Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap. Марсель Пруст
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap - Марсель Пруст страница 14

Название: Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap

Автор: Марсель Пруст

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-41-9

isbn:

СКАЧАТЬ Ben ‘Günaydın Françoise!’ deyip o sırada senin koluna hafifçe dokunurum, o zaman verirsin.” Halamın loş sofasına girer girmez karanlıkta, şeker elyafından yapılmış gibi dimdik ve kırılgan, etkileyici bir başlığın kıvrımlarının altında, önceden yerleşmiş bir minnet tebessümünün iç içe yayılan halkalarını görürdük. Bu tebessüm, koridorun küçük kapısının eşiğinde, bir nişin içindeki azize heykelciğiymiş gibi hareketsiz ve ayakta duran Françoise’a aitti. Bu kilise karanlığına biraz olsun alışılınca Françoise’ın yüzünde tarafsız bir insanlık aşkı, yılbaşı hediyesi umudunun kalbinin en asil köşelerinde hayat bulduğu, yüksek sınıflar için beslediği sevecen bir saygı fark edilirdi. Annem sertçe kolumu çimdikler ve gür bir sesle, “Günaydın Françoise!” derdi. Bu işaretle birlikte parmaklarım açılır, avcumdaki parayı kararsız da olsa uzanmış bir ele bırakırdım. Combray’ye gitmeye başladığımızdan beri Françoise’dan başka kimseyi çok da iyi tanımıyordum; biz onun gözdeleriydik; en azından ilk yıllarda, halama gösterdiği özeni bize de gösterirdi, daha coşkulu bir sevgi duyardı çünkü ailenin bir parçası olmamızın getirdiği saygınlığa (Aile fertleri arasındaki görünmez kan bağına Yunan trajedi yazarları kadar saygı duyardı.) her zamanki efendileri olmayışımızın çekiciliği eklenirdi. Bu yüzden de Paskalya arifesinde Combray’ye vardığımız zaman annem Françoise’a, kızının, yeğenlerinin hatırını, torununun şirin olup olmadığını, büyüyünce ne olacağını, büyükannesine çekip çekmediğini sorduğunda bizi büyük bir sevinçle karşılar, o günlerde Combray’de esen buz gibi rüzgârlar yüzünden havaların hâlâ ısınmamış olmasına bizim adımıza hayıflanırdı.

      Etrafta kimsecikler kalmadığında Françoise’ın yıllar önce ölen ailesi için hâlâ gözyaşı döktüğünü bilen annem, tatlı tatlı onlardan konu açar, hayatları hakkında binbir ayrıntı sorardı.

      Annem, Françoise’ın, damadından hoşlanmadığını ve damadının varlığının, kızıyla birlikte olmaktan alacağı zevkin azalmasına sebep olduğunu sezmişti. Dolayısıyla Françoise Combray’den birkaç kilometre uzaklıktaki evlerine onları görmeye gideceği zaman, annem gülümseyerek, “Eğer Julien’in işi çıkmışsa, evde değilse ve Marguerite’le bütün gün baş başa kalsanız, çok üzülürsünüz ama kaderinize razı olursunuz değil mi Françoise?” derdi. Bunun üzerine Françoise gülerek, “Hanımefendi her şeyi biliyor; hanımefendi Mme Octave için getirtilen ve kalbinizin içindekileri bile görebilen X (X’i, kendisi gibi bir cahilin bu bilimsel terimi kullanabilmesine gülerek, sahte bir zorlanmayla, kendi kendine alay ederek söylerdi.) ışınlarından beter.” diye karşılık verir ve onunla meşgul olunmasından dolayı mahcup, belki de ağladığını görmememiz için ortadan kayboluverirdi; annem, bir köylünün hayatının, mutluluklarının, acılarının ilgi uyandırabileceğini, kendinden başka insanlar için bir sevinç veya üzüntü kaynağı olabileceğini hissetmenin bu yumuşak heyecanını ona yaşatan ilk kişi olmuştu. Halam, sabahın beşinden itibaren peksimeti andıran, kolalanmış, kusursuz kıvrımlı başlığıyla, mutfağında da bayramlık kıyafetleri içindeki kadar güzel olan bu zeki, çalışkan hizmetkârı annemin ne kadar takdir ettiğini bildiği için, Combray’ye ziyaretimiz süresince, Françoise’dan biraz vazgeçmeye razı olurdu; Françoise her şeyi iyi yapar, sağlığı yerinde olsun olmasın, hiç sesini çıkarmadan göze batmadan arı gibi çalışırdı; halamın hizmetkârları arasında, annem sıcak su veya kahve istediğinde, suyu gerçekten kaynar hâlde getiren bir tek Françoise’dı; bir evde onun dâhil olduğu türde hizmetkârlar, eve ilk kez gelen bir yabancının en hoşlanmadığı hizmetkârlardır çünkü belki de ev sahiplerinin bu misafire ihtiyaçları olmadığını ve kendilerini işten çıkarmaktansa onu misafir etmekten vazgeçeceklerini bildiklerinden, misafirin gönlünü kazanma zahmetine katlanmayıp herhangi bir kibarlık göstermezlerdi; ama aynı zamanda efendilerinin üzerine titrediği hizmetkârlardır çünkü efendiler, bir misafirde olumlu izlenim bırakan ancak genellikle onarılamaz bir beceriksizliği gizleyen o sahte inceliğe, yaltakçı gevezeliğe tenezzül etmez ve onların gerçek yeteneklerini tecrübeyle bilirler.

      Annemlerin bütün ihtiyaçlarının karşılandığından emin olduktan sonra Françoise, halama pepsinini vermek ve öğle yemeğinde ne yiyeceğini sormak için tekrar yukarı çıkar, genellikle önemli bir konuda görüşünü belirtmesi veya açıklamada bulunması gerekirdi:

      “Mme Goupil, kız kardeşini almaya on beş dakika geç gitti, düşünebiliyor musunuz Françoise? Yolda biraz oyalanıp da kiliseye rahip kutsal ekmekle şarabı dağıtırken varırsa hiç şaşırmam!”

      “Eh! Sonunda olacağı budur!” diye cevap verirdi Françoise.

      “Françoise beş dakika önce gelseydiniz, elinde Mme Callot’nun sattıklarının iki katı kalınlığındaki kuşkonmazlarla geçen Mme Imbert’i görecektiniz; hizmetçisinden öğrenin bakalım, nereden almış. Siz bu sene bütün soslara kuşkonmaz koyuyorsunuz ya, misafirlerimiz için de öyle güzellerinden alırdınız.”

      “Saygıdeğer pederden aldığına kuşkum yok.” derdi Françoise.

      “Ah benim zavallı Françoise’cığım! Saygıdeğer pederden almış olur mu hiç?!” diye karşılık verirdi halam omuz silkerek. “Siz de biliyorsunuz ki onun yetiştirdikleri ufacık, işe yaramaz kuşkonmazlar. Bunlarsa kol kadardı diyorum size! Sizin kolunuz kadar değil elbette ama bu sene daha da zayıflayan benim kolum gibiydiler… Françoise, şu biraz önceki kafamı şişiren gürültüyü işitmediniz mi?”

      “Hayır, Madam Octave.”

      “Ah! Küçüğüm, Tanrı’ya şükredin kafanız pek sağlammış. Doktor Piperaud’yu çağırmaya giden Maguelone’un sesiymiş. Doktor anında çıktı, birlikte L’Oiseau Sokağı’na döndüler. Çocuklardan biri hastalanmış olmalı.”

      “Ah yüce Tanrı’m!” diye iç geçirdi Françoise, kendisi, tanımadığı birinin başına bir kötülük gelse bile dünyanın öbür ucunda da olsa hemen ağlamaklı konuşmaya başlardı.

      “Françoise ölüm çanları kimin için çaldı? Ah! Tanrı’m, Mme Rousseau içindir! Geçen akşam vefat ettiğini unutuvermişim. Ah! Yüce Tanrı’mın beni de çağırma vakti geldi artık. Zavallı Octave’cığım öldüğünden beri kafam yerinde değil. Ama sizin de vaktinizi alıyorum kızım…”

      “Ama hayır Madam Octave, benim vaktim o kadar değerli değil; vakti yaratan bize parayla satmadı ya! Gene de gidip şu ateşe bakayım sönmüş olmasın…”

      Böylece Françoise’la halam, günün ilk olaylarını, bu sabah seansında birlikte değerlendirmiş olurlardı. Ama bazen de olaylar öyle gizemli ve önemli bir niteliğe bürünürlerdi ki halam Françoise’ın yukarı çıkmasını bekleyemezdi, art arda dört defa çalan zilin muazzam sesi evin içinde yankılanırdı.

      “Ama Madam Octave pepsin saati henüz gelmedi ki!” derdi Françoise. “Yoksa bir hâlsizlik mi hissettiniz?”

      “Yok canım…” derdi halam. “Aslında öyle de denebilir, biliyorsunuz ki artık kendimi hâlsiz hissetmediğim bir an bile yok gibi; bir gün Mme Rousseau gibi kendimi bilmeden göçüp gideceğim ama zili bunun için çalmadım. İster inanın ister inanmayın Mme Goupil’i hiç tanımadığım bir kızla gördüm biraz önce. Hadi, gidin de Camus’den biraz tuz alın. Théodore, o kızın kim olduğunu mutlaka biliyordur.”

      “M. Pupin’in kızıdır.” СКАЧАТЬ