Название: Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah
Автор: Şaban Mahmudoğlu Kalkan
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-33-1
isbn:
Anası hemen tersledi:
– Sus kız… Nesi var adamcağızın? Biraz sümüklü de olsa ne çıkarmış? …
Tam bu sırada Kel Mahmut geldi. Karısı ile kızını paylayarak kovdu, kapıyı yavaşça açıp içeri girdi. Misafir ayaktaydı. Ev sahibini görünce, koştu, iki büklüm bir selâm çaktı. Kel Mahmut misafirin selâmını kurula kurula alırken, bu defa hiç aldanmadığına emindi. Karşılıklı oturdular. Misafir yutkundu, utangaç bir tavırla tırnaklarına baktı, bir öte, bir beri kıpırdandı. Nihayet derin bir nefesten sonra başladı:
– Mahmut aga, seni rahatsız etmekten maksadım…
Kel Mahmut bu müşteriyi de elden kaçırmamak için büyük bir nezaketle muhatabının sözünü kesti:
– Rica ederim, niye rahatsız olayım. Burasını eviniz gibi bilin, her zaman gelebilirsiniz, başımızın üstünde yeriniz var…
Misafir hiç ummadığı bu nezaket karşısında şaşırdı, sustu neden sonra kendini toplayarak sözüne devam etti:
– Ne de olsa, insan gayet lüzumlu, gayet mahcubiyetle ziyarette bulunduğu taktirde, âdeta .. . derin bir mahcubiyet..
Kel Mahmut yine adamın lâfını ağzından aldı:
– Estağfurullah, hiç sıkılma kardaş. Dedim ya, bu işler utanmakla olmaz. Hepimizin başından geçmiştir.
– Acaba maksadımı anlatabiliyor muyum bilmem, ama
– Anlıyorum, peki anlıyorum. Güle güle, birlikte yaşarsınız inşallah. Allah hastalık, dert yüzü göstermezse .. .
– Yok, canım, hastalıktan yana korkma. Ben kendime gayet iyi bakarım.
– Senin menfatınadır, oğlum.
Misafir biraz durdu, burnunu çekti, düşündü ve tereddütle sordu:
– Kendisini görebilir miyim?
Kel Mahmut suratını ekşitti. Kızını yabancılara gösterilmesi âdeti değildi, amma reddetmek de istemedi:
–-Hele biz aramızda pazarlığı yapalım da, görmen kolay iş .. dedi.
Misafir yine biraz düşünerek sordu:
– Hastalıklı mı?
– Amma da dedin ha! Anasından doğdu doğalı burnu bile çilememiştir. Sapasağlamdır maşallah.
– İyi cinsten mi?
– Cinsine, sülâlesine diyecek yok. Namusludur, tertemizdir.
– Ağır başlı mıdır?
– Kuzu gibidir. Ne dersem onu yapar, eline ayağına çeviktir.
– Çalışkan demek?
– Çalışkan! Hiç üşenmez. Güçlü kuvvetlidir. Hani bir lâf var, arabaya koşsan, manda gibi çeker. Ama sen bir namuslu, kültürlü adama benziyorsun, onu köle gibi kullanman yakışmaz. Sana nur topu gibi. . .
– Aman, Mahmut aga, hiç can sıkma, gül gibi bakarım ona.
– İnanıyorum, oğlum, inanıyorum dedik ya, ama her şeye rağmen hatırlatayım da, ne olur ne olmaz.
– Günde kaç kilo süt verir?
–—Ne sütü?
– İneğin günde kaç kilo süt verir?
Kel Mahmut bu tepeden inme soru karşısında kekeledi:
– N-n-ne, i-i- ineği b-b-be?
– Affedersin… Ben… Satılık bir ineğin olduğunu işittim. Buraya onun için geldim…
Kel Mahmut, hızla ayağa kalktı. Kafasının iki yanından kazan kulpu gibi dışarıya doğru fırlayan iki kocaman kulağı kıpırdanmaya, daha sonra bıyıkları kelebek kanatları gibi pırpır etmeye başladı. Öfkesinden ateş püskürüyordu. Misafiri kolundan yakalayıp, kapı dışı etmesi bir oldu. Boğazında kalan bir lokmayı kursağına indirmek istiyor gibi, adamcağızın ense köküne iki yumruk basarak, bağırdı:
–-Ulan, terbiyesiz, satılık inek bitişik komşuda. Oraya git!
Sonra kendi kendine:
Seninle iki saat boşu boşuna kafa patlattığım için asıl inek benim! İnek değil, öküz, öküz! . . Dedi.
Mehmet BEKİROF, 1962, Sofya, Tuğrul Deliorman, “Hikâyeler- 1962- 1963”, derleme, Narodna Prosveta yayınevi, Sofya, 1963
Kadın, günlerdir kendini yiyip didiniyor, kızı hakkında ağzına geleni savuruyordu:
–Vay huuu! Bu kızın aklını karıncalar didiklemiş be! Ne din tanıyor, ne iman. Aman Allahım, bunu da bana evlât diye mi verdin? Biz onu at damına çekiyoruz, o ise eşek damına kaçıyor. Vay benim kara kaderim!…
Kızı direnmekte ısrarlıydı:
– Yeter artık, anne! Boğazıma kadar doydum sizin bu peynirli lâflarınıza. İstemiyorum! Hayır, istemiyorum!
– Ama kızım, siz dünküsünüz, aklınız ermez. Sen uluyu dinle! Uluyu dinlemeyen ulur kalırmış. Bilsen, biz sizin kadarken, böyle bulguru pilâvı bol hanelere kul olmak için Allaha yalvarırdık, Allaha! Oğlanın ne eksiği var sanki? Evleri han gibi, parası pulu var. Soylarının evvelden ezelden adları şanları var. Dumbaz Hasanlar denildi mi, herkes babasının adını işitmiş gibi olur. Az mı çırakları, çobanları var adamların? Haydi, şimdi kızım, razıyım deyiver!
– İnat etme, anne. Ben o haneye gelin olursam, mutlu olmam.
Kadın tekrar kibritlendi:
– Kafa, kafa değil, sanki kelek, karpuz. Sen öyle bilirsen biz de böyle biliriz. Sen orada kuş sütüyle besleneceksin, kızım. Bu kötü mü?
– Vallahi, anne, anla beni! İstemiyorum. Ben bu Dumbaz Hasan’ın oğluna yastık arkadaşı olamam. Ha, şimdi sen geçenlerde onlarda neler gördüğünü tekrar anlat da her şeyi kendin anla!
– Ne gördükse gördük ama kusurlu bir şey görmedik ki! Şöyle, damadımız olacak oğlan efe gibi sigarasını yakmak için kalkıp kibrit bile aramıyor, oturduğu yatağın baş, ucunda elektrik sobasının düğmesini çevirip sigarasını yakıyor. Sonra da kendisini serinletmek için kalkıp pencereyi açmak zahmetine bile katlanmıyor. Yine başucunda bulunan elektrikli pervaneyi salıveriyor. Bir yandan televizyonu açtı mı, seyreden olmasa da onu gün boyunca çalıştırıyor. Hatta, içeceği birayı soğutmak için buzdolabının yanına bile varmıyor. İçerdeki çeşmeyi bir çeyrek saat açtı mı, tamam. Bira buzlanıyor. Yedikleri içtikleri de bol mu dersin! Yedikleri bir yana, yemedikleri СКАЧАТЬ