O zamandan beri ışık benimle kaldı; onun ruhun görünür varlığı olduğunu biliyordum. Sabah geldiğim şekilde hayata başladım. Dağın yarığında çok değerli bir taş buldum, Hurdwar’da sattım onu. Lahor, Kâbil ve Yezd’den İsfahan’a geldim. Orada deveyi satın aldım ve kervanı beklemeden Bağdat’a yöneldim. Yalnız başıma korkusuzca seyahat ettim, çünkü ruh benimleydi, hâlâ da öyle. Ne mutluluk, kardeşler! Kurtarıcıyı görecek, onunla konuşacak ve ona tapınacağız! Ben bitirdim.”
V
BALTAZAR
Hayat dolu Yunanlı sevinç içinde tebriklerini sundu; sonra Mısırlı tipik bir vakarla, “Seni selamlıyorum, kardeşim. Çok sıkıntı çekmişsin, zaferine çok memnun oldum. Eğer ikiniz de dinlemek isterseniz, şimdi ben size kim olduğumu ve nasıl çağrıldığımı anlatacağım. Bir dakika bekleyin.” dedi.
Dışarı çıkıp develerle ilgilendi ve geri dönünce tekrar yerine oturdu.
“Sizin sözleriniz kardeşlerim, ruhla ilgiliydi.” diye başladı. “Ve ruh, onları anlamamı sağladı. Her biriniz özellikle kendi ülkenizden söz ettiniz, bu konuda açıklayacağım büyük bir mesele var, ama yorumu tamamlamak için önce kendimden ve halkımdan söz edeyim. Ben Mısırlı Baltazar.”
Son sözler sessizce, ama öyle bir saygınlıkla söylenmişti ki, her ikisi de konuşmacıyı başlarıyla selamladılar.
“Irkım için ortaya atacağım pek çok farklılıklar var.” diye devam etti. “Ama bir tanesiyle yetineyim. Tarih bizimle başladı. Korunan kayıtlarla olayları ilk ölümsüzleştiren biziz. Bizim törelerimiz yok ve şiir yerine size kesinlik sunuyoruz. Sarayların ve tapınakların ön yüzlerine, dikilitaşların üzerlerine, mezarların iç duvarlarına krallarımızın isimlerini ve yaptıklarını yazdık. Narin papiruslara filozoflarımızın bilgeliğini ve dinimizin sırlarını emanet ettik, bu sırlardan birinden söz edeceğim. Vyasa’nın Upangaları, Para-Brahm’ın Vedalarından daha da eskidir, Melchior, Homer’in şarkılarından ya da Platon’un fizikötesinden daha da eski, sevgili Gaspar, kutsal kitaplardan ya da Çin halkının krallarından veya Siddhartha’nınkilerden, güzel Maya’nın oğlundan daha da eski, Musa’nın doğumundan daha da eski, insan kayıtlarının en eskisi bizim ilk kralımız Menes’in yazılarıdır.” Bir an duraklayıp iri gözlerini Yunanlı üzerinde nazikçe sabitleyerek, “Hellas’ın gençliğinde öğretmenlerinin öğretmenleri kimdi, Gaspar?” dedi.
Yunanlı gülümseyerek başıyla selamladı.
“Bu kayıtlara göre…” diye devam etti Baltazar. “Ataların Uzak Doğu’dan, üç kutsal nehrin doğduğu bölgeden, yeryüzünün merkezinden -sözünü ettiğin eski İran, Melchior- ne zaman geldiklerini, Tufan’ı ve dünyanın Tufan’dan önceki tarihini Nuh’un oğullarının Aryanlara anlattığı şekilde beraberlerinde getirdiklerini, Tanrı, yaratıcı ve başlangıcı, Tanrı gibi ölümsüz ruhu öğrettiklerini biliyoruz. Şimdi bizi çağıran görev mutlulukla yerine getirildiğinde, benimle gelmeyi isterseniz, kutsal papazlık kütüphanemizi ve diğer şeylerin yanı sıra ölüm, onu kıyamete olan yolculuğuna gönderdikten sonra ruhun tanık olacağı törenin bulunduğu Ölüler Kitabı’nı size gösteririm. Fikirler -Tanrı ve ölümsüz ruh- çöl üzerinden Misrayim’e getirilmiş, o da Nil kıyılarına götürmüş. O zamanlar Tanrı’nın bizim mutluluğumuz için daima istediği gibi bir saflıkları ve anlayışlılıkları varmış; bu ilk tapınmaymış; neşeli, umut dolu ve yaratıcısına sevgi duyan bir ruh için doğal olan bir şiir ve dua.”
O anda Yunanlı ellerini uzatıp bağırdı. “Ah! İçimdeki ışık derinleşiyor!”
“Benim de!” dedi Hintli, benzer bir coşkuyla.
Mısırlı babacan bir tavırla onlara baktı, sonra sözlerine devam etti, “Din sadece insanı yaratıcısına bağlayan yasadır: Saflığında bu unsurlar vardır -Tanrı, ruh, onların birbirlerini karşılıklı tanımaları- pratiğe döküldüğünde bunlardan tapınma, sevgi ve ödül çıkar. Bu yasa, tıpkı kutsal kökenli diğerleri gibi –örneğin, yeryüzünü güneşe bağlayan gibi- başlangıçta yazarı tarafından kusursuz bir şekilde gerçekleştirilmişti. İlk ailenin dini böyleydi, kardeşlerim, yaratılış formülüne karşı kör olmayan babamız Misrayim’in dini de böyleydi, ilk inanış ve ilk tapınmalar gibisi hiçbir yerde görülmemişti. Mükemmellik Tanrı’dır; sadelik mükemmelliktir. Lanetlerin laneti, insanın böyle gerçeklere izin vermemesidir.”
Sanki nasıl devam edeceğini düşünüyormuş gibi durdu.
“Pek çok ulus Nil’in tatlı sularını sevmiştir.” dedi sonra. “Etiyopyalılar, Pali-Putra, Yahudiler, Süryaniler, İranlılar, Makedonyalılar, Romalılar -Yahudiler hariç- hepsi bir zaman onun efendisi olmuştur. İnsanların bu kadar çok gidip gelmeleri eski Misrayim inancını mahvetti. Palmiyeler Vadisi, Tanrılar Vadisi hâline geldi. Yüce olan sekize bölündü, her biri doğadaki yaratıcı bir ilkeyi temsil ediyordu, Ammon-Re de başlarındaydı. Sonra Isıs ve Osiris ile onların suyu, ateşi, havayı ve diğer güçleri temsil eden camiaları meydana geldi. Kudret, bilgi, sevgi ve benzerleri gibi insani niteliklerin akla getirdiği bir başka düzenimiz daha olana kadar çoğalma devam etti.”
“Hepsinde eski budalalık vardı!” diye bağırdı Yunanlı, atılarak. “Sadece erişilmez olanlar bize geldikleri şekliyle kalıyor.”
Mısırlı başını eğdi ve devam etti:
“Biraz daha, kardeşlerim, biraz daha, ben kendime gelmeden önce biraz daha. Gittiğimiz yol eskiden olanla karşılaştırılınca en kutsalı gibi görünüyor. Kayıtlar Misrayim’in, o zamanlar Afrika çölünde yayılan, zengin, üstün yetenekli, doğaya tapan Etiyopyalıların elinde olan Nil’i bulduğunu gösteriyor. İranlılar, tanrıları Ormuzd için güneşe kurban veriyorlardı; Uzak Doğu’nun dini bütün çocukları ilahlarını tahtadan ve fil dişinden oyuyorlardı; ama Etiyopyalılar yazı, kitaplar ve herhangi bir sanatsal yetenekleri olmaksızın, kediyi Re için, boğayı İsis için, böceği Pthah için kutsal sayarak hayvanlara, kuşlara, böceklere tapınıp ruhlarını yatıştırıyorlardı. Onların sert inancına karşı uzun süren mücadele yeni imparatorun dininin benimsenmesiyle son buldu. Sonra nehir kıyısına ve çöle büyük anıtlar dikildi; dikili taş, labirent, piramit, timsah mezarıyla birleştirilmiş kral mezarı. Aryan’ın oğulları böyle derin bir alçalmaya düştüler, kardeşlerim!”
Burada ilk kez Mısırlının sakinliği onu terk etti; yüzü kayıtsız kalsa da sesi ele veriyordu.
“Vatandaşlarımı hor görmeyin.” diye başladı tekrar. “Onlar Tanrı’yı unutmuş değiller. Hatırlayacağınız gibi biraz önce, bir tanesi hariç dinimizin bütün sırlarını papirusa emanet ettiğimizi söylemiştim; şimdi size bundan söz edeceğim. Bir zamanlar her türlü değişiklik ve katkılara kendini adayan bir firavunumuz vardı. Yeni sistemi kurmak için eskisini tamamen akıllardan çıkarmaya çabaladı. Yahudiler o zamanlar köleler olarak bizimle kalıyorlardı. tanrılarına sadıktılar; zulüm dayanılmaz olunca asla akıllardan çıkmayacak bir şekilde serbest bırakıldılar. Kayıtlara göre konuşuyorum. Kendisi de Yahudi olan Moşe saraya geldi ve o zamanlar milyonları bulan kölelerin ülkeden ayrılmaları için izin istedi. СКАЧАТЬ