Название: Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8
Автор: Артур Конан Дойл
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-23-5
isbn:
“Artık hiçbir şeye… Çünkü olaylar istenildiği gibi gitmedi. Ben durumun böyle olduğuna inanıyorum.”
“Anlıyorum. Belki suç anında başka bir yerde olduğunu kanıtlayacaktı.”
“Aynen öyle, sevgili Watson. Şimdi sırf tartışmak amacıyla diyelim ki; Wisteria Konağı sakinlerinin her biri birer suç ortağı. Hedefledikleri her ne ise diyelim ki saat birden önce gerçekleşmek zorunda. Saatlerle biraz oynayarak Scott Eccles’ı düşündüğünden daha erken bir saatte yatağa göndermiş olabilirler. Garcia ise saatin biri geçtiğini belirtmek için elinden gelen her şeyi yaptı; ama aslında saat on ikiyi bile geçmiyordu. Eğer Garcia yapmak istediğini yapıp, söylenen saatte geri dönebilirse o zaman herhangi bir itham karşısında çok güçlü bir savunması olacaktı. Çatısı altındaki bu kusursuz İngiliz, o saatte evde olduğuna dair herhangi bir mahkemede yemin etmeye hazır bulunacaktı. En kötü ihtimale karşı güvendiği şey buydu.”
“Evet, evet, anlıyorum ama diğerlerinin ortadan kayboluşuna ne diyorsun?”
“Henüz bütün delilleri toparlayamadım ama çözemeyeceğimiz bir durum olduğunu sanmıyorum. Yine de deliller olmadan tartışmak bir hatadır. Yoksa onları teorilerine uydurmaya başlayabilirsin.”
“Nota ne diyorsun?”
“Nasıldı? ‘Kendi renklerimiz, yeşil ve beyaz.’ Sanki yarışlardan söz ediyor gibi. ‘Yeşil açık, beyaz kapalı.’ Bu belli ki bir işaret. ‘Ana merdivenler, ilk koridor, sağdan yedinci, yeşil çuha.’ Bu bir randevu yeri olabilir. Bunun altından kıskanç bir koca çıkabilir. Ama ne olursa olsun kesinlikle tehlikeli bir macera. Yoksa kadın iyi şanslar dilemezdi. ‘D’ -bu bize kılavuzluk edebilir.”
“Adam İspanyol’du. ‘D’ Dolores olabilir, ne de olsa İspanya’da çok yaygın bir kadın adı.”
“İyi, Watson, çok iyi ama bunu kabul edemeyeceğim. Bir İspanyol, başka bir İspanyol’a herhâlde İspanyolca yazardı. Bu mesajı yazan kişinin bir İngiliz olduğu şüphe götürmez. Her neyse, işin ehli olan dedektif bizi almaya gelene kadar sabırla beklemekten başka çaremiz yok. Yine de boş durmanın vereceği tahammül edilemez yorgunluktan bizi kurtardığı için şanslı kaderimize şükredebiliriz.”
Surrey dedektifi dönmeden Holmes’un telgrafına cevap gelmişti. Okuyup defterinin arasına sıkıştırmak üzereydi ki beklenti içindeki yüz ifademi gördü. Kahkahalar atarak bana doğru fırlattı.
“Gurur verici daireler çiziyoruz!” dedi.
Telgrafta isim ve adreslerin listesi vardı:
Lord Harringby, Küçük Vadi; Sör George Folliott, Oxshott Kuleleri; Bay Hynes J. P., Purdley Binası; Bay James Baker Williams, Forton Konağı; Bay Henderson, Büyük Kubbe; Rahip Joshua Stone, Aşağı Walsling.
“Bu liste sayesinde araştırmalarımızı sınırlandırmış olacağız.” dedi Holmes, “Şüphesiz sistemli zekâsı ile Baynes, buna benzer bir plan hazırlamıştır bile.
“Tam olarak anlayamadım.”
“Bak, sevgili arkadaşım, Garcia’nın akşam yemeğinde aldığı mesaja göre bir randevusu olduğu ya da gizli âşığıyla buluşacağı sonucuna birlikte vardık. Şimdi, eğer yazılanlar doğruysa buluşma sözünü tutabilmek için birinin ana merdivenlerden girip bir koridorun yedinci kapısını bulması gerekiyor. Bu da bize çok büyük bir evin söz konusu olduğunu gösteriyor. Ayrıca Garcia o yöne doğru yürüdüğüne göre, evin Oxshott’tan bir iki milden daha uzak olmadığını biliyoruz. Bunun dışında gece saat bire kadar geçerli olacak bir mazereti vardı. O yüzden Wisteria Konağı’na o saate kadar dönmeyi düşünmüyordu. Oxshott yakınlarındaki büyük konakların sınırlı sayıda olduklarını düşündüğümden Scott Eccles’ın bahsettiği emlakçıya telgraf çekerek onların listesini istedim. Hepsi bu telgrafta yazıyor. Karmaşık yumağımızın çözümü herhâlde bu evlerin birinde yatıyor olmalı.”
Dedektif Baynes eşliğinde Esher’ın şirin kasabası Surrey’ye vardığımızda saat altıya yaklaşıyordu.
Holmes ile birlikte gece için yanımıza bir şeyler almıştık, Bull’da çok konforlu odalar bulduk. En nihayet, dedektif arkadaşımız ile birlikte Wisteria Konağı’na gittik. Çok soğuk ve kasvetli bir mart akşamıydı. Çok keskin bir rüzgâr ve ince ince yüzümüze doğru çiseleyen yağmur, yolumuzun üzerinde işlenen vahşi cinayet ile birlikte bizi bekleyen trajik sona uygun bir ortam oluşturuyordu.
2
San Pedro Kaplanı
Soğuk havada iki mil kadar süren hüzünlü bir yürüyüşten sonra yüksek, ahşap bir kapının önüne gelmiştik. Burası kestane ağaçlarıyla dolu kasvetli bir yola açılıyordu. Bu kıvrımlı ve karanlık yol, bizi, gri gökyüzünün altında kapkaranlık kalan alçak bir eve götürüyordu. Kapının hemen sağ tarafındaki pencerelerin birinden cılız bir ışık geliyordu.
“Buraya bir tane polis diktik.” dedi Baynes, “Pencereye vurayım.” Çimle kaplı bahçeye geçerek pencereyi tıklattı. Puslu camın arkasından, ışığın hemen yanında oturan bir adamın belirsiz silüetini gördüm. Odanın içinden keskin bir çığlık duyuldu ve hemen ardından kireç gibi olmuş yüzüyle nefes nefese kalmış bir polis memuru, titreyen elinde bir mumla bize kapıyı açtı.
“Neyin var Walters?” diye sordu Baynes.
Mendiliyle terlemiş alnını silip derin bir iç çekti. Rahatlamıştı.
“Geldiğinize çok sevindim, efendim. Çok uzun bir geceydi. Sanıyorum eskisi gibi sinirlerime hâkim olamıyorum.”
“Sinirlerin mi Walters? Senin sinirlere sahip olmadığını düşünürdüm.”
“Ah efendim! Bu ev çok ıssız ve sessiz. Ve mutfaktaki o tuhaf şey… Sonra siz pencereyi tıklatınca onun tekrar döndüğünü sandım.”
“Neyin döndüğünü sandın?”
“Bana göre şeytandı efendim. Penceredeydi.”
“Ne vardı pencerede ve ne zaman geldi?”
“Yaklaşık iki saat önceydi. Hava kararmak üzereydi. Ben sandalyeye oturmuş bir şeyler okuyordum. Bir şey sanki beni yukarı bakmam için dürttü ve kafamı kaldırdığımda alt pencerede biri bana bakıyordu. Tanrı’m… Efendim, nasıl bir yüzdü öyle! Kesin rüyalarıma girecek.”
“Sus, Walters, sus! Bir polis memuru böyle konuşmamalı.”
“Biliyorum efendim, biliyorum ama o görüntü beni öyle sarstı ki bunu inkâr edecek değilim. Ne siyahtı ne beyaz ne de bildiğim herhangi bir renkti. Çok tuhaf bir tondu. Sanki üzerine süt dökülmüş balçık gibiydi. Bir de çok iriydi, neredeyse sizin iki misliniz kadardı efendim ve dış görünüşünü görecektiniz. Kocaman şaşı gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Aç bir kurdunkine benzer bir sıra beyaz dişi vardı. Size şu kadarını söyleyebilirim efendim, gözden kaybolup gidene kadar ne bir parmağımı oynatabildim ne de nefes alabildim. Sonra dışarı СКАЧАТЬ