Pazar günü iyileştiğini hissetti. Evin içinde, bahçeye bile adımını atmadan geçirdiği günlerin acısını çıkarmak için hemen kendini dışarı attı. Güneşli, güzel bir sabahtı. Ilık bir rüzgâr esiyordu. Arkadaşsız, yalnız bir çocuk olduğu için zamanını tek başına geçirmeye alışıktı Umut. Kendi kendine oyunlar icat edebilir, diğer çocukların aksine kendi kendine eğlenebilirdi. Yine öyle yaptı. Yürüdü, koştu, ağaçlara tırmandı, çayırda otlayan koyunlara sataştı, çobandan kaçtı, tavukları kovaladı. Yorulduğunda çimenlerin üzerine uzanıp gökyüzünü seyretti. Kendini hiç unutturmayan bir sızı gibi babasını anımsadı. O ölmeden önce, pazar günleri erkenden kalkıp sahile inerlerdi beraber. Artık onların olmayan tekneyle denize açılırlar, balık tutarlardı.
Anımsayış, burnuna deniz kokusunu getirdi. Ne zaman babasını düşünse, denizin kokusunu duyardı. Ne zaman denizin kokusunu duysa, babasını düşünürdü. Deniz kokusu ve babası bir olmuşlardı Umut’un zihninde. Birbirlerini çağırıyorlardı. Birbirlerinden ayrılamıyorlardı.
Aklında babasıyla teknede geçen eski pazar günleri, içinde hüzün, sahile indi. Balıkçı teknelerinin çoğu denize açılmıştı bile. Geç kalan bir iki tekne vardı sadece sahilde. Bunlardan biri de “Umut”tu. Umut, baş kısmında mavi boyayla kendi adı yazılı olan küçük beyaz tekneye özlemle baktı. Yeni sahibi teknenin içindeydi. Arkası Umut’a dönük bir halde, ağları hazırlamakla meşguldü. Üzerindeki bakışları hissetmiş gibi birden döndü. Umut’u gördü. Umut, adamın yüzünü görünce şaşkınlıkla kalakaldı. Bu, o adamdı… Mezarlıktaki adam… Silahı şakağına dayayan adam…
Adam da Umut’u tanımıştı. Bakışlarından anlaşılıyordu bu. Sanki çok eskiden beri tanıdığı ve çok özlediği birini görmüş gibi sevinçle gülümsedi. Bu sıcak gülümseyiş, yüzünün bir ölüyü andıran beyazlığı ve açık mavi gözlerinin bir ölüyü andıran donukluğu ile büyük bir tezat oluşturuyordu. Umut yine ürperdiğini hissetti.
“Merhaba çocuk!” dedi adam. Sesi de gülümseyişi gibi sıcaktı. Ölü görünümünden beklenmeyecek denli canlı, hayat doluydu.
Ürkek bir sesle karşılık verdi Umut.
“Merhaba.”
“Balığa çıkıyorum. Gelmek ister misin?” diye sordu adam damdan düşer gibi.
Umut bir an bile düşünmeden, içinden geçen cevabı verdi.
“İsterim.”
“Atla o zaman.”
Umut atladı. Heyecanlanmıştı. Sanki rüya görüyor gibi hissediyordu kendini. Ama hayır, rüya görse, karşısındaki adam bu yabancı değil, babası olurdu.
Yabancı adam küreklere asıldı. Tekne denizin üzerinde süzülmeye başladı. Umut, gözlerini dikmiş onu inceliyordu.
“Bu tekne bizimdi,” deyiverdi.
Adam şaşırdı.
“Sizin miydi?”
“Evet. Babamındı…”
Bir an duraksadıktan sonra ekledi.
“Babam ben doğduğumda yapmış bu tekneyi. Kendi yapmış. Adı da oğlumunki gibi ‘Umut’ olsun demiş. En çok ‘Umut’ adını severmiş babam.”
Adamın yüzünden bir gölge geçti. Tekneyi aldığı günü anımsadı. Kendini öldürmekten Umut sayesinde kurtulduğu o gün, mezarlıktan kaçar gibi uzaklaştıktan sonra ayakları onu sahile götürmüştü. Denizi görünce yolun sonuna geldiğini anlayarak durmuş, karşısındaki manzarayı seyre dalmıştı. Güneşi saklayan bulutlarla kaplı gökyüzü de, gri bir renksizliğe bürünmüş dalgalı deniz de çektiği acılara bir an önce son vermek isteyen ruhu gibi kasvetliydi. Dünyanın ve kendi ruhunun iç karartıcı yüzüne bakarken, az önce, tam tetiği çekeceği anda onu durduran çocuğa karşı içi öfke dolmuştu. Uzun zamandır istediği, beklediği bir andı o; ama ne kadar uzun zamandır düşünürse düşünsün eyleme geçmek bir anlık karara bağlıydı. O kararı verecek cesareti tekrar bulması çok zordu. Nereden çıkmıştı sanki o Allah’ın belası çocuk? Ne işi vardı sabahın köründe bir mezarlıkta? O olmasa şimdi arzuladığı yerde, onun yanında, bu acımasız dünyanın uzağında olacaktı. Ne kadar zor olursa olsun vazgeçmemeliydi, vazgeçemezdi, gereken cesareti yeniden bulmak zorundaydı. Çünkü yaşamak istemiyordu. Böyle ölü gibi yaşamaktansa gerçekten ölmeyi yeğliyordu.
Bu duygularla boğuşurken ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez bir halde yürümeye başlamıştı. Sahil boyunca önünü görmeden ilerliyordu. Balıkçı teknelerinin demirlediği yere gelince, içinden gelen garip bir dürtüyle duraksadı. Gözleri teknelere takıldı ve küçük, beyaz bir teknenin adını gördü. Teknenin baş kısmında mavi harflerle yazan “Umut” kelimesine bakakaldı. Çok uzun zaman önce hafızasından silinmiş olan bu basit sözcük ruhunda şiddetli bir kasırga yaratmıştı. İçinde boğulduğu karanlık duygu ve düşünceleri allak bullak etmişti. Umut… Anlamlı bir işaret gibi ona bakıyordu küçük, beyaz bir teknenin sancağından. Orada, o kasvetli manzaranın içinde durmuş bakıyor ve bir sözcüğün bir insana anlatabileceği her şeyi anlatıyordu. Umudunu kaybetmiş adama, yokluğunda boğulduğu duyguyu hatırlatıyordu. Çıkış yolunu gösteriyordu.
Büyülenmiş gibi tekneye bakarken, bir sesle irkilmişti. Genç bir balıkçıydı konuşan. Teknenin satılık olduğunu söylüyordu. Dakikalardır tekneye bakan adamı görünce, alıcı olduğunu düşünmüştü.
“Sahibi geçen ay öldü,” demişti. “Bir aydır burada yatıyor tekne. Rahmetlinin karısı satmak istiyor ama alıcı çıkmıyor. Eski diye beğenmiyor millet ama bakma sen öyle göründüğüne. Sapasağlamdır. Kaç fırtına atlattı, bana mısın demedi.”
Ani bir kararla, “Kaç para?” diye sormuştu.
Balıkçı, değerinin çok altında olduğunu defalarca vurgulayarak fiyatı söylemişti.
Yine ani bir kararla bütün parasını vermiş, tekneyi satın almıştı. Genç balıkçı, parayı rahmetlinin karısına vereceğini söyleyerek yanından ayrılıncaya dek de bunu neden yaptığını düşünmemişti. En son çocukken balığa çıkmıştı. Balıkçılıktan, denizden ve bunun gibi şeylerden pek anlamazdı yani. Ama ne yapacağını bilmediği, her şeyin sonuna geldiği bir anda karşısına çıkan bu anlamlı tesadüfe boyun eğmesi gerektiğini hissetmiş, o teknenin adında yeni bir hayatın doğuşunu görmüştü. “Umut” onu ele geçirmiş, ölümü kovmuş, yerine yaşamı koymuştu.
Geçmişten şimdiki zamana döndüğünde, oldukça açılmış olduklarını fark etti. Umut demin sorduğu, ama düşüncelere dalmış olan adamın duymadığı soruyu yineliyordu.
“Senin adın ne?”
“İhsan.”
“Nerden СКАЧАТЬ