Название: 1001 Kelime 1001 Hüzün
Автор: Yasin Topaloğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-61-7
isbn:
Birbirimizle sonsuz ve tatlı bir sevgi ile buluşacağız, ölüm insanlar için en büyük bir nimettir. Bu nimeti dilemek lazımdır. Hayat bir ceza ise bu cezanın bitmesi istenmelidir. Yok eğer bu bir imtihan ise bu imtihanın da kısa geçmesi istenmelidir. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 108)
Herkes yerini bulunca şeyh tekbir alır ve bütün dervişan şeyhe imtisal ederdi. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 54)
Ulcay, hakikaten güzeldi, eşsiz denilecek bir sabahata malikti. Gözlerinde -peri hikâyelerinde görülen- sihirli bir mana, yanaklarında gülleri utandıran bir renk, ağzında hiçbir sedefin yaratamadığı inciler, dudaklarında tasviri müşkül bir halavet vardı. Ayrı ayrı birer hazine temsil eden bu güzellikler, asil bir imtizaç ile kaynaşarak cidden müstesna bir yüz vücuda getiriyorlardı. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 96)
Zeki kadın tam bir psikolog gibi hareket ediyordu. Kocasına Manisa hatıralarını yaşatarak inşirah ve inbisat vermek istiyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 209)
İsterim ki onlar kendilerine vereceğim izahatla bir mücrim ve günah sahrasında benim için bir kaza ve kader vahası keşfetsinler. İsterim ki her ne kadar âlim birçok fenalığa incizap hadisesi görülse de şimdiye kadar hiçbir insanın bu tarzda iğva edilmemiş olduğu ve hiçbir insanın bu suretle sukut etmemiş bulunduğunu teslim etsinler -zaten teslim etmemek ellerinden gelmez- acaba bundan dolayıdır ki o, hiçbir zaman aynı ızdırapları çekmedi. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 175)
Hareketimizden evvelki gece uyumadım. Çünkü bir yanardağ indifası veyahut bir zelzele olur da hareketimizi geciktirir diye korkuyordum. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 16)
Sabahın saat sekizinde odama hizmet eden kadın kapımı vurdu ve tıraş olmam için sıcak suyun hazır olduğunu söyledi. Sıcak su benim ne işime yarayacaktı? Buna hizmetçi kadının güleceğini düşünerek infial ile kızardım; önünden geçerken başımı çevirdim ve Birinci Charles’ı at üzerinde tasvir eden levha ile pek ziyade alakadar olmuş gibi oraya bakmaya başladım. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 119)
Ulun Hatun, hükümdarlığa kocasının geçmesinden sonra doğacak günleri düşününce içine bir ezgi yayıldı. Çünkü bugünler kendisine ancak unutuluş, küçülüş ve zillete düşüş getirebilecekti. İhtiyar kocasının ölümüyle beraber hükümdarlık şu çıplak herife geçeceği ve onunla kendisi arasında ne kan ne soy münasebeti olmadığı için vukusu istenilen değişikliklerin sonu ağır bir sukut, dayanılmaz bir inhidam görünüyordu. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 129)
Duçelerin, Venedik’e komşu hükûmetçiklerin başında bulunan dükaların, prenslerin secdemsi inhinalarla selamladıkları bu güzeller güzeli kız dediğini de yaptı, büyük bir kral veya imparatorun huzurunda bulunuyormuş gibi sol dizini kırarak ve kollarını açarak o heybetli iki misafiri selamladı ve Deli Cafer’in “Yanımızda otur, uzağa gitme.” demesi üzerine de bir iskemle alıp ikisinin arasına yerleşti. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 18)
Trembles’da kaldığı birkaç gün zarfında, herkesin kendi hakkındaki bakışına uygun bir surette kendini gösterdi: Yani sevimli bir arkadaş, güzel avcı, iyi bir misafir ve onun mutat olan ihtirazından bir iki kere inhirafı sayılmayacak olursa sıkıntılı adam cephesi hemen hemen hiç meydana çıkmadı. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 36-37)
Bu mektup, Timur’un duygularında o kadar derin değişiklikler yapmış ve onun gözünde o derece göksel bir kıymet bulmuştur ki yıldızlardan uzanmış bir elle başına taç konulsa bu kadar gurura kapılmazdı. Henüz Asya topraklarına inhisar eden hâkimiyetini kürenin her tarafına yaysa yine bu derece heyecana düşmezdi. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 65)
Kont bizi sonuna kadar dinledi ve birtakım hikâyeler anlatmaya başladı ki bunlar bize Gali ve Spurzheim nazariyelerinin Mısır’da inkişaf ettikten sonra inhitata uğradığını ve tahattur edilemeyecek kadar eski bir devirde Teb âlimlerinin yaptıkları mucizeler yanında Mesmer usullerinin pek adi kaldığını ve bu âlimlerin biti ve bite benzer birçok mevcudatı yarattıklarını bize ispat etti. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 165)
Acaba samimi mi idi? Bunu kendi kendime çok sordum. Hatta ara sıra, tekâmül meftunu olan, böyle bir adamın nasıl olup da bu kadar tam bir tevekkülle inhizamını kabul etmiş olmasını şüpheli bulduğum bile oldu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 9)
Dehşetle şaşırmış olan genç asilzade, sallanarak kapıya kadar gitti. Kapıyı açınca bir kızıl aydınlık uzaktan salona kadar doldu. Titriyken halılar üstüne kızıllığını aksettirdi. Kapının eşiğinde bir an mütereddit kalan baron; Müslüman Berlifitzing’in muzaffer ve amansız katilinin etrafını alev inikasının tamamıyla sarmış olduğunu görerek titredi. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 91)
Memurlar, bu müjdenin teşekkürünü sunmak için birkaç kelime mırıldanırlarken o, yaptığı işin büyüklüğünden ürktü, Gülhaneli Hüseyin’e yaptığı gibi kendini de öldürdüğünü kuruntuladı ve bu vehmin zaten azami derecede heyecan içinde bulunan yüreğine verdiği müthiş bir inkıbaz içinde sarsılarak yere yığıldı: İlk kocasının, kendi uğrunda hayatını denize kapayan Süleyman Ağanın kucağına düştüğünü görür gibi olarak ölmüştü.(M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 411)
Bu baltalığın en derin yerinde, adanın şark müntehasında Legrand bizzat bir kulübe yapmıştı ve ben kendisiyle ilk defa tanıştığım zaman burada oturuyordu. Bu tanışma kısa bir zamanda dostluğa inkılap edecek derecede olgunlaştı. Çünkü muhakkak bu aziz münzevi de alaka ve hürmet uyandıran bir hâl vardı. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 32)
Davetli bayanların genç olanları sevine sevine onun emrine inkıyat ettiklerinden bahçe birkaç saat peri baskınına uğramış gibi şakrak bir kargaşalık içinde kaldı. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 143)