İslam Tarihi. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İslam Tarihi - Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi страница 5

Название: İslam Tarihi

Автор: Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-04-4

isbn:

СКАЧАТЬ soru soran kimseye, dünyaya nasıl geldiğini bildirir fakat niçin geldiğini bilmez ve bildiremez. Bu âleme her gelenin öleceğini söyler fakat nereye gideceğini ve ölümden sonra bir ikinci hayat olup olmadığını kestiremez. Yaratılanlar hakkında güzel fikirler verir fakat varlığının asli sebebini keşfedemez.

      İnsanlık, bilimin bu acizliği önünde baş eğip kalmaz, sualine bir cevap almadıkça gönül endişesi rahatlığa kavuşmaz. İşte bu suale cevap bulmak zorunluluğudur ki insanlığı, bilim7 yanında, bilimin verdiği hükümlerin özü ve hükümlerinin mantıklı neticeleri olarak bir de felsefe meydana getirmeye zorlamıştır. Yaratılışından insana böyle bir endişe yerleştirildiği içindir ki Cenabıhak, insanlara peygamberler göndermiş ve dini ihsan etmiştir.

      Demek ki bilim, bir olayın şekillerinde ve görünüşlerinde kalır. Felsefe ise içyüzlerine ve sebeplerine iner. Birinci nasıl olduğunu, ikinci niçin öyle olduğunu anlamaya uğraşır. Şu hâlde din lüzumsuz kalmaz mı? Dinin vazifesi nedir? Felsefe, dinden daha lüzumlu olur mu? Bu sualin cevabını Dördüncü Bölüm’de vereceğiz. Şimdilik şu kadar söyleyelim ki felsefe, dinin yardımcısı ve tamamlayıcısıdır. Fakat hiçbir vakit felsefe, “din hissi”ni doyuramaz. Hiçbir vakit felsefe, insanı dinden uzaklaştıramaz.

      3. BÖLÜM

      DİN

       Dinin Tarifi – Din Hissi – Dinin Lüzumu ve Faydaları

      1. Dinin Tarifi

      Dinin tarifi yalın bir bakışla pek kolay sanılır. Din ile o derece kaynaşmışız ki âdeta din ve insan, eş anlamlı kelimeler hâline gelmiştir. Bundan dolayı dini, tarife muhtaç olmayacak derecede samimi bir anlayışla bilen insan, öncelikle “Din nedir?” sorusunu gereksiz bulursa da dini, efradını cami ve ağyarını mâni bir suretle [kendi unsurlarını içinde toplayacak ve kendinden olmayanları dışarıda bırakacak bir şekilde] tarif etmeye hâlâ araştırmacılar ve felsefeciler muvaffak olamamışlardır.

      Din kelimesinden “hak veya batıl”, “falan veya filan din” anlaşılmamalıdır. Herhangi bir dini tarif etmek nispeten kolaydır. Zor olan, dini yani “din fikri”ni tarif etmektir.

      Bu itibarla “Din nedir?” sorusunun cevabını verenler, esastan ziyade kendi görüşlerini dikkat nazarına almışlardır. Biz, teferruata ait olan cevapları bir tarafa bırakacağız. Fakat bütün cevaplarda, bütün tariflerde bazen açıkça, bazen üstü kapalı mevcut olan fikirlerden anlaşıldığına göre:

      Din, iki ucun birleştirilip toplanmasından meydana gelen bir fikirdir. Bu iki ucun biri sosyal topluluk veya birey, diğeri insanlıktan ayrılmaz bir şekilde ve âdeta zorunlu olarak kalbe doğan tabiatüstü bir hakikattir.

      Bu kapalı tarifi sade bir dille ifade edersek şu sonuca varılır ki: Din, bir insanın kendinden üstün ve muhtaç olduğu bir kudreti anlaması ve itiraf etmesidir.

      Bu çok yüce bir hakikattir ki insan, hangi seviyede olursa olsun onu samimi bir şekilde içten bir ilhamla hisseder. Hissetme derecesi birbirinden farklı ve değişik olabilir; fakat bu hisse sahip olma hususunda insanlar ortaktır.

      Bazı araştırmacılar dini şu suretle de tarif etmişlerdir:

      “Din, öyle bir algılama özelliğidir ki çeşitli isimler ve şekiller altında insan onunla ‘mutlak sonsuz’u hisseder ve anlar. Bu özellik olmasaydı, yani insanların fıtratında böyle bir yetenek bulunmasaydı, din meçhul ve imkânsız kalırdı.”

      İşte bir tarif daha:

      “İnsanın bilinmesi imkânsız olan ‘Mutlak Zat’ı bilmek arzusu ve aşkı, dindir.”

      Bu hakikat, yüce peygamberin yüce zatı tarafından: “Sübhaneke ma arafnake hakka ma’rifetike ya maruf.” (Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey çok tanınmış olan Allah’ım, biz seni hakkıyla tanıyamadık, bilemedik.) diye yüce bir şekilde ifade buyrulmuştur. Bu tariflerin her üçü de aynı manayı ifade eder. Tahlil edilecek olursa görülür ki din fikrinde üç esas bulunmaktadır:

      1. Bizim üstümüzde ve bize uyması beklenmeyen bir kudretin varlığını itiraf.

      2. Bu kudretin kontrolü altında ve ona bağımlı olduğuna dair his.

      3. Bu kudretle insan arasında ilişki [kulluk, mabutluk veya vahdet].

      Dinin bu şekilde tarifine itiraz edenler ve bu tarifleri eksik bulanlar var. Fakat mesele insaflı bir şekilde değerlendirilirse itirazların, ciddi olmaktan ziyade bazı detaylara ait noktaları anlayış tarzıyla alakalı olduğu görülür.

      Bu cümleden olarak “Buda” dininde ilah ve ilahelere verilen konumun ikinci derecede kaldığı ve hele tariflerin birçok dindeki tarifleri içermediği, belli başlı itirazları meydana getiriyorsa da bu gibi itirazlar anlaşılmaz ve delillendirilmemiş fikirlere dayandırıldığı için geçerli değildir.

      Evvela Buda dini hakkında Avrupalıların henüz düzgün ve kesin fikirleri yoktur. Ve özellikle Buda dininin, Allahsız bir din olduğu, bir tür inkâr ve maddecilik ekolünden ibaret bulunduğu hakkında Avrupalılarda şu son zamanlarda ortaya çıkan fikirler, pek çok araştırma ve eleştiriye muhtaçtır.

      Bize kalırsa bu fikirler, yanlış bir akımın ürünüdür. Avrupalıları bu yanlışlığa sevk eden, Budistlerin “nirvana” dedikleri “mutlak fena” [tam yokluk] hâlidir. Onlar kelimelerin tarifinden bunu yokluk manasına alıyorlar. Hâlbuki bir mutasavvıf, bunu pek kolaylıkla ıtlak [zayıf varlıktan ve benlikten soyunmak] fikri ile birleştirebilir. Şimdi de şu fikirleri özetleyelim: “Hikmet” gazetesinde yazdığımız “İslam Tasavvufu Felsefe ve Yeni Fenler” makalelerinde söylediğimiz gibi din, mabudu hissetmek, anlamak ve bilmekten ibarettir.

      2. Din Hissi

      Bu terkip ile ifade etmek istediğimiz amacı, “dinin samimi ve vicdani zevki” cümleleriyle açıklayabiliriz. Din, zamanımızda genel bir keyfiyettir. Fakat o büyük din hissi, hiçbir zaman genelleşmemiştir.

      Güzel sanatlar zevki ve yeteneği, estetik duygu nasıl herkese verilen lütuflardan değilse, hepsinden daha hassas olan din hissi de öylece herkesin sahip olduğu özelliklerden değildir. Dinlerden herhangi birine mensup olan iki adamı inceleyelim. Bunlardan birisi, mensup olduğu dinin şeklî ibadetlerini harfiyen yerine getiriyor. Vicdanına ait duygulanmalarda hiçbir değişme ve heyecan, hiçbir cezbeye tutulma oluşmadığı hâlde ibadet ediyor.

      Böyle bir adama dinsiz diyemeyiz. Fakat kendisinde dinî his olmadığı ve daha doğrusu bu hissin, kendisinde ya başlangıçtaki hâlinde gelişmemiş olarak kaldığı yahut da başka bir eğilime ve sevgiye dönüştüğü muhakkaktır. Böyle bir makinede dinî his olamaz. Böyle adamlarda ibadet eden, ruh ve vicdan değil, alışkanlık ve eğitim sonucunda bir makine düzen ve donukluğu ile hareket eden cesettir.

      Örnek aldığımız diğer adama bakarsak görürüz ki birçok vesile ile Cenabıhakk’ı hatırlar, her güzel manzara ona güzelliklerin çıkış yeri olan şanı yüce var ediciyi, yani yaratıcıyı hatırlatır. Bu vesilelerin görünmesiyle beraber vicdanında СКАЧАТЬ



<p>7</p>

Tarihçe sabittir ki hikmet [felsefe], bilimden daha evvel icat edilmiştir.