Название: Cehennemden Selam
Автор: M. Turhan Tan
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-84-6
isbn:
Artık at da süvari de istirahate hak kazanmışlardı. Üç buçuk günde iki yüz elli kilometreye yakın yol almışlardı. Dumanı üstünde bir bulgur pilavı da Kör Mahmut’un gözünde tütüp duruyordu. Şehrin kenarında bir kervansaraya gelir gelmez ilk işi atına arpa ve kendine pilav ısmarlamak oldu.
Okuyucularımızdan bu kervansarayları belki görmeyenler vardır. Bunlar, İstanbul’dan Bağdat’a, Budapeşte’ye, Karpat eteklerine, Adriyatik kıyılarına kadar uzayan yollarda yer yer yapılmış eski zaman işi birer oteldir. Çoğunlukla dikdörtgen şeklinde ve kesme taştan gayet sağlam olarak inşa edilmişlerdir. Kurşun geçirmez ve mızrak işlemez nevinden yüksek bir kapı ile korunmaktadır. Dikdörtgenin iç kenarlarından birini minimini bölmeler teşkil eder, bu bölmelerde birer ocak vardır, kapı kadar. Karşı kenarı, hayvan yemlikleri işgal eder. Bu yemlikler sağlam meşinden yapılmıştır. Tam kapıya tesadüf eden kısımda büyük, çok büyük bir ocak bulunur. Yağmurdan bunalan, tipiye tutulan, kurt hücumundan korkan yolcular için bu kervansaraylar, kıymeti çok yüksek bir sığınma yeridir. Her yolcu bu otele ücretsiz girmek hakkına sahiptir. Hayvanı yemliklere bağladıktan sonra dilerse o bölmelerden birine girer, oradaki ocağı yakarak, emin ve müsterih, yatar. Dilerse büyük ocağın yanında yer alır.
Bugün olduğu gibi o devirlerde de açıkgözler eksik değildi. Çoğu kırlardan ve kasabalardan uzak mahallerde yapılan bu kervansarayların her biri, nereden geldiği belirsiz birtakım şahısların eline geçmişti. Bunlar fuzuli bir kiracı sıfatıyla o hayır için yapılan yapılara yerleşmişlerdi. Umumi ocağı yakmak, hayvan gübrelerini dışarı atmak gibi hizmetler karşılığında her yolcudan bir ücret almayı âdet edinmişlerdi. Kervansarayların inşa hikmetini bilen ve koluna güvenen yolcu, bu fuzuli kiracılara ücret yerine bir sille çekerdi. Seyyahların zaaflı olanları istenilen parayı, ister istemez, verirlerdi. Mamafih bu müstevliler, hasta yolculara çorba, istek edenlere pilav pişirerek kendilerini bazen lüzumlu bir unsur hâline de getirirlerdi.
İşte Kör Mahmut’un konakladığı yer, böyle bir oteldi. Atını yerleştirdikten sonra umumi ocağın yanına giderek “Merhaba erenler!”i bastırdı. Mevsim yazdı. Fakat ocak yine yanıyordu. Geldikleri ve gidecekleri yerler gibi kıyafetleri de birbirine benzemeyen sekiz on yolcu, ocağın kenarına dizilmişler, konuşuyorlardı. Kör Mahmut’un selamını iadeden sonra yine sohbete devama başlamışlardı. Bunlar bu civarda avans vererek bal, koyun peyleyen ve senede iki defa sefer yapan Türk tacirleriydi.
İçlerinden biri “Devlet işine akıl ermez ki…” diyordu. “Şu Voyvoda Mihane’nin şimdiye kadar kafası koparılmıştı! Mukarrernamesi gelmiş! Geçen sene görenlerden işittim: Erdel cenginden dönüşte Silistre paşasına, Allah’a ısmarladık, dememiş. Paşa da Yaş’tan geçerken Mihane’yi çağırtıp ‘Bre melun! Ben Silistre valisi olam da sen benden izin almayı murdar nefsine ar tutasın, öyle mi?’ diye göğsüne bir tekme vurmuş, Mihane’yi çadırın kapısına kadar yuvarlamış; fakat bu tekmenin sonu gelmedi. Paşa mı İstanbul’a yazmadı, Mihane’nin altın varaklı nameleri mi üstün çıktı? Herhâlde kellesini kurtardı. Bu sefer de hünkârın peşinde Hotin’e giderken kendini, attan düşmüş, ayağı kırılmış gösterdi. Gerisin geri Yaş’a geldi. Arkasından azline ferman çıktı. Domuz çobanları bile Mihane’nin gideceğine seviniyorlardı. Fakat bugün bir kapıcıbaşı gelmiş, Mihane’nin mukarremamesini getirmiş, diyorlar. Yarın da alay olacakmış.”
Kör Mahmut’u bu sözler içinde yalnız alay meselesi alakadar etmişti. Kapıcıbaşıların çalımını öteden beri işitirdi. Babası Budin ordularında harp eden bir dervişten de bir Macar kralına hünkârın taç giydirdiğini dinlemişti. Bu alaylar görülecek şeylerdenmiş! Buğdan voyvodasına da şimdi altın zincir takılacak, üsküf giydirilecek, iskemle verilecekmiş!
Kendi kendine şu alayı, ta içine girerek yakınen seyretmeyi kurmuştu. “Hele sabah ola, hayrola.” deyip bolca bulgur pilavını yedikten sonra, bölmelerden birine uzanıp yatmıştı.
Kör Mahmut, sabah erkenden sokağa çıktı. Kervansaraydaki adamlardan voyvodanın sarayını öğrenmişti, aynı zamanda alayın öğleye doğru yapılacağı haberini almıştı. Saray denilen konak yavrusu binayı bulmakta müşkülat çekmedi. Binanın etrafa nazaran nispi büyüklüğü, kapısındaki silahlı nöbetçiler, hele o gün sokak boyunu işgal eden kadınlı kızlı, çoluklu çocuklu kalabalık, voyvoda sarayını arayanlar için canlı bir rehber oluyordu.
Öğleye bir saat kala, alay başlamıştı. Mukarremameyi getiren kapıcıbaşı, sırmalı külahını başına, uşak kürkünü sırtına geçirmiş, beyaz bir ata binmişti. Önünde, mukarrername denilen beratı başı üstünde tutan ocak gediklisi yürüyordu. Onun ilerisinde voyvodanın başkâtibiyle teşrifatçısı atbaşı beraber gidiyorlardı. Bunların önünde, kenarları kırmızı işlemeli beyaz bezden kısa gömlek giyen, ayakları çarıklı ve dolaklı elli kadar yerli asker bulunuyordu. Kapıcıbaşının arkasında iskemle çavuşu vardı. Bu adam, al kadifeden büyücek bir iskemleyi elinde götürüyor ve iskemlenin üstünde üsküf denilen bir yeniçeri külahı görünüyordu. Onun arkasından on iki baltacı geliyordu.
Bunların arkasından yine elli nefer yerli askerden oluşan bir müfreze dümdarlık vazifesi yapıyordu.
On beş gün evvel azli ve şimdi de yerinde bırakılması tebliğ olunan Buğdan voyvodası, mukarrernameyi getiren kapıcıbaşıyı sarayında bekliyordu. Alay karınca yürüyüşüyle yürüyordu. Kapıcıbaşı, temsil ettiği kuvveti, dirhem dirhem halka hissettirmekte kusur etmiyordu. Yüzünde öyle bir sabitlik, öyle bir titremezlik vardı ki görenler, bu basit memuru tunçtan bir heykel zannederlerdi.
Alay, bu tertip ile tam voyvoda sarayının önüne gelince Kör Mahmut saray baltacılarının arkasına takılıvermişti. Onları takip eden yerli müfreze, sipahi kıyafetindeki bu gencin alaya katılmasına ses çıkarmamış veya çıkarmaya lüzum görmemişti.
Kapıcıbaşı, sarayın önünde atından inmişti. Voyvodanın başkâtibi sağ, teşrifatçı sol kola girerek kendisini içeriye götürmüşlerdi. Yine önde mukarrernameyi taşıyan ocak gediklisi, arkasında iskemleyi taşıyan çavuş ve on iki baltacı bulunuyordu. Kör Mahmut da bu kafilenin peşinden pervasız gidiyordu.
Saray merdivenlerinin her kademesinde bir boyar, kenarı işlemeli beyaz gömlekten ve ince tarafı arkaya eğik külahımsı bir siyah serpuştan ibaret millî kıyafetiyle selama durmuştu. Kapıcıbaşı kademelere bastıkça boyarlar yerlere kadar eğiliyor, ayakları diğer kademeye geçmedikçe bu hürmetkâr vaziyeti bozulmuyordu. Kapıcıbaşı da güya inadına yapıyormuş gibi her basamakta hissolunur derece bekliyordu.
Voyvoda merdiven başına gelmişti. Başında bir samur kalpak, üstünde СКАЧАТЬ