“Ee, senin İNTEGRAL ne âlemde? Başka gezegenlerin sakinlerini aydınlatmak için yakında uçuyoruz, değil mi? Hadi, acele et! Yoksa biz şairler, sana ve senin İNTEGRAL’ine öyle gelişigüzel yazılar yazacağız ki, uzaya yükseltemeyeceksin. Her gün 08.00’den 11.00’e kadar…” R kafasını salladı, ensesini kaşıdı. Ensesi âdeta dört köşeliydi, arkasından bakınca sanki kafasına bir valiz bağlanmış gibiydi (Eski “At Arabasında” adlı tabloyu anımsatıyordu.).
Kendime geldim:
“Sen de mi İNTEGRAL hakkında yazıyorsun? Söyle, neyinden bahsediyorsun? Mesela bugün ne yazdın?”
“Bugün hiçbir konu hakkında yazmadım. Başka bir şeyle meşguldüm…” K direkt bana fışkırdı.
“Ne ile?”
R yüzünü buruşturdu:
“Bir şeyle işte! Neyse, sorun yoksa, hükümle uğraştım. Bir hükmü şiirselleştirdim. Bizim şairlerimizden bir aptal… Bir de hiçbir şey yokmuş gibi iki yıl boyunca yanımda oturdu… Ve birden al işte sana: ‘Ben, dâhiyim, dâhi; yasadan daha üstünüm.’ diye pot kırdı… Neyse, ne yapalım!”
Kalın dudakları sarktı, gözlerindeki parlaklık söndü. Ayağa fırladı; döndü, duvarın ardında bir yere gözünü dikti. Sıkı sıkı kapatılmış valizini izledim ve “Şimdi valizinin içinden ne seçecek?” diye düşündüm.
Rahatsız, asimetrik bir sessizlik dakikası oldu. Ne olduğunu anlayamadım ama bir şey olmuştu.
Mahsus yüksek bir sesle “Ne mutlu, Nuh zamanından kalma her türlü Shakespearelerin ve Dostoyevskilerin zamanı geçti.” dedim.
R yüzünü bana döndü. Sözcükler önceden olduğu gibi ağzından fışkırdılar, püskürdüler ama bana gözlerinin neşeli ışıltısı artık yokmuş gibi geldi.
“Evet, sevgili matematikçi ne mutlu, ne mutlu, ne mutlu! Biz en mutlu aritmetik ortalamayız… Siz matematikçilerin dediği gibi; sıfırın sonsuzluğa; aptallığın Shakespeare’e olan integralini almak! İşte böyle…”
Neden bilmiyorum, sanki bir şey bana tamamen yersiz bir şekilde onun sesini hatırlattı. Âdeta onun ve R’nin arasında uzayan ince bir bağ var gibiydi (Nasıl olur?). √–1 tekrar kafamı karıştırmaya başladı. Rozetimi açtım: 17.00’ye 25 vardı. Pembe biletlerine 45 dakika kalmıştı.
“Gitme zamanı…” dedim ve O’yu öptüm, R’nin elini sıktım. Asansöre yöneldim.
Bulvarda, karşıdan karşıya geçerken etrafa baktım. Cam kütlesinin, aydınlık, güneş boğulmuş kimi yerlerinde gri-mavi, perdeleri indirilmiş hücreler vardı; düzenli Taylor mutluluğunun hücreleri… Gözlerimle R-13’ün 7. kattaki hücresini buldum. R perdeleri çoktan indirmişti.
Sevgili O… Sevgili R… Onda da (Neden -da bilmiyorum ama nasıl gerekiyorsa öyle yazmama izin verin.) onda da anlayamadığım bir şey vardı. Her şeye rağmen ben, R ve O bir üçgeniz, eşkenar olmasak da yine de bir üçgeniz. Eğer atalarımızın diliyle söyleyecek olursak (Benim meçhul okurlarım, bu dil belki size daha anlaşılır gelebilir.) biz bir aileyiz. Ve bazen böyle kısa da olsa basit, sağlam bir üçgeninin içinde kendini her şeye kapatıp dinlenmek iyi geliyor.
9. KAYIT
Aydınlık bir tören günü… Böyle bir günde kendi zaaflarını, yanlışlarını, hastalıklarını unutuyorsun ve her şey yeni camımız gibi kristal, sarsılmaz ve ebedî bir hâl alıyor…
Küp Meydanı. Altmış altı adet güçlü, eş merkezli halka: Tribünler. Ve altmış altı adet sıra: Gökyüzünün veya belki de Tek Devlet’in ışıltılarını yansıtan yüzlerin sessiz lambaları olan gözler. Kadınların kan kırmızı çiçekler gibi al renkte dudakları. Etkinlik alanına yakın, ilk sıralarda oturan çocuk yüzlerinin tatlı, ışıl ışıl parıltıları… Derin, sert ve Gotik bir sessizlik…
Bize kadar ulaşan tasvirleri göz önünde bulundurursak eskiler de kendi “Tanrı’ya tapınma törenleri” sırasında buna benzer bir şey denemişler. Ancak onlar kendi tuhaf, meçhul tanrılarına tapmışlar, biz ise mantıklı ve tam olarak sureti belli olan bir şeye tapıyoruz. Onların tanrısı onlara ızdıraplı, ardı arkası kesilmeyen bir arayıştan başka bir şey vermemiş. Neden kendilerini sebepsiz bir şekilde kurban etmeleri gerektiğinden daha akıllıca bir fikir üretememiş. Biz de kendi tanrımıza, Tek Devlet’e kurban sunuyoruz; sakin, üzerinde etraflıca düşünülmüş, akla uygun bir kurban… Evet, bu Tek Devlet’e adanmış Liturya töreni; İki Yüzyıl Savaşı’nın cefa dolu günlerinin, yıllarının anıldığı tümün teke, toplumun bireye karşı zaferinin büyük bayramı.
İşte birey Küp’ün güneşe boğulmuş basamaklarında duruyor. Beyaz, yok, hayır, beyaz değil, renksiz cam bir yüz, cam dudaklar… Ve sadece gözler… Siyah, emen, yutan delikler… Onun hepi topu birkaç dakika uzağında olan dehşetli dünya. Üzerinde numaralı altın rozeti çoktan çıkartılmış. Elleri mor bir kurdeleyle bağlanmış (Eski bir gelenek: Görünüşe göre kadim çağda, tüm bunların Tek Devlet adı altında yapılmadığı zamanlarda, mahkûmlar kendilerinde direniş hakkı hissediyorlarmış ve bu yüzden elleri genellikle birbirlerine zincirle bağlanıyormuş.).
Ve her şeyin en üstünde, Küp’ün yukarısında, makinenin yanında, Hayırsever dediğimiz kişinin metalden yapılmış hareketsiz figürü duruyordu. Buradan, aşağıdan yüzü seçilmiyor: Sadece sert, heybetli, köşeli hatlara sahip olduğu görülüyor. Ama o eller… Böylesine bazen perspektif fotoğraflarda rastlanır: Ön plana oldukça yakından yerleştirilmiş eller devasa gözükür, tüm bakışları kendisine çeker, geri kalan her şeyi kapatır. Şimdiye kadar, sakince dizlerinin üzerinde durmakta olan bu ağır ellerin taştan olduğu ve dizlerin onların ağırlığına zar zor dayandığı anlaşılıyor…
Ve birden bu devasa ellerden biri yavaşça yukarı kalktı, yavaş, demirden bir jest yaptı; tribünden bir Numara, kalkan ele itaat ederek Küp’e yaklaştı. Bu payına, bayramı kendi şiirleriyle taçlandırma mutluluğu düşmüş Devlet Şairleri’nden biriydi. Çılgın cam gözleriyle, orada, basamaklarda, yaptığı deliliklerin mantıklı sonucunu bekleyen kişi için yazılmış, ilahi bakır vezinler tribünlerin üzerinde gürledi.
…Yangın. Evler vezinlerde sallandı, sıvı altınlar yukarıdan fışkırmasıyla çöktü. Yeşil ağaçlar kurudu, özsuları aktı, geriye sadece haçlara benzeyen yanmış iskeletler kaldı. Ancak Promethus ortaya çıktı (Bu, tabii ki, biziz.).
Makinelerde, çelikte ateşi kullandı
Ve kanun, kaosun boynuna zinciri taktı
Her şey yeni ve çelikten: Çelikten güneş, çelikten ağaçlar, çelikten insanlar ve birden bir deli ateşi zincirlerinden kurtardı ve özgürlüğe bıraktı. Ve şimdi her şey tekrar yok olacak.
Maalesef şiir konusunda hafızam kötüdür. Ancak bir şeyi hatırlıyorum; daha öğretici ve daha mükemmel imgeler seçmek mümkün değildi.
СКАЧАТЬ