Название: 1001 Kelime 1001 Hüzün
Автор: Yasin Topaloğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-61-7
isbn:
Artık prensesin davetlerine, bahaneler bularak icabet etmiyordu, pek muztar kalıp da saraya giderse prensesin yanına sokulmuyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 101)
Kendisinin nankör çıkmayacağını söyler gibi davranıp icabında hamle yapmaktan gerikalmayacağını, yani kaynanasını Kösem Sultan’a benzetmek elinden gelirse de böyle bir cinayeti hissî necabet göstererek yapmayacağını anlatıyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 56)
Hakikatte resmi görenler bunda harikulade bir benzeyiş ve canlılık gördüklerini fısıldıyorlar ve ressamın büyük iktidarına ve o kadar icazkâr bir surette güzel bir resmini yaptığı zevcesine olan derin aşkına bunu büyük bir delil addediyorlardı. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 173)
Bir prensesin hapsedilmesi büyük bir hadiseydi. O devirlerde günahlarını peçelemeyi bilmeyen kibar kadınlar ve kızlar manastırlara kapatılırlardı, ruhani bir hayatın sinir bozan tatsızlığı içinde Prokopyos’un “Anekdota”sı okutturularak, yani susuzluğa sevk ve fakat sudan mahrum edilerek tövbekâr olmaya icbar edilirlerdi. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 109)
Size birkaç kelime içinde hülasa ettiğim bütün bu şeyler uzun, karanlık ve bir sürü ızdırapların pek kısa bir icmalidir. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 69)
Bu, işitilmemiş bir şeydi ve bütün Edirne halkını renk renk içtihatlara, tahminlere, hükümlere sevk ediyordu. Bizzat saray muhaf-ızının, kale kumandanının, zindan amirinin de bilmedikleri, öğrenemedikleri hakikat her ağızda başka bir şekil alıyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 110)
İstenilen hizmet, onların içtimai vaziyetlerine ve diledikleri zaman saraya girip çıkmak salahiyetini haiz bulunmalarına göre gerçekten basitti. Bu sebeple evin sahibi olan madam, hemen elini uzattı.
“Ver…” dedi. “yüzüğü. Ben onu götürürüm, çekmeceyi de getiririm.”(M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 127)
Zaten meselede asıl bahis mevzusu olan ben, yalnız benim ve size anlattığım sergüzeştin başlıca şahsiyeti hakkında son bir söz olmak üzere şunu söyleyeyim ki ben hayata yeni giriyorum. Hiç de geç kalmış değilim. Çünkü eğer yapılacak iş uzunsa onun iyi bir örneği hemen verilmiştir. Ben topraktan zevk alıyorum ve ondan anlıyorum; ufak bir tefahür ki hoş görmenizi rica ederim. Kafamı işleyebildiğimden daha iyi olarak tarlalarımı işleyeceğim. Hem daha az masrafla, daha az üzüntü ile ve etrafımdakilerin nefine olarak daha büyük bir verimle. Az kaldı aşağı hilkatlerin, içtinabı kabil olmayan nesrî bayağılıklarını, hiçbir adiliği hazmedemeyen yüksek mahsullerle karıştırıyordum. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 247)
Koya indik. Gözüme ilk ilişen şey… Virginie’nin cesedi oldu. Vücudu kısmen kumla örtülmüştü. Yüzü hemen hiç değişmemişti. Gözleri kapalı idi. Fakat alnı kırışıksızdı. Yalnız yanaklarında iffetin pembesine ölümün soluk morluğu karışmıştı. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 93)
Benim, nizama girmemiş, daha doğrusu intizamını kaybetmiş olan hayatımı ve bazen çılgıncasına çalışmak, bazen de tam bir atalet içinde kalmak gibi birbirine zıt ifratlara karşı zaafımı, disiplin altına alırdı. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 179-180)
Günlerce, hatta diyebilirim ki aylarca, Madeleine’in izzetinefsi yaralanmış, dargın siması, bir vicdan azabı ısrarıyla arkama düşerek insafsızca bana suçumu ödetti. Zayıf bir anın her şeyi unutturarak akıttığı o gözyaşlarının parıltısı, hiç gözümün önünden gitmiyordu. Tasavvur ettiğim boşboğazlıkla az daha kendisine büyük bir fenalığım dokunacaktı. Onun ebediyen ağzımı mühürlemek emriyle ve hâkimane bir tatlılıkla verdiği o işaretin önünde ben, şuursuz bir ifsatla secde ediyor ve kendi kendimden utanıyordum. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 173)
Başını çeviriyor. Kolları ümitsizlikle, isyan, eza, iğbirar ve daha ne bileyim birçok ismi olan duygularla yana sarkıyor. (Mükerrem Kâmil Su, “Sevgim ve Izdırabım”, s. 73)
Gün geçmezdi ki az veya çok, şeytani iğvalara kapılmayayım, dakika geçmezdi ki raşelere, yürek çarpıntılarına, yeise veya ümide düşmüş olmayayım. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 141)
Yani’nin planı belki basitti. Fakat devrin içtimai mihverlerini derinden derine kavramış, asilzadeler zümresindeki ahlaki sarsıntıyı tamamıyla ihata etmiş olduğunu da gösteren bir düşünce mahsulüydü. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 139)
Hâlbuki Avusturyalılar, postlarını ulu orta yüzdürmeyeceklerini ihsas etmiş olmak için öte yanda sarkıntılığa başlamışlar ve Uyvar üzerine taarruz etmişlerdi. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 263)
İşte bu kardeşçe anlaşma, Evliya Çelebi’nin attığı tohumun ilk filizleri oldu ve onların elçi paşa çadırına gelip ihtida etmek istediklerini söylemeleri üzerine macera filizleri tomurcuklandı, çiçek açmak ve meyve vermek kabiliyetini kazandı. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 108)
Saray önünden, korkuya düşüp kaçışan Küçük Ahmet Paşa hizmetkârlarının bir kısmı menzillerine geldi, bir kısmı da ihtifa etti. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 196)
Hülasa Yanık’la Viyana arasındaki geniş mıntıkada Osmanlı hâkimiyeti acıklı ihtilaçlar ve kanlı ihtizazlar içinde can veriyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 337)
Fakat beş yüz kadını idare etmek, sarayda gönüllerin ihtilaline meydan vermemek çok mühim kiyasete tevakkuf ediyordu. (M. Turhan Tan, “Cengiz СКАЧАТЬ