“Kardeşim güzel konuştu. Benim sözlerim de o kadar bilgece olur umarım.”
Birdenbire durdu, bir an için düşünüp devam etti:
“Beni Melchior olarak tanıyabilirsiniz, kardeşlerim. Dünyanın en eskisi olmasa da, en kısa sürede harflere dökülecek bir dille konuşacağım, yani Hindistan’ın Sanskritçesi. Ben Hintliyim. Halkım bilgi tarlalarında ilk dolaşan, onları ilk paylaşan ve ilk güzelleştiren insanlardır. Bundan sonra her ne olursa olsun dört Vedalar10 yaşamalıdır, çünkü onlar dinin ve faydalı bilgilerin başlıca kaynaklarıdır. Bunlardan Brahma tarafından gönderilen ve tıp, okçuluk, mimari, müzik ve altmış dört mekanik sanattan söz eden Upavedalar türetilmiştir. Esinlenmiş azizler tarafından ortaya çıkarılan Vedangalar astronomi, dil bilgisi, vezin, telaffuz, efsun ve sihirli sözler, dinî ayinler ve törenlere adanmıştır. Bilge Vyasa tarafından yazılan Upangalar evrenin kökeni, kronoloji ve coğrafya ile ilgilidir. Ayrıca tanrılarımızın ve yarı tanrılarımızın ebedileştirilmesi için tasarlanan kahramanlık şiirleri Ramayâna ve Mahabhârata vardır. Kardeşlerim, Büyük Şastralar ya da kutsal kanunlar kitabı işte böyledir. Şimdi bunlar benim için unutulmuştur, ama zaman içinde ırkımın gelişmekte olan dehalarını sergilemeye hizmet edeceklerdir. Hızlı bir tekâmül vaatleriydi onlar. Neden bu vaatlerin başarısız olduğunu sorabilirsiniz. Ne yazık! Kitapların bizzat kendileri ilerlemenin bütün kapılarını kapattılar. Onların yazarları yaratılanın korunması bahanesiyle, bir insanın keşiflere ya da icatlara kalkışmaması prensibini dayattılar, çünkü Tanrı lazım olan her şeyi sağlamıştı. Bu şart kutsal bir yasa hâlini alınca, Hindu dehanın lambası bir kuyuya düştü, o zamandan beri daracık duvarları ve acı suları aydınlatıyor.
Size, Şastraların Brahm denilen Ulu Tanrı’yı öğrettiklerini, ayrıca Purânaların ya da Upangaların kutsal şiirlerinin bize erdem, iyi işler ve ruhtan söz ettiğini söylediğim zaman bu bahislerin gösteriş için olmadığını anlayacaksınız, kardeşlerim. Eğer kardeşim söylememe izin verirse.” Konuşmacı Yunanlıyı saygıyla selamladı: “Onun halkı daha bilinmeden asırlarca önce iki büyük fikir olan Tanrı ve ruh, Hindu zihninin bütün enerjisini içine çekmişti. Dahasını da söylememe izin verin, Brahm da aynı kutsal kitaplar tarafından Üçlü -Brahma, Vişnu ve Şiva- olarak öğretilir. Bunların içinden Brahma’nın ırkımızın yazarı olduğu söylenir, yaratılış esnasında ırkımızı dört sınıfa ayırmıştır. İlk olarak, aşağıdaki dünyalara ve yukarıdaki göklere insanlar yerleştirmiştir; sonra yerküreyi dünyevi ruhlar için hazır hâle getirmiştir; daha sonra kendi ağzından, kendisine en çok benzeyen, Vedaların tek öğretmeni yüce ve asil Brahma sınıfı çıkmıştır ve aynı zamanda da dudaklarından bütün yararlı bilgiler dökülmüştür. Kollarından Kshatriya ya da mücahitler, göğsünden Vaisya ya da üreticiler -çobanlar, çiftçiler, tüccarlar- ayaklarından, bir aşağılamanın işareti olarak, diğer sınıfların vasıfsız işlerini yapmaya mahkûm Sudra ya da köleler -serfler, hizmetçiler, işçiler, esnaf- çıkmıştır. Şunu da unutmayın ki, onlarla beraber doğan yasa bir sınıfa mensup kişinin bir diğerinin üyesi olmasını yasaklamıştı. Brahman düşük bir sınıfa giremezdi, kendi mertebesinin yasalarını ihlal ederse, kendisi gibi aforoz edilenler dışında herkes için yok sayılarak aforoz edilirdi.”
Tam bu noktada Yunanlının hayal gücü böyle bir aşağılamanın bütün sonuçlarını görerek hevesli dikkatini alt edip, “Böyle bir durumda, kardeşlerim, bu ne güçlü bir sevgi dolu Tanrı ihtiyacıdır!” dedi.
“Evet.” diye ekledi Mısırlı. “Bizimki gibi sevgi dolu bir Tanrı.”
Hintlinin kaşları acıyla çatıldı; bu duygusu geçince yumuşak bir sesle devam etti:
“Ben Brahman olarak doğdum. İlk beslenmem, ismimin verilmesi, ilk kez güneşe çıkarılmam, ikinci kez doğan biri olmamı sağlayan üçlü basamaktan geçişim, birinci sınıfa girişim, hepsi kutsal metinler ve değişmez törenlerle kutlanmıştı. Bir kuralı ihlal etme korkusu olmaksızın yürüyemez, yiyip içemez ya da uyuyamazdım. Hele de ceza, kardeşlerim, ceza ruhuma veriliyordu! Kusur derecelerine göre ruhum gökyüzünden birine gönderilir -en aşağıda Indra’nınki, en yüksekte Brahma’nınki vardı- ya da bir kurt, sinek, balık veya hayvanın yaşamını sürmek için geri sürülürdü. Mükemmel itaatin ödülü sonsuz mutluluk ya da Brahm olmaya geçişti.”
Hintli bir an için düşündü, devamında, “Bir Brahman’ın hayatının ilk rütbe denilen kısmı öğrencilik hayatıdır. İkinci rütbeye girişe hazır olduğumda -yani evlenip aile reisi olmaya hazır olduğumda- her şeyi sorguladım, Brahm’ı bile. İtirazcıydım. Kuyunun derinlerinden yukarıda bir ışık keşfetmiştim ve yukarıya çıkıp onun neye ışıldadığına bakmak istiyordum. Sonunda -ah, ne zorlu yıllardı!– mükemmel bir günde kalkıp hayatın ilkesini, din unsurunu ve ruhla Tanrı arasındaki bağlantıyı yani sevgiyi gördüm.” dedi.
İyi adamın ufalan yüzü görünür şekilde alevlendi ve ellerini sıkı bir şekilde kenetledi. Ardından bir sessizlik oldu, bu esnada diğerleri gözleri yaşlı bir şekilde Yunanlıya bakıyorlardı. Sonunda devam etti:
“Sevginin mutluluğu hareket hâlindeydi; sınanması da birisinin diğerleri için ne yapmaya hevesli olduğuydu. Dayanamadım. Brahm dünyayı o kadar çok sefaletle doldurmuştu ki. Sudra bana sesleniyordu; sayısız hayranları ve kurbanları da öyle. Ganga Lagor adası Ganj Nehri’nin kutsal sularının Hint Okyanusu’nda kaybolduğu yerdedir. Oraya gittim. Bilge Kapi-la için orada inşa edilen tapınağın gölgesinde, kutsal adamın kutsanmış hatırasının evinin etrafında tuttuğu öğrencilerle aynı duayı ederek sükûn bulmayı düşündüm. Ama yılda iki kere Hindu hacılar sularda arınmak için geliyorlardı. Perişanlıkları benim sevgimi güçlendirdi. Konuşma dürtüsüne rağmen çenemi kenetledim, çünkü Brahm, Üçlü ya da Sastralara karşı tek bir kelime, orada burada kızgın kumlarda ölmek için kendilerini sürükleyen, aforoz edilmiş Brahmanlara karşı bir şefkat hareketi -edilen bir dua, verilen bir bardak su- bile sonumu getirebilirdi ve ben de onlardan biri oldum, ailem, ülkem, ayrıcalıklarım, sınıfım yoktu. Sevgi fethedildi! Tapınaktaki öğrencilerle konuştum, beni dışladılar. Hacılarla konuştum beni taşa tuttular. Yollarda vaaz vermeye kalkıştım, dinleyicilerim benden kaçtılar ya da canımı istediler. Sonuç olarak bütün Hindistan’da huzur ve güven bulabileceğim hiçbir yer kalmamıştı, aforoz edilenler arasında bile, çünkü düşmüş de olsalar hâlâ Brahm’a inanıyorlardı. Büyük üzüntümde Tanrı hariç herkesten saklanacak bir yalnızlık aradım. Ganj Nehri’ni ta Himalayalar’ın yukarılarındaki kaynağına kadar izledim. Nehrin lekesiz saflığıyla çamurlu bölgelerden geçip rotasına girdiği yer olan Hurdwar’da bir geçide girince ırkım için dua ettim ve sonsuza kadar onları kaybettiğimi düşündüm. Vadilerin içinden, tepelerin üzerinden, buzulların karşısından, yıldızlar kadar yüksek görünen zirvelerden geçip şahane bir güzellik olan Lang Tso Gölü’nün yolunu tuttum, güneşin karşısında kardan zirvelerini ebediyen sergileyen Tise Gangri, Gurla ve Kailas Parbot’un eteklerinde uykuya daldım. Orada, tam yeryüzünün merkezinde, Indus, Ganj ve Brahmapootra’nın farklı rotalara gitmek üzere yükseldikleri yerde, insanoğlunun ilk meskenlerini aldıkları ve şehirlerin anası Belh’i11 büyük gerçeği kanıtlaması için terk edip dünyayı doyurmak için ayrıldıkları yerde, ilkel durumuna geri dönen doğanın uçsuz bucaksız enginliklerinden emin bir şekilde, birine emniyet, СКАЧАТЬ
10
Dünyanın en eski kutsal metinleri olan Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan ve Hinduizm dinine inananlar için kutsal olan bilgileri ihtiva eder. (ç.n.)
11
Afganistan’ın kuzeyinde yer alan eski bir yerleşim yeridir.