Название: İslam Tarihi
Автор: Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-04-4
isbn:
Dinsizliğin belli başlı üç sonucu vardır ki her üçü de gerek tarih sayfalarında ve gerekse bugünkü Avrupa’daki düşünürlerin dehşetli nazarlarına hedef olmaktadır. Bu üç hâlin:
Birincisi: Ahlak fikrinin kaybedilmesi,
İkincisi: Toplum ve hürriyet fikrinin kaybedilmesi,
Üçüncüsü: Saadetin kaybedilmesidir.
Bu söylediklerimizi ispat etmeye mecburuz. Her ne kadar gerek tarih ve gerek medeni toplumların durumu derin bir bakışla incelense, söylediklerimizdeki hakikatler garip bir tazelik ve parlaklıkla göze çarparsa da – derin bakış, genel bir karakter olmadığından – bu meselede yeteri kadar açıklama yapmak elzemdir.
1. Ahlak Fikrinin Kaybedilmesi
Bir toplum düzeni, birtakım kanunlar ile kurulmuş bir makineye benzer. Bu kanunların sonuçlarının özü “hukuk” fikri olup bu fikrin de kaynağı “ahlak bilgisi”dir. Gerçekten aradan bu kaynak çıkarılırsa ne hukukun ve ne de kanunların manası kalır.
Her ilmin bir konusu olup ahlak ilminin konusu ise “iyi fazilet”tir. Üç dört bin senedir edinilen tecrübelere göre kutsiyet fikri esas olarak alınmadıkça bir ahlak sistemi kurulması mümkün değildir. Kutsiyet ise ancak Allah’a inanç ve muhabbetle, yani dine bağlanmakla mümkün olabilir. Bundan dolayı Cenabıhakk’ı inkâr eden bir adamın ahlaksız olması tabii ve mantıklı, olmaması ise gayritabii ve görünüşte müstesna bir hâldir. Görünüşte, dedik. Zira bugün gördüğümüz ahlaklı dinsizlerin hayat hikâyelerini tetkik etsek çocukluklarında ya dindar akraba ve eğitmenlerin veyahut dindar bir çevrenin etkileriyle ahlaktan nasiplendiklerini görürüz.
Hâlbuki dinden ve dinin mukaddes fikirlerinden tamamen mahrum olarak terbiye edilecek bir nesilde, asırlar geçmesinden sonra ne gibi hâllerin görüleceğini kesinlikle kestiremezsek de insan ruhunun hâllerinin incelenmesinden ve daha şimdiden görülen alametlerden bizim ahlak dediğimiz manevi sistemden eser kalmayacağına, her türlü yüce duygulardan mahrum ve sırf hayvani hesaplarla yiyip içerek geçinen bir toplum biçimi meydana geleceğine hükmedebiliriz.
“İyilik” fikrine olan eğilim, fazileti menfaate tercih, mutlaka Allah’a inanıp sevmeye muhtaçtır. Hatıra gelebilir ki “iyilik ve fazilet, menfaatin takdiri suretiyle” de yapılabilir. Gerçekten birçok mütefekkir, menfaat ve bencillik fikirleri üzerine birer “ahlak ilmi” kurmaya çalışmıştır. Fakat bunların ulaştığı sonucun en çirkin bir “ahlaksızlık” olduğunu söylersek, ahlakın iyilik fikri, vazife ve fazilet esaslarından başka bir esas üzerine bina edilemeyeceğini söylemiş oluruz.
Menfaat ve bencillik fikirleri üzerine kurulan ve isimlerine pek haksız olarak “ahlak” adı verilen kurallar sistemi göz önüne alınırsa hiçbir vicdan sahibi insan tasavvur edilmez ki gönlünün içinde bu çirkin kurallara karşı bir tiksinme hissetmesin. Biraz daha izah edelim:
“Bir anne, yavrusunu niçin sever? Bir baba, oğlunun saadeti için niye çabalar durur?”
Dinlerdeki mukaddes fikirler üzerine kurulmuş ahlaki görüşler, bu sorulara pek güzel cevaplar verir. Fakat bir kere de bakınız diğer ahlaki görüşlerle ne cevap veriliyor:
“Bir anne yavrusunu, bencilliğinden, malı olduğu için, ondan bir fayda umduğu için sever. Sevdiği yavrusu değil yine kendi menfaati, kendi nefsidir.”
“Bir baba oğlunu, oğlu büyüsün de kendisine baksın diye sever.”
Geri kalanı da bunlara kıyas edin!..
Şimdi bu iğrenç kurallarda insani yüce duygulardan bir zerre var mıdır? Bir anne tasavvur ediniz ki denize düşen ciğerparesini kurtarmak için yüzme bilmezken kalkıp kendini denize atıyor ve öleceğini bilirken yavrusu uğrunda nefsini feda ediyor. Bu onurlu davranış acaba “menfaat ve bencillik” gibi ölüm kadar soğuk kelimelerle izah edilebilir mi?
Bir fakir tasavvur ediniz ki iki gün aç durmuş, ölmesine ramak kalmışken eline bir dilim ekmek geçmiş. Bir gün sonra tekrar bir dilim ekmek bulması asla kesin değil. Öyle iken kendi gibi bir aç görüyor; ondan hiçbir menfaat beklemezken ve ertesi günü ekmek bulamayıp açlıktan ölmesi muhtemel iken ekmeğinin yarısını o fakire veriyor!
Bir misal9 daha: Çölde susuz kalmış iki kimse hayal ediniz ki birisi o sahranın garibi, diğeri yerlisi. Güneşin harareti 75 derecede. Yerlinin elinde ancak kendisini üç beş saat susuzluktan ölmesine engel olacak su var. Yolcular kuyunun yerini kaybetmiş ve demek ki su bulmaları sırf tesadüfe kalmış. Böyle iken yerli, ölümlerin en dehşetlisi olan susuzluktan ölmeyi göze alıyor da garibe elindeki suyu veriyor! Acaba şu onurlu hareketin “menfaat ve bencillik” gibi saçmalıklarla açıklanması mümkün müdür?
Hayır!
Bu hakikat o kadar açıktır ki birtakım mütefekkirler ahlak ilmini menfaat ve bencillik fikirleri üzerine kurma imkânı olmadığını görerek ortaya “cezp edilme” nazariyesini koymuşlardır. Mesela bir insanın iyilik etmesi, iyilik hissine kapılmasından ve toplumda iyiliklerin, güzelliklerin varlığı, fertlerin çoğunluğunun birbirine karşı sevgi ve dostluk hissiyle bağlı bulunmasından ileri geldiğini öne sürmüşlerse de “vazife” gibi zor ve mukaddes bir şeyin bu “incizap” [ruhi heyecan] nazariyesi gibi bir tereddüt ve zan üzerine kurulamayacağını anlamak için çok düşünmek gerekmez.
Demek ki ahlak, ancak “vazife” fikri üzerine bina edilebilir. Vazife fikri ile “Cenab-ı Allah’a inanma ve onu sevme”den başka bir esasa dayandırılamaz. Şu hâlde yine tekrar ederiz ki bir dinsizin ahlak sahibi olması şaşılacak bir şey, olmaması ise tabii bir neticedir.
2. Toplum ve Hürriyet Fikrinin Kaybedilmesi
Beşerî toplum düzeni, tek tip bir düzen değildir ve olamaz. Kâinatta “tam manasıyla eşit” bir varlık şekli olmadığı için insanlar da hiçbir hususta “tam manasıyla eşit” olamazlar. İnsanlığın icat ettiği bir sürü esrarengiz kelimeler vardır ki bunlar hep bu hakikati remz ve işaret ederler. Talih, kader, tesadüf vesaire… Gerçekten insan fertleri cismen ve manen birbirinden farklı derecede yaratılırlar. Biri bülbül gibi söyler, diğeri kekeler; biri tabii güzellikleri tasvire muktedirdir, diğeri ancak çirkin yaratıklar resmedebilir; biri sanki güzellik sırlarının aynası imiş gibi güzel olur, diğeri bir ifrit kadar çirkin gözükür.
Fakat her ne hâlde ve görünüşte olursa olsun bütün insan fertlerinin hakkı olan şey, hukuken eşitliktir ki bunun en doğru adı “hayat hakkı”dır. Hakları korunmuş olmayan fertler, muntazam bir sosyal düzen meydana getiremezler.
Hâlbuki bir sosyal düzen, fertlerin hâllerinin birbirine denk ve dengede bulunmasına özen göstermedikçe hiçbir vakit sağlam ve devamlı olamaz. Eğer insan fertlerinin yönlendiricisi ve yöneticisi yalnız iyi niyet olursa bu denkliğin ve dengenin uzun süre devam ettirilmesi mümkün değildir. Şu hâlde sosyal düzendeki dengeyi devam ettirecek maddi ve manevi bir kuvvet bulunmadığı dakikada anarşi, yani hükûmetsizlik ortaya çıkar. Eğer din ve ahlak manasız sözlerse insan cemiyetinin anarşist olması hem pek tabii ve hem de pek meşrudur. Biraz daha açıklayalım:
Ahmet СКАЧАТЬ
9
Bu örnekler bizzat gerçekleşmiş olaylardır.