok etmeyi kastetmiyorum- o kendisini bir kere daha açığa çıkarmalı; bizzat gelmelidir.”
Üçünü de yoğun bir his kapladı.
“Onu bulmayacak mıyız?” dedi Yunanlı.
“Gerçekleştirmekte neden başarısız olduğumu anlıyorsunuz.” dedi Mısırlı, büyü geçince. “Yaptırımım yoktu. Çabamın kaybolacağını bilmek beni dayanılmaz derecede perişan etti. Duaya inanıyordum ve yakarışlarımı saf ve güçlü hâle getirmek için, tıpkı sizin gibi kardeşlerim, yürünmüş yolların dışına çıktım, insanoğlunun olmadığı, sadece Tanrı’nın olduğu yerlere gittim. Beşinci çağlayanın tepesine, Sennar’da nehirlerin birleştiği yere, Beyaz Nil’in yukarılarına, Afrika’nın bilinmeyen uzaklıklarına gittim. Orada sabahları gökyüzü kadar mavi bir dağ, batı çölünün üzerine serinletici bir gölge savurur, erimiş karlardan oluşan şelaleleriyle doğuda eteklerine yerleşen geniş gölü besler. Göl, büyük nehrin anasıdır. Bir yılı aşkın bir süre dağ, bana ev sahipliği yaptı. Hurmalar bedenimi, dualar ruhumu besledi. Bir gece küçük denizin yakınlarındaki meyve bahçesinde yürüdüm. ‘Dünya ölüyor. Ne zaman geleceksin? Neden kurtuluşu görmüyorum, Tanrı’m?’ diye yakardım. Ayna gibi sular yıldızlarla parıldıyordu. İçlerinden biri sanki yerinden ayrılıp yüzeye yükselmiş, orada göz yakıcı bir parlaklığa erişmişti. Sonra bana doğru hareket etti, bir elin uzanacağı mesafede başımın üzerinde durdu. Yere düşüp yüzümü sakladım. Yeryüzüne ait olmayan bir ses bana dedi ki: ‘İyi çalışmaların başarıya ulaştı. Kutsandın, ey Misrayim’in oğlu! Kurtuluş geldi. Dünyanın uzaklarındaki diğer iki kişiyle beraber kurtarıcıyı görecek, onun için şahitlik edeceksin. Sabah olduğunda, git ve onlarla buluş. Kutsal Kudüs şehrine geldiğinizde insanlara, Yahudilerin kralı olarak doğan o nerede, biz Doğu’da onun yıldızını gördük ve ona tapınmak için gönderildik, deyin. Size rehberlik edecek ruha inanın.’
Işık kuşku duyulmaz bir iç aydınlanması hâline СКАЧАТЬ
12
Mısır Tanrısı Serapis’e adanmış tapınaklar. (ç.n.)