Ben-Hur. Lew Wallace
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ben-Hur - Lew Wallace страница 9

Название: Ben-Hur

Автор: Lew Wallace

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-953-0

isbn:

СКАЧАТЬ bölünmek üzere hazır. Vazifemi yerine getireyim.” dedi.

      Her birini elinden tutarak içeriye yönlendirdi, sandaletlerini çıkarıp ayaklarını yıkadı, ellerine su döktü, peşkirle kuruladı.

      Kendi ellerini de yıkadıktan sonra, “Görevimizin gerektirdiği şekilde kendimize iyi bakalım, kardeşler ve yiyelim ki günün ödevleri için güçlü olabilelim. Yerken de, birbirimizin kim olduğunu, nereden geldiğini ve ne diye çağrıldığını öğrenelim.” dedi.

      Onları yüz yüze bakacak şekilde yemeğe oturttu. Aynı anda hepsinin başları öne eğildi, elleri göğüslerinde kenetlendi, hep birlikte yüksek sesle şu basit şükran duasını ettiler:

      “Hepimizin ilahı -Tanrı!– burada sahip olduklarımızın hepsi senin; şükranlarımızı kabul edip bizi kutsa ki senin dileklerini yerine getirmeye devam edebilelim.”

      Son sözlerle birlikte gözlerini yukarı kaldırdılar, hayretle birbirlerine baktılar. Her biri diğerinin daha önce hiç duymadığı bir dil konuşuyordu; ama ne söylendiğini gayet iyi anlamışlardı. İlahi bir heyecanla ruhları titredi; çünkü bir mucize eseri İlahi Mevcudiyet’i tanımışlardı.

      III

      YUNANLI GASPAR

      Dönemin diline göre konuşmak gerekirse, şimdi anlatılan karşılaşma Roma’nın 7479 yılında meydana geldi. Aylardan aralıktı ve Akdeniz’in doğusundaki bütün bölgelerde kış hüküm sürüyordu. Bu mevsimde çöldeki ilerleyiş şiddetli bir heves olmaksızın fazla uzun sürmez. Küçük çadırın altındaki grup için de aynı şey geçerliydi. Karınları açtı, iştahla yediler ve şaraptan sonra konuşmaya başladılar.

      “Yabancı topraklardaki bir yolcu için, adını bir arkadaşın ağzından duymak kadar hoş bir şey yoktur.” dedi, yemeğin reisi olduğunu düşünen Mısırlı. “Bizden önce pek çok yoldaşlık günü yaşandı. Şimdi birbirimizi tanımanın zamanı geldi. Eğer uygun görülürse, en son gelen ilk konuşsun.”

      İlk önce basiretli bir tavırla yavaş yavaş Yunanlı başladı:

      “Ne gariptir ki, kardeşlerim, nereden başlayacağımı ya da ne diyeceğimi bilemediğimi söylemeliyim. Daha ben kendim bile anlamış değilim ki. En çok emin olduğum şey bir Efendi’nin arzusunu yerine getirdiğim ve bu hizmetinde tam bir zevk olduğudur. Yerine getirmek için gönderildiğim amacı düşündüğümde, bu arzunun Tanrı’nın arzusu olduğunu bilmenin verdiği anlatılmaz bir sevinç var içimde.”

      İyi adam daha fazla devam edemeden duraklarken, onun duygularını anlayan diğerleri bakışlarını yere indirdiler.

      “Buranın batısında…” diye başladı yine. “Asla unutulmayacak bir yer var, dünya ona minnettardır, çünkü minnettarlık insana en saf zevklerini getiren şeylere karşı olur. Sanattan, felsefeden, belagatten, şiirden ve savaştan söz etmeyeceğim; ah kardeşlerim, onun ihtişamı sonsuza kadar parlayacak ve biz bu yolla onu bulup bütün dünyaya ilan edeceğiz. Sözünü ettiğim yer Yunanistan. Ben Gaspar, Atinalı Cleanthes’in oğlu.”

      “Benim halkıma…” diye devam etti. “Çalışmak bahşedilmiş, ben de onlardan aynı tutkuyu edindim. Pek çoğunun en büyüğü olan iki filozofumuz, her insanın içinde var olan ruhun bir öğretisini ve onun ölümsüz olduğunu öğretir, diğeri de son derece adil olan tek Tanrı’nın öğretisidir. Okullarda tartışılan pek çok konu içinden çözüme değer olarak bunları seçtim; çünkü Tanrı ile henüz bilinmeyen ruh arasında bir ilişki olduğunu düşündüm. Bu konuda insan zihni aşılmaz bir duvarla karşılaşabilir; o duvara varınca geriye sadece durup yardım çığlığı atmak kalır. Ben de öyle yaptım, ama duvarın ötesinden bana hiç ses gelmedi. Çaresizlik içinde kendimi şehirlerden ve okullardan koparıp aldım.”

      Bu sözler üzerine vakur bir gülümseme Hintlinin zayıf yüzünü aydınlattı.

      “Ülkemin kuzey kısmı Tesalya’da…” diye devam etti Yunanlı. “Hemşehrilerimin ulu olduğuna inandığı Zeus’un evinin bulunduğu ünlü bir dağ vardır, tanrıların evi; adı Olimpos’tur. Oraya gittim. Dağın batıdan gelip güneydoğuya kıvrıldığı yerdeki bir tepede bir mağara buldum; oraya yerleştim ve kendimi tefekküre adadım, yo kendimi her soluğun bir dua, bir aydınlanma olduğu bekleyişe adadım. Görünmez olsa da yüce olan Tanrı’ya inancımla, rahmeti ve bana cevap vermesi için bütün ruhumla ondan niyaz etmenin mümkün olduğunu biliyordum.”

      “Ve verdi, verdi!” diye bağırdı Hintli, kucağındaki ipek örtüden ellerini kaldırarak.

      “Dinleyin beni, kardeşlerim.” dedi Yunanlı, gayretle kendini yatıştırarak. “Kulübemin kapısı Termaikos Körfezi’ne nazırdır. Bir gün bir adam giden bir gemiden denize atladı. Kıyıya yüzdü. Onu alıp ilgilendim. Tarihten ve halkının yasalarından çok şey öğrenmiş bir Yahudi’ydi; ben de ondan dualarımın Tanrı’sının gerçekten var olduğunu ve yıllardır onların kanun yapıcısı, hâkimi ve kralı olduğunu öğrendim. Bu hayalini kurduğum aydınlanmadan başka ne olabilirdi! İnancım karşılıksız kalmamıştı; Tanrı bana cevap vermişti!”

      “Böyle bir inançla ona yakaran herkese yaptığı gibi.” dedi Hintli.

      “Ama ne yazık!” diye ekledi Mısırlı. “Tanrı’nın ne zaman cevap verdiğini bilecek kadar bilge olanlar ne kadar da az!”

      “Hepsi bu da değil.” diye devam etti Yunanlı. “Bana bu şekilde gönderilen adam dahasını da anlattı. İlk aydınlanmayı takip eden yıllarda Tanrı’ya giden ve onunla konuşan peygamberlerin onun tekrar geleceğini beyan ettiklerini söyledi. Bana peygamberlerin isimlerini verdi, kutsal kitaplardaki sözlerini aktardı. İkinci gelişinin çok yakın olduğunu da söyledi. Kudüs’te her an bekleniyormuş.”

      Yunanlı duraksadı ve yüzünün parlaklığı söndü.

      “Doğru.” dedi. Kısa bir süre sonra, “Tanrı’nın ve sözünü ettiği aydınlanmanın sadece Yahudiler için olduğunu söyledi, tekrar olacaktı. Gelecek olan Yahudilerin kralı olmalıydı. ‘Dünyanın geri kalanı için bir şeyi yok mu?’ diye sordum. ‘Hayır.’ dedi, gururlu bir sesle. ‘Hayır, biz onun seçilmiş insanlarıyız.’ Bu cevap benim umudumu kırmadı. Neden böyle bir Tanrı sevgisini ve nimetini bir yerle, bir ırkla sınırlasın ki? Öğrenmeye gönül verdim. Sonunda adamın kibrini kırdım ve atalarının gerçeği canlı tutmak üzere seçildiklerini, bütün dünyanın da sonunda bunu öğrenip kurtulabileceğini öğrendim. Yahudi gittiğinde yine yalnız başıma kalınca, geldiği zaman kralı görmeme ve ona tapınmama izin verilsin diye ruhumu yeni bir duayla ıslah ettim. Bir gece mağaramın kapısında oturmuş varlığımın gizemlerine yakınlaşmaya çalışıyordum, bunun Tanrı’yı bilmek olduğunun farkındaydım. Birdenbire aşağıdaki denizin üzerinde, daha doğrusu yüzeyini kaplayan karanlıkta yanmaya başlayan bir yıldız gördüm; yavaş yavaş yükselip denizin üzerini kapladı, tepenin ve kapımın üzerinde durdu, ışığı üzerime düşüyordu. Yatıp uyudum ve rüyamda bir ses duydum:

      ‘Ey Gaspar! İnancın zafer kazandı! Dünyanın uzak yerlerinden gelen diğer ikisiyle beraber kutsandın! Vadedildiği gibi onu görecek ve ona şahitlik edeceksin. Sabahleyin kalk ve onları karşılamaya git, sana rehberlik edecek ruha inancını СКАЧАТЬ



<p>9</p>

MÖ 6.