Cehennemden Selam. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennemden Selam - M. Turhan Tan страница 25

Название: Cehennemden Selam

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-84-6

isbn:

СКАЧАТЬ bir harhara çıkararak tekerleniyor, fakat diğerleri daha şiddetli bir gürültü ile saldırılarına devam ediyordu. Bu velvele, manastırın sakinlerini uyandırmıştı. İç yanındaki kulübeden bir bekçi, müteakiben bir sürü adam avluya çıkmışlardı. Ellerinde şamdan, bellerinde ip, yarı sarhoş, yarı ayık Kör Mahmut’la karşılaşan bu adamların toplamı, iki düzineye yakındı. Vaziyeti bir türlü kavrayamadıkları anlaşılıyordu. Çan kulesi mi harekete gelmiş, avluda yürüyordu? Yoksa gökten bir ağaç mı düşmüştü? Alık alık bakınıyorlardı. Yalnız bekçi, alışkanlığa mağlup olarak, faaliyetlerini şiddetlendirmek için köpeklere bir şeyler söylüyordu.

      Kör Mahmut hücumda gecikmedi. İlk eline geçen adamı belinden yakalayarak kaldırdı ve budaklı bir sopa sallar gibi, onunla önüne geleni hırpalamaya başladı. Şamdanlar sönmüş, köpekler susmuş, bütün o yarım yürekli insanlar, birbirini iterek içeriye girmeye acele göstermişti. Soluğu ayin mahallinde alan her şahıs, diz çöküp dua okumaya başlıyordu. Kör Mahmut, bu korkak güruhun aldığı miskin vaziyeti görünce elindeki canlı sopayı da yere bıraktı ve arkadaşları gibi ibadete başlamasını emretti.

      Bu gülünç ve kolay galibiyetten sonra, Kör Mahmut, manastırı dolaşacaktı. Girintisi, çıkıntısı hayli bol olan binanın zerresinden araştırmalara başlamak lazım geleceğini düşünürken, ayin mahalline nazır merdiven başında bir mum parladığını gördü. İhtiyar bir kadın, elinde şamdan, korku ve hayretle, aşağıdaki manzaraya bakıyordu.

      Kör Mahmut’un aradığı artık karşısındaydı. Hemen merdivene koştu, basamakları üçer üçer atlamak suretiyle yukarıya çıkmaya başladı. Kadın, manastır sakinlerine vakitsiz gece ayini yaptıran bu dev cüsse mahlukun kendine doğru yöneldiğini görünce önce afalladı, sonra kaçmaya başladı. Fakat odasına girip kapıyı kapayıncaya kadar Kör Mahmut da yetişmişti. Kadın, manastırdaki çeşit çeşit günahları cezalandırmaya memur, semavi bir ifrite benzeyen bu meçhul heyula önünde diz çöktü. Oraya istisnaen getirilerek kapatıldığını, kendisinin namuslu olduğunu, aşağıdaki günahkâranın günahlarıyla alakası olmadığını ağlaya ağlaya anlatmaya başladı.

      Kör Mahmut kadınla meşgul olmayarak hücreyi gözden geçiriyordu. Köşe rafının üstünde itina ile örtülü bir çekmece gözüne ilişti. Aradığı eşyanın orada bulunduğunu iyice anlayarak derhâl çekmeceyi ittirdi. Bir kuvvetli tekme, kapağın açılmasına kâfi gelmişti: Sırmalı sarıkla selimi kavuk, seraser kaplı kürk gerçekten oradaydı.

      Kör Mahmut, manastırın kutsal emaneti arasına sokulan bu iki parça eşyayı omuzlayarak hemen odadan çıktı. Merdiveni inince bina sakinlerini, bıraktığı vaziyette buldu.

      Herifler harıl harıl ibadet ediyordu.

      Yine geldiği gibi döneceği sırada hatırına bir muziplik geldi. Kaleye çıkarak çanı yerinden kaldırdı ve o ağır nesneyi bir top gibi bayıra doğru fırlatıp attı. Sonra aşağı inerek bekçi odasına girdi. Oradaki anahtar destesini alarak önce manastırın iç kapısını, sonra dış girişini kilitledi, artık bina sakinleri, bu gece esrarını kolay kolay dışarıya anlatamazlardı.

      Koca Boğaç, mağlup serdarın yıllardan beri yabancıların gözlerine arz olunagelen eşyasını görünce “Aferin Mahmut!” dedi. “Berhudar ol. Yoluna diken gelmeyecek. Adın her bucakta anılacak.”

      Ve sonra ilave etti:

      “Bu eşyanın sahibi hâlâ dördüncü vezir olan devletlidir. Benden selam götürür, bunları kendine verirsin. Bakalım ne der?”

***

      Artık İstanbul’a doğrulmuşlardı. Kış da ilk soğuk buselerini göndermeye başlamıştı. Sailer,65 Hotin önündeki ordunun dönüşe başladığını haber vererek gelip geçiyorlardı. Kör Mahmut’la Baba Doğan, Balkanlar’ı güle eğlene aşmışlardı. Edirne’ye bir günlük yol kalmıştı.

      Öteden beriden tatlı tatlı konuşarak giderlerken, bir derbent ağzında ansızın karşılarına bir süvari dikildi. Yolkesen bir vaziyet aldığı için, Kör Mahmut hemen kılıcına el attı. Pek genç görünen meçhul süvari “Yiğidim!” dedi. “Her tene kılıç işlemez. Onu kınına koy, burası bizim yurdumuzdur. Yaz kış, bu boğazın rüzgârına göğüs veriyoruz. Her geçen bize baç vermeli ki zahmetimiz ödensin. Senden de şu atı, süslü kılıcını isteriz. Gönül hoşluğuyla bunları bırak, arkadaşın gibi yaya yoluna git.”

      Bu konuşmasını tuhaf bir ıslıkla bitirmişti. Süvarinin ağzından o garip ses çıkar çıkmaz derbendin gizli bir noktasından dört süvari daha peyda oluverdi. Baba Doğan iki elini kalçalarına koyarak düşünüyordu. Kör Mahmut kıpkırmızı kesilerek kılıcını çekmişti:

      “Bire beş mi? Çok az. Daha yok mu yardakçınız? Çağırın onları da gelsin. Koca Boğaç yahu!”

      Bu nispetsiz kuvvetler arasındaki mücadele, az geçmeden kanlı bir renk aldı. Derbentten çıkanlar, hareketli ve kuvvetli adamlardı, Baba Doğan’a aldırış etmeyerek Kör Mahmut’u dört taraftan sarmışlardı. Mağrur delikanlı, keskin kılıçlardan müteşekkil tehlikeli bir çember içine girmişti. Kendisini müdafaada gerçi mertçe bir iktidar gösteriyordu. Lakin heriflerin saldırısını kırmak imkânı görünmüyordu. Bir an, elindeki atın çevikliğinden istifade ederek düşmanlardan birinin üzerine atılmıştı. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede gönderdiği bir darbe herifin kılıç tutan kolunu kesip atmıştı. İşte bu muvaffakiyet, vaziyetin ani bir değişime uğraması sonucunu verdi. Çünkü kolunu ve kılıcını kaybeden süvari, attan yıkılırken, Baba Doğan seri bir hamleyle kılıcı almış ve ikinci bir süvarinin atını göğsünden yaralayarak yıkılmak zorunda bırakmıştı. Yaralı at, yıkılırken süvarisini altına düşürmüştü. Ayağı kayan üzengilere bağlı kalan süvari, yaralı hayvanın ağırlığı altında yarı ölü bir hâle gelmişti.

      Baba Doğan’ın bu müdahalesi üzerine saldırganlar ona da saldırmak mecburiyetinde kalmışlardı. İlk hücumu gösteren süvari, yine mahir bir darbe ile hayvanın ön ayaklarının doğrandığını gördü; ikinci bir darbe, yaya kalan bu süvariyi yokluk diyarına göndermişti. Kolu kesilen herif, hesaptan hariç kaldığı için, şimdi kuvvetlerde nispet hasıl olmuştu. İki saldırgan, iki müdafi! Gerçi müdafilerin biri yaya idi, fakat süvariden daha yamandı. Artık Kör Mahmut’a da meydan açılmıştı. Çetenin reisi görünen genç çehreli süvariyi hedef tutarak atını sürmüştü. Süvari kılıcını kullanmaya zaman bulmadan eyerinden ayrılmış, Kör Mahmut’un kucağına çıkmıştı. Geri kalan tek saldırgan, artık kararı kaçmak yönünde değiştirmişti.

      Kör Mahmut kucağındaki tutsağı, bir piliç boğar gibi öldürecekti. Bu azim ile boğazını da sıkmaya başlamıştı. Lakin herif “Er kişiye kadın boğmak düşer mi? Ben avradım!” diye mırıldanmıştı. Kör Mahmut, bu itirafa şaşırıp esirinin boğazını bırakarak atından aşağı fırlatmış, kendisi de inmişti.

      Baba Doğan, o aralık yaralı atın altında inleyen şahsı çıkarmış, elini kolunu bağlayarak bir tarafa oturtmuştu. Kolu kesik adam ise kendi hâlinde yarasıyla uğraşıyordu. Baba Doğan, Kör Mahmut’un atından inmesi uzayınca yanına gelerek “Geçmiş olsun.” dedi. “Göze görünmez kaza işte buna derler. Herifin kılıcını bana yollamasaydın sen de hapı yutacaktın. Fakat şu kabadayıyı neye bıraktın?”

СКАЧАТЬ



<p>65</p>

Sai: Devletçe posta idaresinin kurulmasından evvel mektup ve emanet götürüp getiren kimseler. (e.n.)