Buz gibi bir sessizlik oldu kahvenin içinde. Kim olduğunu bilen bilmeyen herkes, konuşmayı ve oyun oynamayı bırakmış, İhsan’a bakıyordu. İhsan, derin bir nefes aldı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi hızla atıyordu. Sesinin titremesine engel olmaya çalışarak ortaya selam verdi.
“Selamünaleyküm.”
Birinin aleykümselam demesini bekledi. Ama tek bir karşılık gelmedi. Kimse selamını almadı. Buna rağmen hemen pes etmemeye kararlıydı İhsan. İlerledi, boş bir masaya oturdu. Ancak o zaman gördü Cafer’i.
Filiz’in abisi Cafer, tam karşısındaki masada oturuyordu. Tıpkı otuz sene önce, mahkeme salonunda baktığı gibi bakıyordu İhsan’a. Ama öfkenin ateşli parıltısıyla yanmıyordu artık gözleri; kinin buzdan maskesine bürünmüştü. İnsanın kanını donduruyordu bakışlarının soğukluğu.
Üşüdüğünü hissetti İhsan. Gözlerini kaçırdı Cafer ’in gözlerinden. Sandalyesini sobaya yanaştırdı. Kahveciye seslenip bir çay istedi.
Kahveci ocağın arkasında belirdi.
“Çay yok,” dedi.
Mesaj çok açıktı. İhsan’ın yenilgiyi kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. Yavaşça ayağa kalktı, gözlerini kahvenin içinde gezdirdi, meydan okurcasına baktı etrafındaki yüzlere, sonra çıkıp gitmek için kapıya yöneldi.
Birden o sessizlik ve hareketsizlik içinde hiç beklenmedik bir şey oldu. Cafer, zincirinden kurtulmuş vahşi bir hayvan gibi İhsan’ın üstüne saldırdı. İhsan neye uğradığını şaşırmıştı. Cafer’in şiddetle indirdiği darbelere karşılık veremedi. Büzülüp kaldı yerde.
Kimsenin kılı kıpırdamadı. Kahve ahalisi, bir zamanlar idam mahkûmlarının asılmasını, kafalarının koparılmasını meydanlarda toplanıp zevkle izleyen halk gibi, eğlenerek seyrediyordu Cafer’in İhsan’ın ağzını burnunu dağıtmasını. İhsan’ın kim olduğunu bilip hatırlayanlar, “Katil!’’ diyorlardı içlerinden, “Az bile bu ona, çektiği cezalar yetmez günahını karşılamaya.” Onlara göre başına gelen ve gelecek olan her şeyi fazlasıyla hak etmişti İhsan. Yaşadığı kabahatti. En büyük işkenceleri çekerek ölse bile az kalırdı yaptıklarının yanında. Çünkü sadece karısının değil, doğmamış bir bebeğin de katiliydi o.
Cafer kendini tamamen kaybetmiş, bir yandan deli gibi bağırıyor, bir yandan da acımasızca vurmaya devam ediyordu.
“Ne yüzle gelirsin lan sen buraya! Ne yüzle çıkarsın karşıma! Katil herif! Bebek katili!”
İhsan, Cafer’in yakıcı sözlerine sessizliğiyle karşılık verdi.
“Defol git buradan! Defol, yoksa geberteceğim seni!” diye bağırdı Cafer. İhsan’ı yakasından tutup kapıya doğru itti. Mosmor kesilmişti, nefes nefeseydi, gerçekten de İhsan’ı öldürmemek için zor tutuyordu kendini. Elini bir bebek katilinin pis kanına bulamak istemiyordu.
İhsan, güçlükle yerden kalktı. Yüzünde açılan yaralar, gözlerinin önünde kandan bir perde oluşturmuştu. O perdenin ardından, zavallı gözlerle baktı etrafına. Sonra döndü. Camlı kapıyı açtı. Başı dik girdiği kapıdan, başı önüne eğik çıkıp gitti.
Gösteri sona ermişti. Kötü adam cezasını bulmuş, seyirciler tatmin olmuşlardı. Kahvedekiler, oyunun kahramanı Cafer’i tebrik yağmuruna tuttular. Bir alkışlamadıkları kaldı.
Ertesi gün, köyde İhsan’ın kim olduğunu duymayan kalmamıştı. Otuz sene önceki olayları bilenler bilmeyenlere anlatmış, böylece herkes köye yeni gelen yabancının geçmişini öğrenmişti.
Fırtınadan önceki iki haftalık sessizlik sona eriyordu. Başta Cafer olmak üzere köyün bütün erkekleri, hatta kadınları da seslerini yükseltmeye başlamıştı. Bu kadar yakınlarında cani bir katilin yaşamasını istemiyorlardı. İhsan’ın tekrar aralarına karışmaya cüret etmesi herkesi dehşete düşürmüştü. Meydan okur gibi utanmadan kahveye gelmesi, ağzına kadar dolu olan bardağı taşıran son damla olmuştu.
İhsan’ın ağzını burnunu dağıtsa da hıncını alamayan Cafer, ne yapıp edip onu köyden göndermeye kararlıydı. İhsan’ın hapisten çıkıp köye döndüğü haberi kulağına ilk geldiğinde sesini çıkarmadıysa, bu şaşkınlığındandı, bekleyip neler olacağını görmek istemesindendi, İhsan’ın herkesten saklanarak kaçak gibi yaşadığını ve köyün içine girmeye cesaret edemediğini bilmekten gizli bir haz almasındandı. Ama ne zaman ki İhsan sanki onlardan biriymiş gibi köyün içine girip kahvelerine adım atmıştı, ne zaman ki artık korkmadığını göstermek istercesine başı dik yürümüştü, ne zaman ki meydan okurcasına karşısına çıkmıştı, o zaman sabrı taşmıştı işte. Hayatına devam etmesine, normal bir insan gibi yaşamasına tahammül edemiyordu onun Cafer. Hiç çıkmaması gerekirdi o dört duvar arasından. Hatta asılması gerekirdi. Yaptığının bedelini ödemek için otuz sene yetmezdi. Bir ömür boyu çekmeliydi cezasını, ya da ölmeliydi.
Cafer korkuyordu. Kendinden korkuyordu. Dayanamayıp İhsan’ı öldürmekten, elini kana bulamaktan, hapse girmekten, karısını, çoluğunu çocuğunu ortada bırakmaktan korkuyordu. İhsan o köyün yakınlarında olduğu sürece katil olma tehlikesi altındaydı. Tıpkı kahvede olduğu gibi bir anda gözü dönebilir, ama o zamanki gibi son anda kendine hâkim olamayabilirdi. Karısı da bunu biliyordu. Bu yüzden, kahvede olanları duyduktan hemen sonra köyün bütün kadınlarına haberi yaymıştı. Otuz sene evvelki olayları bilmeyenlere ballandıra ballandıra anlatmış, bilenlere hatırlatmış, sonra da o caninin köye döndüğünü söylemişti.
“O cani herif burda oldukça çocuklarınızı sokağa salmayın, okula bilem göndermeyin. Allah korusun, ne olacağı belli olmaz,” diyerek anaların yüreğine korku tohumlarını ekmiş, gerisi çorap söküğü gibi gelmişti.
Dedikodu çarkı bir defa işlemeye başladı mı durdurulması imkânsızdı. Şimdi de o kadar hızlı çalışıyordu ki bu çark, evleri köyün dışında kalanlara bile tez zamanda ulaştı haber. Umut’un annesi Ayşe, rahmetli kocasının teknesini bilmeden bir katile sattığını öğrenince dehşete kapıldı. Hele bir de teknenin satılmasına aracılık eden balıkçı Yusuf gelip, Umut’u o adamla beraber kaç defa teknede gördüğünü söyleyince beyninden vurulmuşa döndü. Derhal temiz bir sopa attı Umut’a ve bir daha o adamın yakınından bile geçmesini yasakladı.
Umut neler döndüğünü anlayamıyordu. Duyduklarına inanamıyordu. İhsan’ın, çok sevdiği karısını, Filiz’i, karnındaki bebeğiyle öldürdüğünü söylüyorlardı. Baltayla katır katır doğradığını söylüyorlardı. Bu yüzden hapse girip çıktığını söylüyorlardı. Anası, bu hayatta babasından sonra gördüğü en iyi insana “katil” diyordu. “Cani” diyordu. Onunla arkadaş olmasını yasaklıyordu. Okulda çocuklar ondan korkuyla bahsediyorlardı. Hakkında ne hikâyeler anlatıyorlardı.
Doğru olamazdı bunların hiçbiri. İhsan bu insanların söylediği gibi biri olamazdı, öyle korkunç şeyler yapamazdı o. Ama ne yazık ki kimse СКАЧАТЬ