Yatağın baş ucunda; sağlam, kristal çan çaldı ve saat 07.00. Kalkma vakti. Sağımdaki ve solumdaki cam duvarlardan sanki kendimi, odamı, kıyafetlerimi ve binlerce kez tekrarlanan hareketlerimi görüyor gibiyim. Kendini devasa, güçlü ve tek bir şeyin parçası olarak görmek insanı canlandırıyor. Bu kesin bir güzellik; tek bir gereksiz jest, kıvrım, değişiklik yok.
Evet, Taylor kuşkusuz eski insanların en dâhisiydi. Onun, metodunu tüm yaşama, atılan her adıma, geçen her güne yayacak kadar düşünemediği doğru. Kendi sistemini bir saatten 24 saate kadar entegre etmeyi başaramadı. Ancak yine de eski insanlar Kant hakkında kütüphaneler dolusu yazabilirken on yüzyıl sonrasını görebilen kâhin Taylor’un zar zor farkına vardılar, hayret.
Kahvaltı bitti. Tek Devlet Marşı düzgün bir şekilde okundu. Dörtlü sıralar hâlinde, düzgün bir şekilde asansöre binildi. Motorların hafiften duyulan vızıltıları ve hızlıca aşağı, daha aşağı, daha da aşağı, hafiften bir kalp durması…
Ve sonra birden nedense tekrar o saçma rüya veya o rüyadan kaynaklanan belirsiz bir fonksiyon yaşadım. Ah! Evet, dün aeroda da yine böyle aşağı inmiştik. Mamafih her şey bitti: Nokta. Ve I ile birlikteyken ona böyle sert ve kararlı davranmam çok iyi oldu.
Yeraltı treniyle İNTEGRAL’in güneşin altında hareket edemeden duran, henüz ateşle yüceltilmemiş olan zarif bedeninin ışıldadığı yere doğru ilerledim. Gözlerimi kapatıp formülleri hayal ettim: İNTEGRAL’i dünyadan koparmak için gerekli olan başlangıç hızını aklımdan hesapladım. Saniyenin her atomunda İNTEGRAL’in kütlesi değişiyor (Patlayıcı yakıt sarf edilecek.). Denklem zihnimde ancak çok zor bir şekilde transendental büyüklüklerle ortaya çıktı.
Rüyadaymışçasına sabit sayısal dünyadayken birisi yanıma oturdu, hafiften dokundu ve: “Affedersiniz.” dedi.
Gözlerimi açtım ve önce (İNTEGRAL’in çağrışımlarından) büyük bir hızla uzaya doğru giden bir şey fark ettim: Bu bir kafaydı; yanlarında bulunan pembe kepçe kulakları sayesinde uçar gibi gidiyordu. Ardından, geriye doğru uzayan kafanın altında kambur sırtı ve ikiye bükülmüş bir S harfi…
Ve benim cebirsel dünyamın cam duvarlarından yine o hoş olmayan, bugün halletmem gereken kirpik…
“Hiç önemli değil, lütfen.” dedim ve yanımdakine doğru eğilip gülümsedim. Rozetinde S-4711 yazısı parlıyordu (Neden ilk andan beri bu numara ile S harfi arasında bir bağlantı kurduğum anlaşıldı. Bu bilincin kaydetmediği görsel bir etkiydi.). Ve gözleri parladı, iki keskin matkap ucu gibi hızlıca dönerek en derine inip benim bile kendime itiraf edemediğim şeyleri görecekti.
Birden kirpiğin ne olduğunu tamamen kavradım: S-4711 onlardan biriydi. Koruyuculardan biriydi. Şimdi her şeyden önce, bu işi daha da ertelemeden gidip ona her şey söylemeliydim.
“Dün Eski Ev’deydim, anlıyor musunuz…” Sesim o kadar tuhaf, basık, düzdü ki boğazımı temizlemeye çalıştım.
“Ya, demek öyle, çok iyi. O evi görmek insana son derece eğitici dersler için malzeme veriyor.”
“Hayır, yalnız değildim, anlıyor musunuz? I-330’a eşlik ediyordum ve işte…”
“I-330? Sizin adınıza sevindim. Çok ilginç, yetenekli bir kadın. Çok hayranı var.”
Öyleyse… O yürüyüş sırasında… Hatta S, I’nın üstüne kayıtlı bile olabilir mi? Hayır ona bu konuyu açmak uygun olmaz, düpedüz mantıksız.
“Evet, evet! Öyle, öyle! Çok.” Ağzımı daha da genişletip tuhaf bir şekilde gülümsedim. Bu gülücükten sonra kendimi çıplak ve ahmak hissettim.
Matkap uçları içimde en derine indi, ardından hızlıca dönerek tersine, gözlerime çıktılar; S benimkinin iki misli daha fazla gülümseyerek başıyla beni selamladı ve çıkışa yöneldi.
Gazetemin ardına saklandım (Herkes beni izliyor gibi geliyordu.) ve hızlıca kirpiği, matkap uçlarını, her şeyi unuttum çünkü okuduklarım beni çok endişelendirmişti. Kısa bir satır: “Güvenilir kaynaklara göre; Devlet’in kutlu boyunduruğundan kurtulmayı kendine amaç edinmiş belirsiz organizasyonun izlerine tekrar rastlandı.”
“Kurtuluş” mu? İnsan doğasında suç işleme içgüdüsünün ulaşabileceği seviye harikulade. Kasti söylüyorum: “Suç.” Özgürlük ve suçun arasındaki kopmaz bağ, şöyle ki, aeronun hareketi ve hızıyla arasındaki bağ ile aynıdır. Aeronun hızı = 0 hareket etmez, insanın özgürlüğü = 0 suç işlemez. Bu açıktır. İnsanı suçtan kurtarmanın tek yolu, özgürlükten kurtarmaktır. Ve biz bundan henüz kurtarılmıştık (Uzay ölçekli çağda tabii ki yüzyıllar “henüz”e eşittir.). Ta ki birden bu sefil, beyin yoksunu…
Hayır, anlamıyorum, ben neden dün hemen Koruyucular Bürosu’na gitmedim? Bugün 16.00’dan sonra mutlaka gideceğim.
16.10’da çıktım ve aynı anda köşede bu karşılaşmadan pembe bir coşkuya bürünmüş O’yu gördüm. Ne şans ama. “İşte onun yalın, kıvrak zekâsı. Beni anlaması ve desteklemesi tam yerinde olacaktır…” diye düşündüm. Lakin hayır, ben bu desteğe ihtiyaç duymuyorum. Buna kesin karar verdim.
Müzik Fabrikası’nın trompetlerinden günlük Marş düzenli bir şekilde gümbür gümbür çalıyordu. Bu günlük tekrarda ayna gibi pürüzsüz bir güzellik, büyüleyicilik var!
O elimi tuttu.
“Gezelim mi?” dedi. Yuvarlak mavi gözleri bana doğru genişçe açık ve ben hiçbir şeye takılmadan mavi pencerelerden içeri sızıyorum; içeride yabancı, beklenmedik hiçbir şey yok.
“Hayır, gezmeyelim, benim…” Ona nereye gitmem gerektiğini söyledim. Şaşkınlıkla ağzının pembe yuvarlağının ekşi bir şey tatmış gibi aşağı doğru çekilerek pembe bir yarım ay oluşturmasına baktım.
“Görünen o ki siz, kadın Numaralar, dermansız bir şekilde ön yargılar tarafından kemiriliyorsunuz. Siz kesinlikle soyut düşünebilme yeteneğine sahip değilsiniz. Kusuruma bakmayın ama bu düpedüz kalın kafalılık.”
“Demek casuslara gidiyorsun! Oysa ben senin için Botanik Müzesi’nden bir demet inci çiçeği aldım.”
“Neden oysa ben? Neden ‘oysa’? Tamamen kadınca bir durum.” Öfkeyle (kabul ediyorum) elindeki inci çiçeklerini aldım. “İşte o, inci çiçeğin, ee? Kokla, iyi değil mi? Hiç değilse bu kadarcık mantığın olsun. İnci çiçeği güzel kokuyor, bu kadar. Ancak sen sadece koku hakkında, koku kavramının kendisi hakkında; bu kötü veya iyi diye fikrinizi belirtemez СКАЧАТЬ