1001 Kelime 1001 Hüzün. Yasin Topaloğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу 1001 Kelime 1001 Hüzün - Yasin Topaloğlu страница 6

Название: 1001 Kelime 1001 Hüzün

Автор: Yasin Topaloğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-61-7

isbn:

СКАЧАТЬ tevakkuf edilmesine emir vermişti. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 209)

101 | Ferih (Ar.): Çok sevinçli, neşeli

      Müttefik ordunun İskender Köprüsü’nden ferih ve fahur geçmesine meydan verdiği için azlolunan Kırım Hanı Selim Giray da bu meyanda yeniden hanlığa getirilmişti. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 374)

102 | Fettan (Ar.):Fitneli, karıştırıcı, gönül ayartıcı, cilveli

      Evet, fettan kızın bütün o hiddetleri, şiddetleri -şehzadenin kendini son derece beğenmesinden istifade ederek- meşru bir izdivaç kabul ettirebilmek hülyasından ileri geliyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 93)

103 | Feveran (Ar.):Fışkırma, kaynama, birdenbire öfkelenme, köpürme, parlama

      Sultan Mehmet’te böyle bir merak yoktu. O, sade gazap hâlindeydi. Zira ayak divanında kendini sövülmüş, dövülmüş sayıyordu ve o gün bin zincirleme hakareti yapanlardan ikisini karşısında görür görmez -zebunküşlere yakışan bir feveran ile- mücessem gazap kesilmişti. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 362)

104 | Fevk (Ar.): Üst, yukarı

      Şu hâlde Bafa, devrin telakkileri fevkine çıkıyor, saray ananelerini tekmeliyor, ahlak kaidelerine tükürüyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 117)

105 | Fevkalbeşer (Ar.): İnsanüstü

      Yine ulcaştılar ve dualarını tekrar ettiler. Timur, Zühre yıldızını almak istediğini söylese aynı şeyi yapacaklardı ve hiçbir hayret eseri göstermeyeceklerdi. Çünkü onlar, o her biri Timur namına bir taht devirmiş ve bir ülke almış kahramanlar, efendilerinin fevkalbeşerliğine iman eden kimselerdi.(M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 184)

106 | Fezahat (Ar.): Rezillik, ayıp, rüsvalık

      Lakin yeniçeriler, tıpkı mecrasından ayrılıp günde bir yatak değiştiren tabiat dışı bir nehir gibi devirici, yıkıcı bir coşkunluk içinde cinayetlerle, fezahatlerle, şenaatlerle dolu bambaşka bir tarih işliyorlardı. (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 50)

107 | Filhakika (Ar.): Gerçekten, doğrusu, hakikaten

      Filhakika benim de o zamana kadar bundan başka yaptığım hiçbir iş yoktu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 43)

108 | Firaklı (Ar.): Üzüntülü, dokunaklı, içe işleyen

      Nihayet kadın öldü ve en firaklı ciheti, öldüğü sırada son durumunu anlayacak kadar aklı başında imiş. Bütün hayatında tavsiyeleriyle hareket ettiği kimseler tarafından hor görülüp soyulduğunu anlamış.(Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 109)

109 | Fütur (Ar.): Bezginlik, umutsuzluk, usanç

      Başının püsküllü belası gene o deve! Trenin arkasında rayların üstünde yeise düşmeksizin trene yetişmek azmiyle salla pata pergellerini açan zavallı deve!.. Tartaren yeis ve fütur içinde bir köşeye büzüldü ve gözlerini kapadı. (Alphonse Daudet, “Taraskonlu Tartaren”, s. 126)

      g

110 | Garabet (Ar.): Yadırganacak yönü olma, gariplik, tuhaflık

      Bu, yerde sürünen aczin gökte gürleyen kudrete hayranlığını ifade eden bir durumdur. Fakat hiçbir şehrin gökten gelecek misafiri karşılamaya çıktığı görülmemişti. Dimetokalılar şiir sayılacak bir iman ve yine şiir sayılacak bir heyecan içinde işte bu garabeti gösteriyorlardı. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 90-91)

111 | Garp (Ar.): Batı

      Cengiz Han, teenni eder görünmekle beraber âdeta sabırsızlanmıştı, bir ayak evvel garba dönmek, Harzem’den Bağdat eteklerine kadar uzayan topraklardaki Türkleri de kendi bayrağı altına almak için hummalı bir iştiyak taşıyordu. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 227)

112 | Gaşyolmak (Ar. + T.): Kendinden geçmek

      Bektaş, kendi hayatının hususiyeti dolayısıyla platonik bir aşkın zevki içinde gaşyolup gitmek istiyordu. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 267)

113 | Gaybubet (Ar.): Göz önünde bulunmama

      Fakat ben bu haberden ne mütehayyir ne de müteessir göründüm. Hatta şu gaybubetinin uzun sürüp sürmeyeceğini de sormadım. Onun bu ağzı kullanacağını biliyordum. (Lev Tolstoy, “Katya”, s. 45)

114 | Gayritabii (Ar.):Sıra dışı, acayip, acayip bir biçimde

      Üç yüz erkeğin arasına bir kadın karışması hiçbir gayritabiilik uyandırmış değildi. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 115)

115 | Gayur (Ar.): Gayreti olan, gayretli, çok çalışkan

      Pek öyle sıkı sıkıya kendimi kapamadım, öyle yapsaydım sıkıntıdan boğulur ölürdüm; fakat kendimi, evham ve hayalatın düşmanı olan faal, gayur, ihtisasçı ve pek meşgul, fikir adamlarının çerçevesi içine aldım. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 213-214)

116 | Gazap (Ar.): Öfke, kızgınlık, hiddet

      Mevlevi Mehmet, celladın da vazifedenistinkâf ettiğini görünce gazaba geldi, kendi eliyle padişahı boğmak emeline kapıldı ve bunu yapamayacağını kestirdiğinden eline bir sopa alıp dışarı fırladı. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 334)

117 | Gıllıgış (Ar.): Kin, gizli ve kötü amaç

      Zavallı Mahmut’un niyeti saftı, gönlünde gıllıgış yoktu. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 419)

118 | Güruh (Far.): Değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü

      Ulema güruhu tamamıyla maksada bağlanmış olduğundan, saraya karşı müttehit bir cephe alındığından artık Fatih Camisi’nde durulmak abesti. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 285)

119 | Güzide (Far.): Seçkin, seçilmiş, seçme, aydın, okumuş

      Şehrin kadın erkek bütün güzideleri mutlaka orada bulunacakmış, şayet ben gitmezsem toplantı hiçbir şeye benzemeyecekmiş. (Lev Tolstoy, “Katya”, s. 78)

      h

120 | Hacalet (Ar.):Utanma, mahcubiyet, utangaçlıkla şaşırma

      Omuzlarını çökerten, saçlarını ağartan, sıhhatini kurutan hacaleti ve sefaleti, hiç olmazsa mezarın eşiğinde bırakmak, sükûn içinde ebediyete kavuşmak ihtiyacını besliyordu.(M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 346)

121 | Hacbetmek (Ar.): Mirasın tamamından veya bir kısmından menetmek

      Vârisler bunu haber alınca çok sinirli oluşunu bahane ederek deli diye onu kapatmışlar ve kendisini hacbederek servetini idare ettirmişler.(Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 109)

122 | Hadise (Ar.): Olay

      Bu kız, madamın korku içinde titreye titreye yatağa atılışıyla bahçıvan yamağının şu vakitsiz gelişinde bir münasebet tevehhüm ettiğinden, efendiden önce karısına haber verilmesini münasip gördü ve hemen yukarı koşarak, uykusuz gözlerinde bahçedeki hadisenin izleri nemlenen Madam Mari’ye keyfiyeti bildirdi. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 69)

123 | Hail (Ar.): Engel

      Önümüzdeki ölüm girdabıyla aramızdaki hail işte bu parmaklıktan ibaretti. Rüzgârın her darbesinde koca kulenin, ayağımızın altında nasıl belli bir surette sallandığını duyarak, yükselen denizin şamatalarıyla teşvik edilir gibi aşağıya doğru çekilerek, uzun müddet en büyük bir şaşkınlık içinde kaldık. (Eugene Fromentin, СКАЧАТЬ