Cehennemden Selam. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennemden Selam - M. Turhan Tan страница 22

Название: Cehennemden Selam

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-84-6

isbn:

СКАЧАТЬ benlikleri temelinden aydınlanmış ve geçmiş günlerin hatıraları dirilivermişti. İkisi de o hatıralar içinde kendilerini unutmuş görünüyorlardı. Nihayet ihtiyar, sükûneti bozdu:

      “Delikanlı!” dedi. “Konuşalım. Yollar lafla geçer. Benim adım Doğan, yaşım yetmiş beş! Yeniçeriyim. Oturak54 oldum. Aldığım para bir işe yaramıyor. Ulufelerin zaten iki akçesi bire geçiyor: Hep züyuf,55 hep kesik. Vebali bizi aç bırakanların boynuna! Ribahorluğa56 başladım. Bundan evvelki Buğdan beyine biraz para verdim. Halka dağıtsın da neması bize geçim olsun, dedim. Herif asi oldu, dağa çıktı, suya kaçtı, bizim de para güme gitti. İnsan düştüğü yerden kalkar, derler. Borç harç ettim. Birkaç bin akçe toplayıp yeni voyvodaya verdim. Tam gelip hesap göreyim derken onu da öldürdüler. Benim elim böğrümde kaldı, bereket versin, herif ölmezden evvel Kalas’taki, İbrail’deki alacaklarımın defterini verdi. İşte onları tahsile gidiyorum. Olmazsa Yerköy’e gidip kadıya şikâyet edeceğim.”57

      “Benim aklım bu hesaplara yetmez. Param biterse alacak yeri bilirim. Halkın malını helale sayıp da bol bol yiyenler, bizim gibi garip yiğide ‘pencik’ vermezler mi? Benim göreceğim bu! Sana gelince Allah yardımcın olsun. Ölüde yaş, kadı evinde aş! Verdiğin parayı güç alırsın. Şimdiden acısına alışsan fena olmaz.”

      Artık aşağıyı yukarıyı dile dolamışlardı. İhtiyar adam, devletin o sıradaki vaziyetini inceden inceye incelemişe benziyordu. Çevrilen entrikaları, dönen dolapları, saray rezaletlerini, vezirlerin edepsizliklerini birer birer anlatıyordu.

      “Zaman değişti evlat.” diyordu. “Mertlik para etmez oldu. Vezirlik, rezillik hâlini aldı. Evvelleri sekiz on kale alıp kâfiristana ün salmayan bir adam, kubbealtına değil, saray kapısına bile yanaşamazdı. Bir kere de yanaştı mı onu oradan ecel çıkarırdı. Şimdi paşalık tam maskaralık! Otuz kırk sene evvel hünkârın oğlunu sünnet eden herif, çocuğun gulfesini babasına gösterince vezir olmuştu. Biz o vakit gençtik, Sünnetçi Mehmet’in birdenbire ‘Cerrah Mehmet Paşa’ olduğunu işitince, az kaldı kazan kaldıracaktık. Çorbacılar güç bela hızımızı aldılar, bizi yatıştırdılar. Fakat yine o hünkâr, birkaç yıl sonra, bir işret meclisinde kendinden geçince soytarısını yeniçeri ağası; bir Çingene defçiyi de kaptan paşa yapıverdi. Bu sefer çorbacılar ayaklandılar ve bizi de silahlandırıp ağa kapısına dizdiler. Öbür tarafta gaziler de pürsilah Kasımpaşa’da toplandılar. Soytarıyı biz, defçiyi de azepler parçalayacaktık. Bereket versin, soytarıyla defçi hünkârdan daha akıllı çıktılar. Sabahleyin fermanlarını ellerine alarak hünkârın yanına gittiler. ‘Aman efendim, biz bu işlerin ehli değiliz. Senin yanında defimizi çalıp zilli maşalarımızı sallamak bize bu makamlardan daha şereflidir. Sen bilirsin…’ dediler, o da bizim isyanımızdan ürkerek akşamki tükürdüğünü yaladı.

      Bunlar ufak tefek işlerdir, otuz kırk sene evveline aittir. Şimdi neler oluyor bilsen? Devlet dört buçuk harem ağası elindedir. Şu Hotin Seferi’ni görüyorsun ya. Manasız bir muharebe! Kızlar ağasının emriyle açıldı. Ne ocaklı memnun ne sipahi! Çünkü top döktüler, güllesi yok! Erzak topladılar, deve yok! Körü körüne yola çıktılar. İşte, haberler geliyor. Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Her gün bozgun!”

      Kör Mahmut Hotin Seferi’yle alakalıydı, dayanamayarak sordu:

      “Kızlar ağası kim oluyor ki sefer açıyor? Bu bir yalan söze benzer.”

      “Eski bir yeniçeri yalan söylemez oğlum. Ben işi, içinde olanlardan dinledim. Bak sana da anlatayım: Bir Debbağ Mehmet Paşa var. Bu adam gençliğinde sokakta dolaşır, it tersi toplar, debbağlara satardı. Sonra kendisi de debbağlığa başladı. Sarayın koyun postlarını debbağlamış, bir ahu derisine cila mı vermiş, ne yapmışsa yapmış debbağlıktan paşalığa çıktı. İşe bak ki bugüne bugün serhatlerin durumunu ondan iyi bilen vezir yok! Herif debbağ ama gezdiği makamlarda gözünü kapamamış, epeyce şeyler öğrenmiş. İşte Leh kralından haraç gelmiyor diye kızlar ağası sefer açmayı kurunca sadrazam olacak herif, bu Debbağ Mehmet Paşa’yı saraya getirtti. Kızlar ağasıyla görüştürdü. Ağa, Debbağ Paşa’ya soruyor:

      ‘Leh kralı bizim efendimize karşı gelir mi ve kadir midir?’

      ‘Bize, gelir diye tedarik görmek düşer. Gelmezse devletli efendimiz gider.’

      Kızlar ağası bu hak söze kızıyor, köpürüyor:

      ‘Leh kralı ne köpektir ki…’ diyor. ‘Âli Osman askerine karşı dura. Anın dükelü askeri olsa gerek. Biz seni ehli vukuf anlardık. Dünyadan haberin yokmuş!’

      Sonra sadrazama çıkışıyor:

      ‘Böyle gözü büyük bunakların tedbirinden ne hayır olur! Sen tedariği gör, sefere gideceğiz!’

      İşte oğlum, bu sefer, o kokmuş marsığın işidir. Fakat bunun sonu iyi çıkmaz. Görülen manalı manalı rüyaların haddi hesabı yok. Eline eteğine temiz bir adam, bir kuyruklu yıldız doğduğunu görmüş. Yıldız doğar doğmaz gök kapısı da kuyu ağzı gibi açılmış! Nurdan gömleklere bürülü iki ceset ‘Pat!’ diye yeryüzüne fırlamış!

      Ocak kodamanlarından biri de düşünde, gün doğusu tarafında iki ay birden doğduğunu görüyor. Aylar doğunca bütün dünyayı nur kaplıyor. Biraz sonra bu aylar, birer elma gibi yere düşüyor, ortalık simsiyah kesiliyor!

      Rüyanın en mühimini Oğlanlar Tekkesi’ndeki şeyh efendi görmüş: Marmara Denizi sütlimanken ansızın ikiye ayrılıyor, bir ejderha çıkıyor, başı Çatladıkapı’da, kuyruğu Samanlı yakasında! Güya İstanbul halkını yutacak; deryadan biri ağzını açmış geliyor.

      İstanbul’un içi de kertenkelelerle dolu. Bunlar da çekirge gibi oradan oraya sıçrıyor.58

      Bu rüyaları hayra alamet mi sanırsın? Nasip olur da bir gün yine karşılaşırsak ‘Baba Doğan! Hakkın varmış!’ dersin!”

      Kör Mahmut, tekke dervişlerinin nasıl rüya uydurduklarını bilirdi. Bazen iki üç derviş birleşerek ayrıntılı bir rüya planı çizerlerdi. Bu yalana göre evvela birisi rüyayı görmeye başlar, üç gün sonra diğeri onu daha süslüce görür, nihayet üçüncüsü rüyanın son şeklini ortaya kordu. Bu hilekârlıklara yakından vâkıf olduğu için manalı rüyalara inanmazdı. Şimdi ihtiyar yeniçerinin saflığıyla eğleniyor, “Bu adamlar…” diyordu. “Rüyalarını hep yalnız mı görmüşler? Bizim tekkede dervişler ortaklaşa düş görüyorlardı!”

      Baba Doğan, delikanlının bu alaylarını toyluğuna vererek kızmıyordu. Yalnız kendi kanaatlerini Kör Mahmut’a aşılamak ister gibi, çıkarımlarında ısrar edip duruyordu.

      Bu hikâyelerle kendilerini avutarak hayli yol almışlardı. Bir aralık Kör Mahmut, ihtiyarın yorgunluk gösterir gibi olduğunu hissetti.

      “Babalık…” dedi. “Biraz sen bin. Benim de ayağım yol görsün.”

      “Yoo!.. Yolsuzluk olur. Üç saatte bir çeyrek mola yeter. Daha Baba Doğan ölmedi. СКАЧАТЬ



<p>54</p>

Oturak, emekli demektir. (y.n.)

<p>55</p>

Züyuf. Kalp ya da ayarı düşük madeni paralar. (e.n.)

<p>56</p>

Ribahor, faizci manasınadır. Evvelleri faiz kelimesi kullanılmazdı. (y.n.)

<p>57</p>

Eflak ve Buğdan memleketlerindeki bütün davaları, yani Müslümanların alakadar olduğu davaları Yerköy kadısı hallederdi. Artık müşkülatı düşünelim: Yaş’tan, Bükreş’ten bir koğuya gelmek yahut kadıyı oraya götürmek lazımdı. (y.n.)

<p>58</p>

Konuşma ve rüyalar aynen tarihten alınmıştır. (y.n.)