Ben-Hur. Lew Wallace
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ben-Hur - Lew Wallace страница 15

Название: Ben-Hur

Автор: Lew Wallace

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-953-0

isbn:

СКАЧАТЬ kirli ve kalabalık pazarda bütün saray fiyakasıyla bu şarkıcı kolay kolay zihinlerden çıkarılmayacak bir görüntüdür; işte birisi sanki bütün merakımıza meydan okurcasına onun peşi sıra geliyor. Yüzü yere dönük bir şekilde ağır ağır yolun yukarısına yürüyor; aralıklarla duraklıyor, ellerini göğsünde birleştirip yüzünü uzatıyor ve sanki duaya başlayacakmış gibi gözlerini gökyüzüne doğru çeviriyor. Kudüs’ten başka hiçbir yerde böyle birine rastlanamaz. Alnında, örtüyü sabitleyen bir banda tutturulmuş deriden kare bir kese görünüyor; benzer bir başka kese de bir kayışla sol koluna bağlanmış. Elbisesinin kenarları derin püsküllerle süslenmiş; muskalar, elbisesinin geniş kenarları ve bütün bedenine hâkim olan yoğun kutsallıktan onun bir Ferisi, yani yobazlığı ve gücü dünyanın felaketine neden olacak organizasyonlardan (dinde bir mezhep, siyasette bir parti) birinden olduğunu anlıyoruz.

      Kapının dışındaki kalabalık Yafa’ya giden yolu tamamen kaplıyor. Bakışlarımızı Ferisi’den çevirince, tam zamanında alacalı kalabalıktan ayrılan, inceleme konusu olabilecek bir grup dikkatimizi çekiyor. İlk önce içlerinden, berrak ve sağlıklı teni, parlak siyah gözleri, uzun, gür sakalı, üzerine tam oturan, mevsime uygun, pahalı giysileriyle gayet asil görünen bir adam beliriyor. Elinde bir değnek, boynunda da ipe asılı irice bir altın mühür taşıyor. Bazılarının kuşaklarında kısa kılıçlar olan birkaç hizmetkâr ona eşlik ediyor; ona büyük bir saygıyla hitap ediyorlar. Grubun geri kalanını halis çöl ırkından iki Arap oluşturuyor; zayıf, sırım gibi olan bu adamlar koyu bronz renginde, çukur yanaklı, parlak kem gözlü. Başlarında kırmızı fes, abalarının üzerinde sol kollarını ve bedenlerini sarıp sağ kollarını açıkta bırakan, kahverengi yünden haikleri ya da battaniyeleri var. Araplar beraberlerindeki atları satmak istediklerinden yüksek sesli bir şakalaşma hüküm sürüyor, sabırsızlık içinde yüksek perdeden, tiz bir sesle konuşuyorlar. Asil adam konuşma işini çoğunlukla hizmetkârlarına bırakıyor; ara sıra vakarla sorulara cevap veriyor ve Kıbrıslıyı görür görmez durup incir satın alıyor. Bütün grup Ferisi’nin hemen ardından ana kapıdan geçiyor. Biz de meyve satıcısının yolunu tutacak olursak, o bize güzelce selam verip, bu yabancının çok seyahat eden ve Suriye’nin sıradan üzümleriyle Kıbrıs’taki denizin çiyiyle zenginleşen üzümler arasındaki farkı iyice öğrenen bir Yahudi ve şehrin prenslerinden biri olduğunu söyleyecektir.

      Böylece öğleye, bazen de daha geç saatlere doğru, istikrarlı alışveriş akını, alışıldığı üzere Yafa Kapısı’ndan girip çıkarak beraberlerinde İsrail’in bütün kavimlerinden, eski inançların aralarında parsellendiği ve geliştirildiği her türlü mezhepten, bütün dini ve sosyal gruplardan, sanatın çocukları ve zevk elçileri olan maceracı güruhtan, Sezarların ve atalarının dönemlerinden, özellikle de Akdeniz civarlarında oturan önemli insanlar da dâhil her türden şahsiyeti taşıyor.

      Diğer bir deyişle, kutsal tarihi ve mübarek peygamberlerle bağlantısı zengin olan, taşları gümüşten, her yeri sedir ağaçlarıyla dolu, Hazreti Süleyman’ın Kudüs’ü, Roma’nın bir kopyası, dinsizlik merkezi ve pagan bölgesi hâline gelmişti. Yahudi bir kral16 bir gün papaz kıyafetlerine bürünüp tütsü sunmak için ilk tapınağın içine girip bir cüzzamlı olarak dışarı çıktı, ama okumakta olduğumuz dönemde Pompey17 de Herod’un tapınağına girmiş, hiçbir zarar görmeden, sadece boş bir oda bularak çıkmıştı, Tanrı’dan hiçbir işaret yoktu.

      VIII

      YUSUF VE MERYEM

      Şimdi okurdan, Yafa Kapısı’ndaki pazarın bir bölümü olarak tanımlanan meydana geri dönmesini rica ediyoruz. Günün üçüncü saatiydi ve insanların çoğu gitmişti, ama baskı bariz bir azalma olmadan devam ediyordu. Yeni gelenler arasında, güney duvarlarının yanında, bir erkek, bir kadın ve büyük bir dikkat gerektiren, eşekten oluşan bir grup vardı.

      Adam hayvanın başında durmuş, dizginlerini tutuyor ve hem hayvanı dürtmek için hem de baston olarak çifte amaçla kullanılmak üzere seçilmiş bir sopaya yaslanıyordu. Elbisesi etrafındaki sıradan Yahudilerinki gibiydi, sadece yepyeni görünüyordu. Başından aşağıya dökülen örtü ve boynundan topuklarına kadar onu örten cüppe ya da elbise, muhtemelen tatil günleri sinagoga giderken giymeye alışkın olduğu kıyafetlerdi. Gayet açık olan yüz hatları ellilerinde olduğunu söylüyordu, çizgi çizgi kırlaşmış siyah sakalları da bu tahmini doğruluyordu. Bir yabancı ve taşralının yarı meraklı, yarı boş bakışlarıyla etrafına bakınıyordu.

      Eşek acelesizce, pazarda bol bulunan kucak dolusu yeşil otları yiyordu. Hayvan uykulu memnuniyeti içinde etrafındaki karmaşa ve velveleden hiç etkilenmiyor; sırtındaki semerde oturan kadına da hiç aldırmıyordu. Soluk yünlü kumaştan bir örtü kadını tamamen kaplamış, beyaz bir atkı da başını ve sırtını örtmüştü. Arada bir etrafında olanları görme ya da duyma merakının dürtüsüyle, yüzünün görünmezliğini koruyacak şekilde atkıyı hafifçe kenara çekiyordu.

      Biri adama yaklaşıp seslendi.

      “Nasıralı Yusuf değil misin, sen?”

      Konuşan adam yakında duruyordu.

      “Öyle derler.” diye cevapladı Yusuf, usulca dönerek. “Ah sen, huzur seninle olsun, dostum, Haham Samuel!”

      “Ben de sana aynı şeyi diliyorum.” Haham durakladı, kadına bakarak ekledi. “Sana, evine barkına ve bütün yardımcılarına.”

      Bu son sözleri söylerken elini göğsüne koyup kadına başını eğdi, bu arada kadın da onu görmek için kısa bir süreliğine örtüsünü geri çekip yüzünü gösterdi. Böylelikle selamlaşanlar sanki dudaklarına götürecekmiş gibi birbirlerinin sağ ellerini yakaladılar, ama son anda bırakıp her biri kendi elini öptü, sonra da avucunu alnına koydu.

      “Kıyafetlerin o kadar az tozlanmış ki…” dedi Haham, samimiyetle. “Geceyi babalarımızın şehrinde geçirdiğin anlaşılıyor.”

      “Hayır.” dedi Yusuf. “Gece olmadan ancak Bethany’ye kadar gelebildik, orada bir handa kaldık, şafak vakti tekrar yola koyulduk.”

      “Demek önünüzde uzun bir yol var, umarım Yafa’ya kadar değildir.”

      “Beytüllahim’e kadar.”

      O ana kadar hahamın açık ve dostça olan yüzü asılıp meymenetsiz bir hâl aldı; öksürük yerine bir homurtuyla boğazını temizledi.

      “Evet, evet, anlıyorum.” dedi. “Beytüllahim’de doğmuşsun, şimdi de Sezar’ın emrettiği gibi vergi için yazılmak üzere kızınla beraber oraya gidiyorsun. Yakup’un çocukları Mısır’daki aşiretler gibiler, ne Musaları var ne de Yuşaları. Güçlüler nasıl da yere serildi!”18

      Yusuf hiç istifini bozmadan cevap verdi:

      “Bu kadın benim kızım değil.”

      Ama haham siyasi fikirlere takılı kalıp açıklamaya hiç aldırmadan sözlerine devam etti, “Zealotlar Celile’de neler yapıyorlar?”

      “Ben marangozum, Nasıra da bir köy.” dedi Yusuf, tedbirli bir şekilde. “Benim tezgâhım herhangi bir şehre СКАЧАТЬ



<p>16</p>

Kral Uzziya (2. Tarihler 26: 21).

<p>17</p>

Gnaeus Pompeius Magnus (Büyük Pompey). Filistin’e yaptığı sefer (MÖ 63) Yücelerin Yücesi’ni ele geçirmesini sağlamıştır. Pompey bu kutsal alana girmiş, ama yağmalamamış ya da oradaki ayin objelerine zarar vermemiştir.

<p>18</p>

Kutsal Kitap: 2 Samuel 1: 19, 25, 27.