1001 Kelime 1001 Hüzün. Yasin Topaloğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу 1001 Kelime 1001 Hüzün - Yasin Topaloğlu страница 8

Название: 1001 Kelime 1001 Hüzün

Автор: Yasin Topaloğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-61-7

isbn:

СКАЧАТЬ “Safiye Sultan”, s. 101)

148 | Hercümerç (Far.):Altüst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak

      Aynı zamanda Türklerin birkaç gün sonra Dimetoka’yı zapt edeceklerini de anlıyordu. O vakit bir hercümerç başlayacaktı. İhtiyar, bu kargaşalık içinde bulunmayı da istemiyordu. Bu sebeple prens ve karısı, papazlar ve halk, kötü kötü düşünerek kasabaya girerlerken o, adımlarını açtı, Edirne istikametine savuştu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 114)

149 | Hıyaban (Far.): İki tarafı düzgün ağaçlı yol veya bulvar

      Onda bülbülleri güllerden, deniz kuşlarını denizin renginden ve köpüğünden, serçeleri dudak dudağa aşk fısıldaşmak neşesinden uzaklaştıracak bir güzellik buluyordu ve kadının bir işaretiyle, gül fidanları arasında bir erkek bülbüle, havuzlar önünde bir erkek martıya, hiyabanlar içinde bir erkek serçeye dönmekten, ruhu, istihaleler geçire geçire o hayvancağızların rollerini taklit etmekten enikonu saadet duyuyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 141)

150 | Hicap (Ar.): Utanma, utanç, sıkılma

      Kabil değil cümlenin sonunu bağlayamadım. O bu genç kızlığın mukaddes hicabını takdir etti ve benim yarıda bıraktığım sözü tamamladı. (Mükerrem Kâmil Su, “Sevgim ve Izdırabım”, s. 14)

151 | Hilkat (Ar.): Yaradılış, fıtrat

      Timur’un hükmü, tam bir hakikat ifade ediyordu. Çünkü İslam Hatun, güzeller şehinşahlığına layık bir hilkat bediası idi. Saçından topuğuna kadar kusursuz bir güzeldi. Geçirdiği kaza, yüzüne donuk bir renk getirmişti. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 116)

152 | Himaye (Ar.): Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk, gözetim

      Sanki benim himayeye ihtiyacım varmış! Jip beni ondan iyi muhafaza ediyor. Babam onu benim mahremim zannediyor. Lakin ben ona hiçbir sır söylemiyorum. Emniyet edeceğim adamları ben kendim intihap ederim. Bir anne yerine Miss Murdstone gibi asık suratlı bir ihtiyar kadın bulmak ne hazin… Öyle değil mi Jip? Bunun için ona hiç gizli bir şeyimizi söylemeyeceğiz ve onun rağmına mesut olmaya çalışacağız. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 142)

153 | Hodkâm (Far.): Bencil

      Yuvanis, nurun tekellüm ve güzelliğin şikâyet ettiğini duyduğuna zahip oluyordu, sürüne sürüne gittiği yerde ruhi zelzeleler geçiriyordu. Güneş konuşsa ona bu kadar tat vermeyecekti, güller dikenlerinden dert yansalar, onu bu derece muzdarip etmeyecekti. Bununla beraber aldığı tada ve duyduğu ızdıraba kanmıyordu. O tekellümün ve o şikâyetin dinmemesini istiyordu. Kız susunca o dileğine dilini tercüman yaptı, hodkâm bir iştiyakla söylendi. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 163)

154 | Hudut (Ar.): Sınır, uç son

      Mutat olan konuşmalarımızın bu daracık hududundan -ne kadar seyrek olursa olsun- çıkmamızı müteakip fırtına kopardı. (Lev Tolstoy, “Kreutzer Sonat”, s. 68)

155 | Hulul (Ar.):Gelme, gelip çatma, girme, sinme, Tanrı ruhunun herhangi bir bedene girdiğine inanma

      Safo, aşkına sık sık yapılan ihanetlere karşı gösterdiği evliyavarî tahammülle, Şehzade Murat’ı kendine tamamıyla bendetti, velvelesiz bir hulul ve nüfuzla sarayın ruhu kesildi. Mehmet Sultan’dan sonra, Ayşe ve Fatma adlı iki kız doğurduğu için kendisi, kuvvetli bir müsellesin içinde yaşıyor demekti. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 154)

156 | Huluskâr (Ar. + Far.):Temiz duygulu, içten

      Yüzüne bakınca anladım ki senelerce huluskârlık, tezellül ve hilekârlıkla kazandığı bu iktidarı kullanmaya azmetmişti. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 184)

157 | Humma (Ar.): Ateşli hastalık, sıtma nöbeti

      Bu rüşeymî duyguda o, yalnız değildi. Salonları dolduran renk renk kadınlar da aynı müphem incizabın, iştiyakın ve ihtiyacın hummasını yaşıyorlardı. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 36)

158 | Huşunet (Ar.): Sertlik, kabalık, kırıcılık

      Dimitri İştovan da bu gülünç rivayetleri, bu ahmakça dedikoduları, aşağı yukarı, tasdik etmekten çekinmiyordu. Yalnız o, muharebede çok haşin olan Türklerin, musahabede pek zarif olduklarını ilave ediyordu. Tüyler ürpertici bir huşunetle yürekler avlayıcı bir zarafetin, aynı şahıslarda birleşmesi meselesinde, Dimitri İştovan bilhassa ısrar etmekten geri kalmıyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 99)

159 | Hülasa (Ar.): Özet, fezleke, kısaca

      Maharetle tahlil kabiliyeti arasında muhayyile ile tahayyül kuvveti arasındaki farktan daha büyük bir fark vardır. Lakin bunlar kati bir surette birbirlerine benzerdirler. Hülasa görülecektir ki mahir bir adamda büyük bir tahayyül kuvveti vardır. Ve hakikaten tahayyül kuvveti olan bir insan bir tahlilciden başka bir şey değildir. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 199)

160 | Hüsnaver (Ar.): Güzelliği çoğaltan. Güzellik veren

      Evlerin kapıları alçak, kafesli pencereleri gayet küçük, sessiz ve hüsnaverdi. Sağda ve solda gayet karanlık salaş dükkânlarda, korsan başlı, ak gözlü, parlak dişli korkunç Türkler, çubuk içiyorlar ve sanki bir fenalık için anlaşmak istiyorlarmış gibi yavaş sesle konuşuyorlardı.(AlphonseDaudet, “Taraskonlu Tartaren”, s. 72)

161 | Hüzal (Ar.):Zayıflık, bitkinlik

      Fakat tabiat kanunları bu zevk delisi hünkârın yıllarca ve yıllarca bu çılgın hayatı geçirmesine müsaade edemezdi. Vücut, pek sağlam halk olunmuş bulunmasına rağmen, artık eriyordu, hüzale doğru gidiyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 248)

162 | Hüzme (Ar.): Işın demeti, ışık değneği

      Hayra alamet hummalı bir ürperme ile yanaklarına renk veren kızıllıklar, fakirleşen damarlarına faal kan dalgalarımın avdetine alametti. Onun böyle bir kış güneşi ve kesilmiş ağaçların reçineli kokusundan ibaret ufak bir şeyle yeni hayat bulması beni hayret ve fütur içinde bıraktı. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 229)

      ı i

163 | Istırari (Ar.): Zorunlu

      O vakit ıstırarî bir zihin ameliyesiyle mukayeseler yapmaya girişiyor ve kocasıyla onların arasındaki hesaba sığmaz farkı apaçık görerek yeni bir zevkin, yeni bir hazzın sarhoşluğuna kapılıyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 45)

164 | Izdırap (Ar.): Acı, üzüntü, sıkıntı, keder

      Babam muzdaripti. Onun bu sakit ızdırabına ne şekilde olursa olsun bir tek kelime ile karşılık vermek manasız olacaktı. Önüme baktım ve sustum. (Mükerrem Kâmil Su, “Sevgim ve Izdırabım”, s. 27)

165 | İblağ (Ar.): Ulaştırma, eriştirme, bir şeyin miktarını tamamlama

      Sana bir kere daha arz ve iblağ edeyim ki sen kendini Julie’nin felaketine alet ediyorsun ve ona yanlış bir yol tuttuğunu anlatmaktan çekinirken hem onu öldürecek hem de beni alçak bir cani mevkisine düşüreceksin. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 201)

166 | İbram (Ar.): Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek

      Mevzunun çirkinliğini düşünmüyor, düşünmek de istemiyordu. Yalnız makul şekilde temin edemediği aşk ihtiyacını ve Türk’e kul olmak iştiyakını göz önünde tutarak o ihtiyaç ve iştiyakın ibramıyla iradesizleşerek yirmi Türk’ün hepsinden ayrı ayrı kam almak hülyasına kapılıyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 210)

167 | İbraz (Ar.):Ortaya СКАЧАТЬ